DERİN DEVLET-KADROLAŞMA, DERİN TAHLİL!.
Mustafa AKKOCA
Derin devlet, derin kadrolaşma, Türk siyasi tarihinde hep tartışılagelmiş sihirli kavramlardır. Derin devlet nedir? Kadrolaşma nasıl olur? Bunların tam olarak tarifi yapılamadığı için herkesin kendisine göre bir derin devleti vardır. Muhalefet her devirde iktidarları “Kadrolaşma” ile suçlamıştır.
Bazıları Ankara’da derin ve çukur yerlerde derin devlet ararlar. Aslında, derin devlet, mefhumuna yüklenen manâlara bakılırsa bu manâlara uygun davranan derin devlet hiç de o kadar derinlerde değildir.
1- Selanik’de, Devlet-i Aliyye’mizi yıkmak, vatanımızı bölmek, tarih sahnesinden silmek üzere Yahudi ve Ermenilerin öncülüğünde teşekkül etmiş, İttihat ve Terakkî Cemiyeti, sonradan partileşmiş, zamanın deyimi ile İttihad ve Terakkî Fırkası, cinayetler, Bab-ıâli baskınları ile devleti ele geçirmiş, kısa zamanda Devlet-i Aliyye’mizin Balkanlar’ı, Kuzey Afrika’yı, Yemen’e kadar tüm Ceziretü’l-Arap’ı kaybetmesine sebep olan, İttihad ve Terakkî Parti’sinin artığı bir zihniyet mensupları memleketimizde hep olagelmiştir. Bunlardan bazıları şu veya bu partide siyâset yapmış, bazıları bürokrasinin tepelerinde yıllarca bulunmuştur. Bunlar, 1950’den itibâren normal seçimlerde ve demokratik sistemle iş başına gelmiş bütün iktidarları ellerinden geldiğince baltalamışlar, demokrasi dışı ihtilâllerin, ara dönem rejimlerinin teşvikçisi, işbirlikçisi olmuşlardır. Bunların uzantılarının bâzı siyâsî partiler içinde, üniversitelerde, yargıda ve devlet bürokrasisinde devam ettiği inkar götürmez bir gerçektir.
2- CHP, 14 Mayıs 1950; Halkın demokratik beyaz ihtilalinden sonra ebed-müddet bir daha normal, demokratik yollarla, seçimle iktidara gelemeyeceğini idrak etti. 1950’den 2008’e kadar değişmeyen terâne “İrticâ!” Lâiklik! 1950’de halkın ezici çoğunluğunun iktidara taşıdığı, Demokrat Parti’nin birinci ve ikinci adamları, Millî Mücadele’nin Kuvvâ-i Milliye Milis Kumandanı, Galip Hocası, Atatürk’ün Başvekili, İktisad Vekili, İş Bankası Umum Müdürü Celâl Bayar -ki, Atatürk için “Seni sevmek ibâdettir” diyecek kadar Atatürkçü-, bizzat Atatürk tarafından Aydın CHP İl Başkanı yapılan Adnan Menderes, İsmet Paşa’ya göre “İrtica!”nın başıydılar, bütün hareketleri lâkliğe aykırıydı.
CHP, demokrasi tarihi boyunca, ara dönemlerde, ihtilal ve muhtıralardan sonra, süreleri ancak aylar süren bölük-pörçük iktidarlarının dışında hep muhalefette kalmıştır, fakat zihniyyeti devlette hep hâkim olagelmiştir.
“Biz, Cumhuriyeti kuran partiyiz, Cumhuriyet de bizden sorulur, devlet de!. Aslında bizâtihî biz devletiz” diyorlar.
Devlet içinde kadrolaşma, bağımsız ve tarafsız yargı bakımından kırılma noktası, 1991’den sonra kurulan, DYP-SHP koalisyonudur. (Bilmeyenler için, CHP 12 Eylül darbecileri tarafından diğer partilerle birlikte kapatıldığı için, yerine kurulan partinin adı SHP -açılımı Sosyalist Cumhuriyet Partisi- idi)
DYP-SHP ortak hükûmeti, Gazeteci Emin Çölaşan’ın evinde, Hüsameddin Cindoruk’la, Hikmet Çetin’in buluşmasıyla kurulmuştur. Bu ortaklık, CHP, parton SHP’nin uzun süren iktidar hasretine deva olmuş, 9. Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’i Merhum Özal’ın vefatı üzerine Çankaya Köşkü’ne tırmandırmıştır. Cumhurbaşkanlığı süresince ve ayrıldığından itibâren günümüze kadar, İttihadçı geleneğine ve “Devlet biziz, devlet bizden sorulur” diyen CHP zihniyyetine iltica eden Demirel, “Kırk yıl fiîlî olarak siyaset yaptım, devletle barışmadan bir yere varılamayacağını yeni yeni anladım” diyecektir.
Bu dönemde peşpeşe Adalet Bakanlığı yapmış olan, Seyfi Oktay ve Mehmet Moğultay belli bir meşrep ve zihniyyetin adamıydılar. Adalet Bakanlığında çok ciddî bir kadrolaşmaya gidildi, aynı meşrep ve zihniyyette olmayanlar tasfiye edildi, bu zihniyyette olmayan tüm hâkim ve savcıların sicili ile oynanarak, tâ işin başından birinci sınıf hâkim seçilmelerinin önü tıkanmıştır. Tabiî ki, birinci sınıf hâkim seçilemeyenlerin Yargıtay, Danıştay ve Anayasa Mahkemesi üyeliği gibi Yüksek Yargı makamlarına üye adayı olma hakları bile yoktur.
Zamanın Adalet Bakanı Mehmet Moğultay TBMM’nde yaptığı bir konuşmada, sataşma üzerine, kürsüde aynen şunları söylemiştir: “Adalet Bakanlığı’na 5.000’den fazla hâkim ve savcı adayı aldığımı ve bunların tamamının CHP’lilerden oluştuğunu söylüyorlar, elbette kendi partime mensup olanları alacaktım, MHP’lileri alacak değilim ya!”
Yargı, hakimler, savcılar, bağımsız, dokunulmaz oldukları kadar tarafsızdırlar. Hergün memleketimizin muhtelif il ve ilçesinde yüzlerce, binlerce ceza davası açılır. Ceza davaları, kamu adına veya vâki şikâyet üzerine bir iddianâmeyle ikame edilir. Bu iddianâmelerin altlarında çoğu kez iddianâmeyi hazırlayanın sarih ismi, soyismi dahî bulunmaz, sicil numarasıyla imzası bulunabilir. Davanın muhatapları dahil hiç kimse bunu merak bile etmez. Çünkü, herkes hem savcının, hem de yargılamayı yapacak hâkim veya hâkimler hey’etinin mutlak tarafsızlığına inanmışlardır.
Öyleyse, siyâsî davalarda niçin bu kadar gürültü kopuyor?
Yorumlar