SÜLEYMAN  EFENDİ  HAZRET’LERİ  HAKKINDAKİ,  YALAN,  EFTİRA  VE  BUHTAN’LARA CEVAPLAR!!.. ( 100 )

Orta Asya’dan, Afganistan şehir’lerinden, Mâverâü’n- Nehir’ den  kopup gelen Türk Kavimleri uç beyleri,Anadolu içlerinde,buraların kadim sakinleri rumlarlar ve Bizans  bakiyeleri ile aynı yerleri tavattun ettiler( vatan yaptılar) onlara komşu oldular.Anadolu Selçuklu Devletimiz zamanında rumlarla, Bizans artıklarıyla her ne kadar belli sınırlar muhafaza ediliyor idiyse de,Devleti Aliyye’mizin( Osmanlı’nın) temelleri Söğüt’de atılırken, Söğüd’ün çok yakınlarında, küçük devletcikler, tekfurluklar vardı, 17 Eylül 1176 Miryokefelan Zaferimizden önce, Batı Anadolu’nun bir bölümü, Akdeniz bölgesi ve Doğu Ege’nin bir bölümünde hıristiyan  kavimler vardı. Venedik’ten başlayıp Pekin’e kadar uzanan tarihî  İpek yolunun çeperlerinde  ve fakat yola belli bir mesafede, kuytu yerlerde küçük küçük hıristiyan gruplar vardı. Gühümüzde, Konya- Beyşehir’in nüfusu, Anadolu’daki pekçok ilçe nüfusundan kalabalık, Silah Sanaayii, Tıbbî Cihaz üretimi  sebebiyle refah seyise çok yüksek, Üzüml Mahallesi’nin                         ismi, yakın bir zamana kadar, “ Manastır,” idi. Beyşehir’in banliyösünde, şehir Merkezine takriben, 6 km. mesafe’de, dağın yamacında “ Yakamanastırı,” vardı. Beyşehir’in köylerinde, Roma, Bizans,Hitit dönemlerine aid  sayısız, ören  yeri  ve  harabeleri bulunuyor.

Anadolu Selçuklu ve Osmanlı Devleti aliyye’miz ve Anadolu’nun Türkleşmesi  ve İslâm ile şereflenmesi için, Orta Asya steplerinden kopup gelenler Horasan Alperen erleri, hükümran oldukları Anadolu Topraklarında, Doğu Roma ve Bizans bakiyesi hıristiyan kavim ve topluluklarına hiçbir baskı uygulamadılar. Günlük hayatlarına, Ticarî faaliyyetlerine din  ve inanç hürriyet’lerine asla müdahalede bulunmadılar. Batı Anadolu başta olmak üzere,Ege’de, Marmara’da, Ada’larda, Kayseri,Konya gibi Anadolu’nun pekçok yerinde, 1924 Mübadelesine kadar, hıristiyanların kiliseleri açıktı, hiçbir baskı görmeden ibadetlerini rahatlıkla yapabiliyorlardı. Konya’daki Sille,Batı’dan gelen  hac ibadeti için Kudüs’e gidenlerin konakladıkları durak yeri Sille’de,Hac için yola çıkan ve bir müddet Sille’de konaklayan İmparatoriçe adına burada bir Katedral inşa ettirilmiş, Selçuklu Belediyesi tarafından aslına uygun olarak restore ettirilmiş, halen turust’lerin ziyaretine açık tutulmaktadır.1924 Mübadelesine kadar, Rum’lar burada ikamet ediyorlardı.

Orta Asya’dan, Mâverâü’n-Nehir İslâm ülkeleriden, Afganistan, Belh ve Gazne’den gelen, Horasan erleri, Alperenler,tazarrû’  için du’a ettiklerinde,Resûlullâh’ın sünnetine, Hulefâ-i Râşidîn ve Ashab-ı Güzîn’in ittifakına, Tâbi’în, Teba-i Tâbi’în İcmâ-İ Ümmetine uygun olarak ellerini birleştirerek,zaam’ederek du’a ediyorlardı...

Burada gördülerki, hıristiyanlar da ellerini birleştirerek du’a ediyorlar.Devrin uleması, Müslümanların du’a ederken, sünnete uygun olarak ellerini birleştirerek du’a etmesiyle, hıristiyanların ellerini birleştirerek du’a etmeleri araesındaki farkları görmezden geldiler,du’a ederken onlara benzememek için, müslümanları, ellerini birleştirerek, zamm’ederek sünnete uygun du’a etmelerine mani oldular.

Devrin ulemasının gerekçesie,” Men teşebbehe bi’kavmin vehü minhüm,” ( herkim kendisini bir başka kavme benzetirse o kavimden olur.) Du’a ederken hıristiyanların du’a etmelerine benzerseniz onlardan sayılırsınız,denildi.Mü’minler du’a ederken ellerini birleştirirler,zamm’ederler belli bir mesafede, avuç içlerini yüzlerine müteveccihen tutarlar, ellerini çenelerinin hizasına götürmezler ve asla, gözlerini semaya doğru kaldırmazlar. Oysaki, hıristiyanlar, du’a ederken her ne kadar ellerini birleştirirlerse de avuç içlerini biribirine yapıştırırlar  ellerini çenelerine kadar götürürler ve gözlerini sema’ya doğru kaldırırlar. Böylece hiç bir vecihle, müslümanların sünnete uygun du’a şekliyle, hıristiyanların du’a şekli biribirine benzemez.Hazindir, böylesine hatalı bir zehab ile, Asırlardır, Aziz Türk Milleti, Anadolu müslümanları  sünnete uygun olarak    tazarrû’ halinden mahrum edilmişlerdir...

Tâki, Sahibi zaman, Mürşid-i Kâmil  ve Mükemmil, Medâr Mürşid ve Müceddid, Süleyman Hilmi Silistrevî(k.s.) Efendi Hazret’leri, zahirî   ve Cismânî, mürşidi Salahuddîn İbn-i Mevlânâ Siracüddîn Hazretleriyle mülakî  oluncaya kadar.Milâdî,1908, Hicrî, 1326 Ramazan ayı, Ekim 1908, Salahuddîn İbn-İbn-i  Mevlânâ  Siracüddin Hazret’leri, aynı zamanda müntesiplerinden de olan devrin Padişah’ı Sultan 2. Abdülhamid Han Hazretd’lerinin da’vetlisi olarak İstanbul’dadır. Süleyman Efendi Hazretleri  henüz 20 yaşında, bir mederese talebesidir. Muhtemelen Süleymaniye İmarethanesinde verilen bir iftar yemeğinde, Salahuddîn İbn-i Mevlânâ Siracüddîn Hazretleri de genç mederese talebesi Süleyman Hilmi Efendi de hazır bulunurlar. Salahuddîn İbn-i Mevlânâ  Siracüddîn Hazretleri taam duasını Süleyman Efendi Hazretlerinin yapmasını ister. Ve orada hazır bulunanlara    du’a ederken ellerin nasıl tutulması gerektiğini bizzat göstererek telkîn eder. İftar sonrası, Süleyman Efendi Hazret’leri Salahuddîn İbn-i Mevlânâ  Siracüddîn Hazret’lerini eline su döker   ve peşkir ( havlu) tutar. O esnada, “ Evladım, Süleyman, biz buraya, senin Seyr-i Sülûkini tamamlamak için geldik, Bizim İrtihalimizden sonra, Seyr-i Sülûkini kemale erdirebilmen için, seni  üveysî  olarak doğrudan İmam-ı Rabbân, Müceddid-İ Elf-i Sânî Hazret’lerine rabt’edeceğim.,” buyurdu.

Süleyman Hilmi Tunahan Efendi Hazret’leri 1939 yılında fi’îlen irşad ve ihda vazifesine başladığında, unutulan yok sayılan sünnetleri ihya ettiği gibi, tecdid vazifesini iktizası olarak, tazarrû’ halindeki du’a sünnetini şeklini de ihya ettiler. Yakınlarına, müntesiplerine, ihvan ve ahevata du’a edilirken ellerin nasıl tutulması gerektiğini bizzat gösterdiler ve ta’rif ettiler.

Mu’teber bütün hadis külliyatında, mu’teber mevıza ve fıkıh kitaplarında, Diyanet İşleri Reisliğince tercüme ettirlip bastırılarak  ilk nüshaları bedava dağıtılan Buharî  Muhtasarı Tecrid-i Sarih’de sahih hadis mevcud iken, Mütercim,Şarih de açıkca    tercüme etmiş ve şerh etmiş olmasına rağmen, başta, Diyanet İşleri Reisliği müntesiplerinin ve diğer ulema’nın  bu sünnet karşısında   susması ve Halkımızı tenvir etmemesi anlaşılır gibi değildir. Ancak,” Şöyle cevap verirler. Hayır, ama biz babalarımızı böyle yapar bulduk.” Şuarâ/26/73)...” Onlara “ Allah’ın indirdiğine uyun” denildiğinde: Hayır, biz babalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız, derler. Ya şeytan onları alevli ateşin azabına çağırıyor idiyse” ‘ Lokman/31/21)

İmam-Hatip ve İlâhiyat nesli,Diyanet İşleri Başkanlığı mensupları, Süleyman Efendi Hazret’lerinin ihya ettiği bu sünnete, Camia mensupları tam te’tebbû’ ve temessük’de bulundukları için, bu Nezih Camia mensuplarına iftirada bulundular,” Efendim, şucular,bucular, dua ederken ellerini birleştirirler, biribirlerini ancak böyle tanırlar, bu el tutuşonların alâmet-i Fârika’sıdır,” gibi nice tezvirat...

Oysaki,  zerre kadar ilim ve hikmet namusu varsa, ilim adamına yakışan. Evveliyyetle Mu’teber  Hadis Külliyatını taramak, hususiyle Kütüb-ü Sitte’yi taramak, sonra da mu’teber mevıza ve fıkıh kitaplarını araştırmak ve ondan sonra fikir beyan etmektir.

Tazarrû’ du’a’sı sırasında, ellerin birleştirilerek, zamm’edilerek tutulmasında, vücud-u İnsan üzerindeki Allah’ın bir sırrı ve nüktesi dahî tecelli etmektedir.

Şöyleki, Allah’ın  Ahsen-i Takvim üzerE, ( en güzel biçim’de) yarattığı insan bedenindeki sırlardan birisi de,her insanın sağ elinin auç içinde Arab- İslâm rakamlarıyla 18, sol el auvuç içlerinde ise 81 rakamları yazılıdır( çizgi halinde) eller zamm’edilir birleştirilirse 99  sayısı elde edilir,ki.bu rakam da Allah’ın doksan dokuz, Esmâü’l- Husnâ’sına delalet eder. Cenab-ı Hakk,” En güzel isimler( el-esmâü’l-hüsna) Allah’ındır. O halde O’na o güzel isimlerle du’a edin. O’nun isimleri hakkında eğri yola gidenleri bırakın. Onlar yapmakta olduklarının cezasına çarptırılacaklardır.” ( A’raf / 7/ 180)

Du’a ederken, bu işaretlerle Allah’ın doksan dokuz ismi zihnimizde olduğu halde, Kur’ân’da gizlenen İsm-i A’zam müfessir’lerin ve ehl-i Keşf velî’lerin ifadelerine göre, âyete’-Kürsî ve diğer Âyetlerde sık sık geçen,” el- Hayyu’l- Kayyûm”isimlerini zikri du’a’nın kabûlü’ne   vâbestedir...