FİTNE NE ZAMAN ZUHUR ETMİŞTİ!...
“İçinizden sadece zulmedenlere isabet’le ( dokunmakla), kalmayacak olan fitne’den (azaptan) sakının. Allah’ın cezalandırmasının şiddetli olduğunu bilin.” ( Enfal 8/ 25) Abdullah İbn-i Mes’ud radiya’llâhu anh. bU âyeti Kerime nâzil olduğunda, bizler, Resûlu’llâh’ın en yakınında bulunan Ashab, biribirimize bakıştık. bu fetne de nemenem bir şeydir? Dedik. Biz’ler, Peygamber’imizin etrafında kenetlenmiş, biribirimize sevgiyle,hürmetle davranan bir topluluktuk. Büyüklerimize, hürmetle, küçüklerimize şefkat ve mierhametle davranmayı kendimize şiar edinmiştik. Bırakınız kendi aramızda, adavet,kin, buğuz ve hıkd-ü hasedi, Medine Şehir Devletimizin teb’ası, yahûdî ve müşrik’lere karşı bile, adavet, kin, buğuz ve hased ile davranmazdık. Fiutne nedir? Onu da bilmezdik
Ne zamanki, Üçüncü Halife’miz, Hazreti Osman bin Affan radiya’llâhu anh Efendimiz, Haricî’ler,( Günümüzdeki hiçbir, dînî, ma’nevî, insânî değeri bulunmayan, öldürmeyekodlandırılmış, robotlaştırılmış, P.K.K. misali, Terör Örgütü), tarafından şehid edildi, işte o zaman, Fitne’nin nemenem bir şey olduğunu, pek iyi idrak ettik.
İslam Tarihinde ilk, en büyük ve en şiddetli fitne, Hazreti Osman bin Affân radiya’llâhu anh Efendimizin şehid edilmlesinden sonra zuhur etmiştir. Fitne zuhur ettiğinde, evveliyyetle, Fitne ateşi söndürülür, sonra sebebleri araştırılır. Tıpkı, bir yerde yangın çıktığında, İtfaiyye Teişkilatı, yangın’ın sebelerini araştırmak için vakit kaybetmez, öncelikle, yangını söndürür, sonra da sebelerini araştırır.. Fine zuhur ettiğinde, kim, kimler haklıdır, kim, kimler haksızdır, bu husus da, keat’î olarak, belli olmaz. Resûl-i Zîşân, salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimiz, “ Fitne zuhur ettiğinde, yürüyen, koşan’dan, ayakta duran , yörüyenden, oturan, ayakta duran’dan daha hayırlıdır,”buyurmuştur.” Fitne zuhur ettiğinde, koşanları, yörüyenleri, ayakta duranları görenler, fitneye dahil olduklarını, fitneyi ateşleme, fitne ateşini harlatmak üzere olduklarını zannederler. İsabetli olan, fitne zuhur ettiğinde, fitne’de, herhangi bir tarafa, taraftar olmamak, evinde oturmak, taraftar olmak şöyle dursun, taraftarlık zannını ve şüphesini bile uyandırmak, mes’ûliyyetten kurtarmaz.
Bu büyük fiitne zuhur ettiğinde, Ebû Zer el- Gifârî, radiya’llâhu anh gibi, ba’zı. Kibâr-i Sahâbe, Fitne’ye taraf olmamak, taraflardan birisine taraftar olmamak içien, Medine-i Münevvere’yi terk edip, Bâdiye’de ( çöller’de) tek başına yaşamayı terciuh ettiler. Nitekim, Peygamber’imizin mu’cize olarak haber verdiği, “ Ebû Zer el- GıfârÎ, yalnız gezer, yalnız yaşar ve yalnız ölür,” mu’cizesi tahakkuk etmiş, Fitne sebebiyle Medine-i Münevvere’yi terk etmiş, Bâdiye’de( çölde), tek başına yaşamaya başlamış, vefat ettiğinde de, yanında, zevcesi ve kölesinden başka kimse bulunmuyordu.
“ Korunun da sizinle savaşanlarla Allah yolunda çarpışın. Fakat haksız taarruz etmeyin. Çünkü Allah, haksız taarruz edenleri sevmez.” “ Onları nerede yakalarsanız öldütrün. Sizi çıkardıkları yerden onları çıkarın. Fitne öldürmeden daha ağırdır. Yalnız Mescidi Haram yanında onlar sizinle savaşmadıkca siz de onlarla savaşmayın. Ancak sizi öldürmeye kalkışırlarsa, hemen onları öldürün. Kâfirlerin cezası böyledir. ” (Bakara/2/190,191)
( Müfessirler, “ Fitne”, kelimesinin, şirk, küfrü yaymak, irtidat( dinden döndürme), hürriyyeti yok etme, amme nizamını bozma, memleketten sürgün ma’na’larına geldiğine işaret etmişlerdir.
Fitne’nin , katl, kıtâl’den daha şiddetli olduğu görülmüştür; Hazreti Osman bin Affân radiya’llâhu anh Efendimizin şehid edilmesi üzerine, Hazreti Muaviye, taraftarları, Hazreti Osman’ın kabile ve yakınları, dördüncü Halife, Hazreti Ali Kerreme’llâhu Vechehû, Hazret’lerinden, Hazreti Osman’ı şehid eden, kâtil’in bir an önce tesbit edilmesini ve kısas tatbik edilmesini talep ettiler.
Halife, Hazreti Ali, Kerreme’allâhü Vechehû, “ Elbette, Hazreti Osman’ın kâtili bulunacak, hak ettiği cezayı görecek, hakkında kısas uygulanacaktır. Ancak, şu anda, tam bir fitne ve kaous hakim. Hazreti Osman evinde Kur’ân okurken kalabalık bir Haricî gurup tarafından şehid edilmiş, Mübarek kanı, okuduğu Mushaf üzerine akmıştır.- Hazreti Osman’ın şehid edildiği anda, okuduğu Kur’ân= Mushaf-ı Şerif, İstanbul, Topkapı Sarayı Müzesi, Mukaddes Emanetler Dairesinde muhafaza edilmekte olup halen, ziyarete açıktır.- Ne varki, burada bulunan, haricî’lerin her birisi, Hazreti Osmanı’ı kendisinin şehid ettiğini söylüyordu. Kâtli, gerçek kâtil, bir türlü tesbit edilemiyordu. Halife, Hazreti Ali, kaos bitsin, ortalık yatışsın, gerçek kâtil tesbit edilecek, hakkındaki kısas da tatbik edilecektir,” diyordu.
Fitne ateşi daha da harlandı, taraflar oluştu. Halife Hazreti Ali’nin karşısında oluşan tarafta, hazindir, Mü’minlerin annelerinden, Esvac-ı Tâhirâttan, Hazreti Aişe-i Mutahhare, Aşere-i Mübeşşere’den, ( dünyada iken cennetle müjdelenen on kişi ki, bunlardan, Talha ve Zübeyr gibi Kibar-i Sahabe’den ba’zıları da yer aldı. Sıffın ve Cemel vak’a’larında, ma’alesef, Asr-ı Saâdet’de cereyan eden, 67 muharebe ve seriyye’de şehid düşenlerin kat be kat, fazlası şehid düşmüşlerdir. Hazreti Talha ve Zübeyr de bu vak’a’larda şehid düşenlerin arasındaydılar.l Asahb-ı Güzîn arasında cereyan eden bu mücadele ve münâza’a dolaysiyle taraflardan hiçbirisi, asla suçlanamaz, itham olunamaz..
Ehl-i Sünnet müçtehid’leri, alimlerimiz, Zikr-i Hafî , Tarîkat-i Nakşibendiyye-i aliyye Esâtîzi, İmam-ı Rabbânî, Müceddid-i Elf-i Sânî, Ahmed-ü Faruk, es- Sirhindî, Hazret’lerinin şahsında, şu orta yolu bulmuşlardır.” Mücadele ve Münâza’a mevzu’u, İçtihâdî bir mes’ele’dir. Bu içtihâdî mes’ele’de hak ve isabet her ne kadar Hazretui Ali tarafındaysa da, Müçtehid’ler, içtihadlarında isabet ederlerse, iki sevab, hakta ederlerse bir sevab kazanırlar. Ya’nî, hata eden de günah işlemiş olmaz, sevab kazanır. Bunun için de, hata edenler de asla ve hiçbir şekilde itham olunamaz...
Bu Makale, bundan sonraki çalışmalarımız için bir nev’i, “Dibâce,” mahiyetindedir.