LİYÂKAT VE EHLİYET BİR TARAFA BIRAKILINCA!...
Aziz Kardeş’lerim. Bu çalışma’da. Çok ehem tespitlerde bulunacağım. Bu tespitlerde anlatacaklarım, bizzat, aktörleri arasında bulunduğum, ya da, anlatacaklarım fitnelerin zuhurunda, bizzat, hedef olduğum, hedefleri arasında bulunduğum, hâdisat’dır. Kasdım, birilerinin yaptığı gibi, fitne’lerin zuhurunda, bizzat, aktörlük yapan, fitne ateşine behzinle giderek, fitnelerin zuhuruna sebebiyyet verdikleri halde, vebal’den sıyrılmak için, birilerini, Ahmed’i, Mehmedi günah keçisi göstermek değildir. Hele hele, ebediyyete intikal etmiş, hesabını Ruz-i Mahşer’de Rabbi’ne verecek, haklarında söylenen, yazılan, çizilen iddia’lara artık cevap veremez durumdaki insan’ların ruhlarını ta’ciz etmek hiç değil!..
Birilerinin, “ Kıpt-i Merdî, Şecaat arz’ederken, Sirkatin söyler,” misali geçmişte kimlere ve nasıl kumpas kurduklarını, kimlere ve nasıl oparasyon çektiklerini balllandıra ballandıra anlattıkları gibi masal anlatmak hiç değil!...
Bu tespitler, Tarihe not düşmek, geleceğin tarihcilerine belge bırakmak, gelecek nesil İmam-ı Rabbânî Evladı’na, neyin nasıl yapılması, nelerden kaçınılması hususlarında ibret almaları için yol göstermektir.
Geçmişin çok iyi anlaşılması, iyi değerlendirilmesi, iftira ve buhtanlar ma’ruz kimselerin töhmetlerden halası için, zaman zaman, zülfiyare dokunulma zarureti doğabilir.
Almanya’ya ve Avrupa’nın diğer ülkelerine, irşad, ihda ve tecdid için ilk gönderilenlerde, ehliyet, liyâkat, rantabil, beşerî münasebetleri uygun, diksiyonları düzgün olma şart’ları aranırken, daha sonraki yıllarda, “ Ahbapçavuş münasebetleri,” öne çıkarılmış, ehliyet ve liyâkat yerine, “ Bölge İdarecisine bağlılık ve sadakat,” öne çıkarılmıştır.
Avrupa’da çalışan, ekserîsi imanı bütün Anadolu çocuğu işçilerimiz, kazançları da yerinde olduğu için, Türkiye’ye, Merkezî Otorite’nin kontrolündeki Beytü’l-mâle ulaştırılmak üzere, buradaki hoca’lara, temsilcilere, zekat, kurban ve teberru’ olarak, bol miktardaki meblağı emanet ediyorlardı.Buralardaki İşçi Kardeşlerimizin yardım hususndaki gayretleri Türkiye’miuzdeki müslümanlardan kat be kat fazlaydı. Çalıştıkları firmalarda, hıristiyan olanların maaş’larından önemli miktarda kilise vergisi kaynağından kesiliyordu. Fakat, bunlar müslüman oldukları için kilise vergisinden muaf tutuluyorlardı. Bunlar da maaşımızdan bir miktarı, zekat, kurban ve teberru’ olarak gönderelim,” diye seferber olmuşlardı. Hoca’lara ya da, temsilcilere emanet edilen bu meblağlar ilk zamanlarda şeffaf bir şekilde, Merkezî Otorite’ye ulaştırılıyor, Türkiye’de nerede ihtiyaç varsa oraya gönderiliyordu.
1970’li yılların sonundan, 1980’li yıllarının başlarından i’tibâren, Bölge İdarecileri ve emirlerin tercihi ile, Avrupa’ya gönderilenler, kendilerine emanet edilen, yşardımları doğrudan Merkezî Otorite yerine, kendisinin sadakatle bağlı olduğu, bölge idarecisi ve emir vasıtasıyla, Merkezî otorite’ye ulaştırılması cihetini tercih etmeye başladılr. Şeffaflık da yoktu.
Zaman zaman, bu Avrupa ülke’lerinden ziyaret maksadıyla, İstanbul’a gelenler, Ziyarethane’ye de uğrayıp, devrin idarecisini de ziyaret ederlerdi. Bu ziyaretler esnasında, sohbet sırasında, “ Efendim, bu sene Ramazan ayında, eski Ramazan aylarına göre fazla yardım toplayamadık, ancak, şu miktarda, Mark ya da, Avro toplayabildik,” diyorlardı. Halbuki, O Eyaletten vev Ülke’den, bölge idarecisi ve emiri tarafından, bilvasıta, Merkezî Otorite’ye ulaştırılan miktar, söylenen miktarın % 10’nu bile değildi.
Bu arada,ba’zı bölge idarecisi vev emir’lerin maaşları ve diğer kazançlarıyla, mütenasip olmayan mal varlığkları ortaya çıkmaya başladı. Apartmanlar, İstanbul’da, Ankara’da mu’tena semt’lerde süper Lüks Apartman katı daireler, Mandıra ve Mobilya Mağzalar zinciri... Durum, çok ciddî rahatsızlıklara, hasede fesada sebep oldu.
Hazreti Üstazımızın Ebediyyete intikali, Üveysî olarak, Tasarruf-u ma’nevî VE Tasarruf-u Hakîkî’ye geçişinden 15 yıl sonra, zuhur eden ilk büyük fitne de, - bu fitne’ye, “ Gazeteciler Fitnesi,” diyebiliriz.- 1980’lerin ilk yıllarında ilk zuhur eden fitne de,-birinci fitne’ye nazaran ma’alesef, çok daha tahibkâr olmuştur.- hizmette, hayırda müsabaka için zuhur etmemiştir. Oysaki, Hazreti Üstazımızın Sûrî, zahirî, tasarruf, tecdid yıllarında ve ebediyyete intikalinden sonraki ilk 15 yılda, 1976 yılına kadar, bizler, İmam-ı Rabbânî Evlâdı, kin, buğuz, adavet, hased nedir, bilmezdik. Küçükler büyüklerine herdaim, hürmette, büyükler de küçüklere herdaim, şefkatte ve merhamette kusur etmezdik. Hep hayırda ve güzel ahlak’da müsabaka ederdik. Ne olmuştu da, darb-ü Şetm’e kadar uzanan, kin, buğuz,adavet ve hased gfirdabının içinde kendimizi bulmuştuk...