Fethullah Gülen, Mâhut ve Mâlum Mektup-Arîza'sının bir yerinde; "Kendi Memleketimizde şimdiye kadar çeşitli hıristiyan mezhebinin liderleriyle diyalog içinde olduk. Bu nâciz gayretlerin boşa çıkmadığını acizâne ifade etmek isteriz. Amacımız bu üç büyük dinin insanları arasında hoşgörü ve anlayış yoluyla bir kardeşlik te'sis etmektir. Bizler bir araya gelmek suretiyle sözde medeniyyetler çatışmasının gerçekleşmesini görmek isteyen yolunu şaşırmış ve şüpheci kimselere karşı dalgakıranlar gibi, isterseniz bariyerler gibi deyin, karşı durabiliriz."

Neresinden bakarsınız, nasıl tahlil edersiniz, neresini düzeltirsiniz? Fî zamanda, bir cerrâr varmış, ramazan ayında ve senenin diğer zamanlarında köy, köy, kasaba kasaba dolaşır, cercilik yaparmış, câhil ki, câhil, bu cerci gittiği yerlerde İbrâhim aleyhisselâm'ın, oğlu İsmâil aleyhisselâm'ı kurban etme vak'asını kıssa edermiş ama, nasıl kıssa etmek...

"Gördüğü bir rüyâ-i Sâdıka üzerine, ağır bir imtihan ile karşı karşıya kalan Mûsâ aleyhisselâm, oğlu, İsâ aleyhisselâm'ı kurban etmek üzere Minâ'ya götürdü. Ellerini bağladı, yüzüstü yatırdı, keskin bıçağı vargücüyle tam ensesine bastırdı, derken, imtihanı kazandığı için, Allah Celle Celâlühû, Peygamberini ve daha sonra Peygamber olacak olan oğlunu bağışladı, ve Allah'ın emriyle Azrâil aleyhisselâm, cennetten çıkarılmış bir tekeyi gökten indirdi, Mûsâ Peygamber, tekeyi kurban etti, Allah'ına şükretti. İsâ aleyhisselâm da kurban edilmekten kurtulduğu için Allah'ına şükretti" diye kıssa etmiş...

Tesâdüf bu ya, aynı kasabada, biraz mektep-medrese görmüş bir başka cerrâr daha varmış, konuşmayı o da dinliyormuş, itiraz etmiş, "Yanlış konuşuyorsun," demiş etraftaki ahâli de "öyleyse sen yanlışlarını düzelt", diye ısrar etmişler. Mektep-Medrese görmüş cerrâr, "bir kerre, Kurban eden, Mûsâ değil, İbrahimdir, Kurban edilmek istenen, İsâ değil, İsmâil'dir, gökten inen melek, Azrail değil Cebrâil'dir, cennetten getirdiği de teke değil, sürmeli bir koç'tur. Bu durumda ben bunun hangi yanlışını düzelteyim," demiş...

Allah indinde yegâne din olan, Din-i İslâm'ın yanına yamamay çalıştığı şirk şebekesini insanlara "din" diye sunmaya çalıştıkları, şirk ve küfür hususundaki dalâletini sayılmayacak kadar âyet-i Kerime meâli de cevaplandırmıştık.

"Dinlerine uymadıkça yahûdî'ler de hıristiyanlar da asla senden razı olmayacaklardır. De ki: Doğru yol, ancak Allah'ın yoludur. Sana gelen ilimden sonra onların arzularına uyacak olursan andolsun ki, Allah'tan Kur'ân, nazil olduğu andan itibaren kıyâmete kadar bir mûcize olarak insanlığın önünde durduğunun en büyük delillerinden birisi de şüphesiz, bu âyet-i Kerime'dir.

Ehl-i Kur'ân olanlara mâlumdur ki, muzârî fiil olan "Terzâ"nın ön eki "Len" edatı, Tekid-i Nefy-i Muzârî'dirki, kıyamete kadar gelecek hiç bir vakitte "dinlerine uymadık-din, diye lanse ettikleri dalâletlerine rıza göstermedikçe-aslâ senden razı olmayacaklardır."

Bu âyet-i Kerime, nass'dır, nass'ların, zahiriyle amel edilir. Ehl-i Sünnetin temel düstûrlarından birisi, te'vil, mecâz, kinâye, işâret, delâlet ve iktiza gibi manalara udûl için bir sebep yoksa, nass'ların zahiriyle amel olunur.

Öyleyse, sarîh olan bu âyet-i Kerime'ye göre, Kur'ân'ın beyanına göre, "Allah üçün üçüncüsüdür" diyerek Teslis'i inançlarının temel umdesi kabul ettikleri için artık müşriklerden olan günümüz yahûdî ve hıristiyanları, diyalog -Teşrik-i Mesâî halinde olmak, onların şirkini kabul etmek ve benimsemek manâsına gelir. 

"Mü'minler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah'tan korkun ki, esirgenesiniz." (Hucurât 49/10) Yine ehlince mâlumdur ki, bu âyet-i Kerime'nin başındaki (İnnemâ) edatı hasr (tahsis) içindir. Zirâ Cenab-ı Hakk, kardeşliği yalnız mü'minler arasına hasretmiş, tahsis etmiştir. Bu şu demektir: "Ancak, mü'min olanlar biribirlerinin kardeşleri olabilirler. Küfür, müşrik, münâfık, hıristiyan, yahûdî, putperest, mecûsî, budist, ataist ve her ne nâm altında olursa olsun bir millet'dir, biribirine yakındır. Mü'minler ise ancak ve ancak biribirlerinin kardeşleridirler.

"Nuh Rabbine dua edip dedi ki: "Ey Rabbim! Şüphesiz oğlum da ailemdendir. Senin vâdin ise elbette haktır. Sen hâkimler hakimisin." (Hazret-i Nuh bunu derken Allah'ın ailesini boğulmaktan kurtaracağına dair vâdine işaret ediyordu.)

"Allah buyurdu ki: Ey Nuh! O aslâ senin ailenden değildir. Çünkü onun yaptığı kötü bir iştir. O halde hakkında bilgin olmayan bir şeyi benden isteme! Ben sana cahillerden olmamanı tavsiye ederim." Nûh Sûresi 11/45, 4 (Bu âyet-i Kerimeden anlaşılıyor ki, insanlar arasındaki yakınlığın asıl sebebi din birliğidir. Allah'ın dinine inanmış ve Peygamberini tasdîk etmiş kimseler biribirlerinin manevî akrabası, yakını ve dostlarıdır. Bunların aralarında manevî bir birlik vardır. Mü'minlerle kâfirler ırk bakımından biribirlerinin akrabası olsalar bile, bu akrabalığın Allah katında hiç bir kıymeti yoktur. Nitekim, Hazret-i Nuh'un oğlu babasına inanmadığı için, Allah-u Teâlâ onu Nuh Peygamberin ailesinden saymamıştır. Buna mukâbil, Sevgili Peygamberimiz Hazret-i Muhammed-Mustafa sallallâhû aleyhi ve sellem Efendimiz, hiç bir nesep bağı bulunmayan Selman-Pâk radiya'llâhu anh'i kendi ailesinden saymıştır. Buna karşılık, özellikle Bedir harbinde pek çok sahâbî en yakınları olan babalarına ya da oğullarına karşı savaşmışlardır. Çünkü onlar her ne kadar bu sahâbî'lerin babaları ya da oğulları da olsalar, nihâyet Allah ve Peygamberinin düşmanıydılar.) Pekiyi! Bunca sarîh (açık) âyet-i Kerimelerin inkâr edilemez, ihmâl edilmez kat'î hükmüne rağmen, Allah'a ve Âhirzaman Peygamberi ve son Peygamber Hazret-i Muhammed-Mustafa salla'llâhû aleyhi ve sellem Efendimize açıkça isyan ederek, Allah ve Resûlüne karşı harp ilân ederek, "Allah ve Resûlunün, kardeşliğin ancak ve ancak mü'minler arasında olması gerektiği emrini hiçe sayarak, Teslis akîdesini inançlarının omurgası yapan hıristiyanlarla, Üzeyir Allah'ın oğludur, diyen yahûdilerle ve küfr'ün bütün şubeleriyle kardeşlik ittifakı yapmak her hangi bir müslüman'ın işi midir?

Ya da bunlar hâlâ kendilerinin mü'min ve müslüman oldukları iddiasında mıdırlar?

(Tahlil devam edecek)