SÜLEYMAN  EFENDİ  HAZRET’LERİ  HAKKINDAKİ,  YALAH,  İFTİRA  VE  BUHTAN’LARA CEVAPLAR!... ( 10 )

Çağı’mız, iletişim ve haberleşme’de  başdöndürücü  sür’atte ilerlediği ve geliştiği bir çağ’dır; eski devirlerde,cild’lerle ansiklopedi karıştırarak ulaşılan bilgiler, akıllı Telefon’ların bir tuşuna bastığınızda, önünüze akmaya başlıyor. Bilgiye, habere, ilme ulaşmak böylesine kolaylaştığı bir devirde, elbette, yalan haber, yanlış bilgi, ifsad edici ilimler de ışık süra’tiyle yayılmaktadır.

Yalan haber, yanlış bilgi öylesine hakîkat kılıfı ile ortaya sürülüyor ki, neredeyse, kendi adınızdan bile şüphe etmeye başlıyorsunuz.Bendeniz,İnternet Mecra’larında sörf yapan birisi değilim, yakinen tanıdığım ve kendilerine güvendiğim, arkadaşlarımın hesaplarından gönderilen Email,SMS VE whatsAPP,  mesajlarına bakarım, şimdiye kadar bu mesaj’lardan fazlasıyla müstefid oldum. Yüzyüze veya Telefonla kendileriyle görüştüğümde, “ Bana,Cebehane’den mühimmat takviyesi yapıyorsunuz,” diye kendilerine iltifatta bulunurum.Bu cümleden olmak üzere,Yakın bir arkadaşım, kardeşim,” Ağabey, Size bir video- ses kaydı gönderdim, biraz uzun, bir saatten faza devam ediyor, lütfen,   sabırla sonuna kadar dinleyiniz,” kaydiyle, bir video-ses kaydı gönderdi.Aynı video’yu ses kaydını başka akadaşlar da ayrıca gönderdiler. Demek ki,bir hayli rövaç bulmuş pekçok kimselere gönderilmiş bir ses kaydı.Sabırla,her geçen dakikası vücudumu sanki milyonlarca iğne saplanıyormuş gibi, kendimi, kan ve irinle dolu bir tekne’de işkence görüyormuşcasına, sonuna kadar dinledim...

Edindiğim ilk intibâ’, hatip  sanki, dinî   ve tasavvufî   sohbette bulunan bir ^hocaefendi,” değil,herhangi bir Televizyon kanalında Standap yapan komedyen, maskara, dinleyenler’de, zaman zaman gülerek, zaman zaman beden hareketleriyle bu komedyeni  tasdik eden, gülen eğlenen, tiyatro seyircileri gibiydiler.

Sohbet, bir cömezi dev aynasına çıkarmak, dev aynasında göstermek, yaldızlamak parlatmak üzerine kurgulanmıştı..Aslında, herhangi birisine onda olmayan kemalat sıfatları ona hamletmek, izafe ve isnad çok zor bir zanaattir.Böyle zor bir zanaati,ancak, aklını fikrini, kiraya vermiş, şahsiyyetini        yitirmiş, şuursuz, sahibinin sesi dalkavuklar, sahneyi,perdeyi viran eden. Soytarılar yapabilir.

Hazreti Üstaz’ımızın sirtihalinden sonra, dünyevî,Zâhirî  ve günlük işleri tedviurle vazifeli olanları kasdediyor,olmalı, ki,” Her üçü’de aynı ocaktan, aynı kucaktan gelmektedirler,” diyor. Ne alaka? Merhum, Büyüğümüz, Kemal Kacar, Merhum, Halil Kacar ocağında ve Zehra Kacar’ın kucağında büyüdü. Ancak,19 Yaşındayken,Galatasaray Lisesini bitirdiği yıl, Hazreti Üstaz’ımız terbiyesi tahtına girmiş, Rahle-i Tedrisinde ders okumuş, İrtihaline kadar da yanında, hizmetinde olmuştur. Hazretiu Üstaz’ımızın intihalinden sonra da, 41 yıl müddetle, hatasıyla savabıyla, İmam-ı Rabbânî Evlâdı’na Ağabeylik etmiş ve hiç bir zaman kendisinde herhangi bir ma’nevî  varlık görmemiştir.Bizlere sık aralıklarla, “ Benim sizlerden herhangi bir farkım,ydktur, Hasbelkader, Hazreti Üstaz’ımıza    sizlerin ba’zılarından daha önce  mülakî  olmam, kapılanmam ve yine hasbelkader, damadı olma şerefine nail olmamdır.” Buyururlardı. Merhum, Ahmed Arif Denizolgun,Merhum, Hüseyin Kamil Denizolğun ocağında, Merhume, Feriha Ferhan kucağında  büyüdü,Hazreti Üstaz’ımız irtihal buyurduğunda kendisi 3 yaşında bir çocuktu.Dolaysiyle, Hazreti Üztazımızıh terbiyesi altına giremedi, Rahle-i Tedrisinde bulunamadı.Alihan Kuriş, dikkat  buyurun,Soyadı, Tunahan değil, Kuriş, Salih Kuriş’in ocağında, Ayşe Gülderen Kuriş’in kucağında böyümüştür, Hazreti Üstaz’ımızın  ebediyyete irtihalinden yıllarca sonra dünyaya gelmiş olup, ne Rahle-i Tedrisinde ve ne de ma’nevi terbiyesi tahtında bulunmuştur.. Demek ki,” Hepsi de aynı ocaktan, aynı kucaktan gelmişlerdir,” demek koskocaman bir yalandır.

“ Hazreti Üstaz’ımız,yüzbinlerce talebe okutmuştur.Fakat, biz bugün üç isimden bahsedebiliriz.Çatalca Müftüsü,Merhum, Lütfi Davran, Merhum, Mustafa Çırpanlı ve Mustafa Özaltın..Eskilerin sık kullandıkları argo bir ta’bir vardıd; “ Atma Kardeş! Din Kardeşiyiz!..12-13 yaşlarında, ilkokulu bile bitirmeden babaları tarafından, “ Eti Senin Kemiği Benim,”denilerek Hazreti Üstaz’ımıza teslim edilen ve ömürleri boyunca Ümmeti Muhammed’in Evlâdı’na hizmet eden Hasan Arkan- Mehmed Arıkanları nasıl inkar edebiliyorsunuz?Mustafa Çırpanlı Hoca’mızla birlikte, Hazreti Üstaz’ımızın, Rahle-i Tedrisinde bulunanlardan,” İlm-i Mantık metinleri yok olsa, Kalaycı Hoca( Merhum Müftü, Mehmed Oral) Şemsiyeyi yeniden yazabilir,” buyurduğu,” İlm-i  Kelam  metinleri  kaybolsa, Ömer en- Nesefî’nin Şerh’i Akaid Metnini yeniden yazar,” buyurduğu, Demirci Hoca, Mustafa Özdemir( Gazioğlu) Emekli müftü ve diğer Hoca’larımızı nereye koyacağız?

Hazreti Üztaz’ımızın 1954 Yılının yaz aylarında, İstanbul’da, Üsküdar,Kısıklı, Küçükçamlıca’da, Çilehane’de Kiralık Köşk’lerde o zamana kadarki, en kalabalık talebe’ye aynı anda ders okuttuğu,( Tekâmül’e iştirak eden, 25 kişinin tamamı,Diyanet İşleri Başkanlığı’nın açtığı Müftülük- vaiz’lik imtihanını kazandılar. Bunlardan birisi,bu satırların    yazarı’nın halazâdesi, Merhum, Ahmed Gül, Ödemiş’te ta’yin edildiği  İl müftülük muciubini beklerken, cinnet geçirdi. Bir başkası, Karadenizin  gözünü budaktan esirgemeyen çılgın alimi, Hacı Ferşad Efendi’nin oğlu intihar etti. Geriye kalan 23 kişiden hepsi, aralarında, Hafız, Hüseyin,’ Hüseyin Kaplan) Merhum,Merhumlar, Mehmed Emre, Halid Başer, Arıkan Kardeşler, Merhum Müftü, Mahmud Ünve ve diğerleri yıllarca, müftü-vaiz olarak Ümmeti Muhammed’e hiuzmet ettiler, bunları nasıl inkar edersin , unvanı, kendisiinden menkul,”Hocaefendi,”

“Hocaefendi”, Merhum, Çatalca Müftüsü, Lütfi Davran Ağabeyimize de büyük bir buhtanda bulunuyor. Güya, Lütfi Davran Ağabey anlatmış, - nerede anlatmış,kimler duymuş, kim rivayet etmiş, rivayet eden ravî Sîga mı, yani kendisine güvenilen birisi mi,bu suallerin hiçbir cevabı yok. İşkembe-i Kübra’dan salla gitsin..Anlatılan şu: Hâşâ! Cenab-ı Hak, ahir zaman veli’lerini toplamış!.. Bundan sonra anlatılanlar, Azemetu’llâh’a uymadığığ ve küfrü mültezim olduğu için, ben burada Haşyetimden naşi, anlatılanları zikretmeyeceğim. Artık, sizler,  standapçı’nın  anlattığı ve  ekserisi, küfrü mültezim ifadeler karşısında, büyük bir keyifle   ta’kip eden zaman zaman, gülerek zaman zaman da vücud diliyle bütün anlatılanları kabul ve tasvip edenlerin halini düşünün. Bu işin şakası yok, Efendiler. İmanınız elden gidiyor, sizler gülüyorsunuz... İçinizden bir adam, ama adam gibi bir adam çıkıp da” Ey Hocaefendi,” sen ne diyorsun? Bu söylediklerin küf rü mucib ve mültezim’dir,” diyemiyor. Bu dâl ve mudîl bir soytarıyı dinlemeye, alkışlamaya, tasvip etmeye, onaylamaya devam ediyor.

Bu dâl ve mudîl’ çığırtkan ve soytarının devirdiği çamlar  sadece bunlardan ibaret değil, çok daha vahim olanlar var...