SÜLEYMAN EFENDİ HAZRETLERİ HAKKINDAKİ YALAN, İFTİRA VE BUHTANLARA CEVAPLAR!.. (63)

İmam Hatip Okulları ilk mezunlarını vermeye başlamıştı. Devam edecekleri din eğitimi veren bir akademi veya yüksek okul bulunmuyordu. Tek Parti Mütegallibe CHP zamanında açılmış bulunan Ankara Üniversitesi İlahiyât Fakültesine açıldığı tarihten itibaren kasıtlı olarak diğer üniversitelerden yüce İslâm Dinine karşı en hafifinden mesafeli olan, hocalar tayin edilmişti. O devirde televizyon yoktu ama devletin çok kuvvetli radyo istasyonları vardı. Cuma günleri ramazan ayları ve diğer mübarek gün ve gecelerde tek bir ilâhiyât olduğu için bu fakülteye mensup hocalar, sözde dinî konuşmalar yapıyorlardı. Konuşmalarında yüce İslâm Dinini iki noktaya cem’etmişlerdi. Çalışmak, çalışmak çok çalışmak ve temizlik... Elbette çalışmak, çok çalışmak, rızkını helalinden çalışarak alın teriyle kazanmak, çok güzel, İslâm’ın emri, fakat yetmez. Temizlik dinin yarısıdır, ruhen ve bedenen temiz olmak İslâm’ın emridir, fakat yetmez. Bu sebeplerden dolayı dinî çevreler, İmam Hatip nesli, Ankara Üniversitesi İlâhiyât Fakültesine müsbet bakmadıkları için bu fakülteye kayıtlarını yaptırmıyorlardı. İlahiyat Fakültesine daha ziyade Köy Enstitüleri mezunlarıyla düz liselerden mezunlar kayıt yaptırıyorlardı. Bunlar fakülteye kayıt yaptırırken asgarî zarûrat-ı diniyelerini bilmezler, Kur’ân-ı Kerim’i yüzünden dahî okuyamazlardı. Aynı hal üzere de mezun olurlardı. O yıllarda üniversitelere giriş imtihanı yoktu. Dileyen her lise mezunu, dilediği bir üniversitenin her hangi bir programına kaydını yaptırabilirdi. Hatırlıyorum İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi gazetelere ilan vermişti. Yeteri kadar lise mezunu müracaatta bulunmadığı için, orta okulları birincilikle bitirenler de fakültemize kayıt yaptırabilecekler,  orta okulları birincilikle bitirenlerin şu tarihe kadar müracaat etmeleri ilân olunur, deniliyordu.

Başta İlim Yayma Cemiyeti olmak üzere İmam-Hatip Okulundan mezun olanların devam edebileceği ya İslâmî İlimler Akademisi ya da Yüksek İslâm Enstitüsü kurulması hususunda devrin Maarif Vekaleti ve Menderes Hükûmeti nezdinde temaslar halindeydiler. Nihayet devrin Maarif Vekili merhum Tevfik İleri’nin çok büyük gayretleriyle, 1959-1960 Eğitim ve Öğretim yılında, İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü açıldı ve öğretime başladı. Enstitünün kendi binası yoktu, öğretim kadrosu yoktu, ”bir masa, iki sandalye yeter” mantığı ile açılmıştı. İstanbul’da Kabataş Fındıklı’da Namık Kemal İlkokulu’nun çatı katında devrin Maarif Vekili merhum Tevfik İleri’nin açılış konuşması ve sembolik olarak ilk dersin, devrin Maarif Vekili merhum Tevfik İleri’nin verdiği programda hazır olanlarndan birisiyim. İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsünün 1 numaralı öğrencisi devrin Şişli Müftüsü merhum Nuri Yeprem’in oğlu M.Saim Yeprem idi.

İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsünde kuruluş yıllarında tayin edilen hocaların ya da kadrosu üniversitelerde, Maarif Vekaleti’nin diğer eğitim müesseselerinde olduğu halde ders veren hocaların profiline bakıldığında görülecektir ki Mısır Câmiatü’l- Ezher menşeli ya da Mısırlı Masonlar, Cemaleddin-i Efgânî ve Muhammed Abduh hayranı, Mehmed Akif Ersoy hayranı, dinî müceddidler       (dinde reform isteyenlerden) müteşekkil idi.

Bu meselenin iyice anlaşılabilmesi için Mısır’ı, Câmiatü’l- Ezher’i merhum Mehmed Akif Ersoy’un hayrahı olduğu Cemaleddin-i Efgânî’yi, Şeyh Muhammed Abduh’u çok iyi tanımak, bilmek gerekir.

19.Asırda, 1939’da Osmanlı Devleti Aliyyemizde Tanzimat Fermanı, Gülhane Hattı Hümayün ilan edilmişti. Kavala Ailesinin Devleti Aliyyemize ihanetiyle Osmanlı’dan fiilen uzaklaşan ilk eyalet Mısır’da Masonlar, Câmiatü’l- Ezher’i ele geçirmişlerdi.1939 tarihinden beridir Ezher’in bütün şeyhleri   Masonlar arasından seçilirler. Merhum Mehmed Akif Ersoy’un hayran olduğu, Cemaleddin-i Efgânî ve onun talebesinden Ezher Şeyhi Muhammed Abduh yüksek dereceli birer masondular. O yıllarda, dünyada yavaş yavaş Memalik-i Osmaniye’de ve diğer bazı İslâm Ülkelerinde Mason Locaları açılmaya başlamıştı. Bu localardan bazıları yüce bir varlık olarak Allah’a inanıyor, bazıları ise büsbütün Allah’ı inkar ediyordu. Cemaleddin-i Efgânî büsbütün Allah’ı inkar eden bir mason olduğu için, yüce bir varlık olarak Allah’a inananların mensubu oldukları, İskenderiye Locasından tard edildi, Paris’e gidip Allah’a inanmayanların mensubu oldukları locaya kaydını yaptırıp, İstanbul ve Sudan üzerinden Mısır’a dönmüştü.

Şeyh Muhammed Abduh, bütün peygamberlerin mucizelerini inkar ediyor, peygamberlerin ezelden peygamber olarak seçilmiş, mucizelerle müeyyed olduklarını inkar ediyor, peygamberler insanlar arasında akıllı ve zeki insanlardır diyor. Peygamberimizin bütün mucizelerini de inkar ediyor, peygamberimizin veladetinden yaklaşık 51 gün önce vuku bulan Ebu Cehl dahil pek çok müşrikin de şahitlik ettiği, Ashab-ı Fil, Ebabil Kuşları mucizesini bile inkar eder, Ashab-ı Fil’in helakini sari bulaşıcı çiçek hastalığına bağlar.

İşte merhum Mehmed Akif Ersoy’un hayranı olduğu zatlar bunlardır. Bunları göklere çıkaran şiirler yazmış, bunlardan ilham alarak ”Asrın idrakine uydurmalıyız, Kurânı” “Biz nur istiyoruz, sen bize ateş  gönderiyorsun” gibi mısraları yazmıştır.

Mısır, Câmiatü’l Ezher menşelilerin hangi zihniyette insanlar olduklarını daha iyi anlayabilmek için, 1920’li yılların son çeyreğiyle 1930’lu, 1940’lı, 1950’li yıllarda Mısır’daki Türk Kolonisinden olanların zihniyetlerini de iyi bilmek lazımdır.

Mısır’da Devleti Aliyyemizin inkırazı ve yerine yeni bir rejimin ikamesi hengamesinde, 150’lilikler listesinde olup, yeni rejim tarafından imha ve ifna edilmesi için her tür gerekçeye başvurulanlardan birisi olan Osmanlı Devleti Aliyyesi son dönemlerinin Şeyhulislâmlarından Tokadî Mustafa Sabri Efendi, Süleyman Hilmi Tunahan Efendi Hazretlerinin gayret ve himmetleriyle bir yolunu bulup, Mısır’a hicret etmişti. Diğer taraftan, millî mücadelemize ve Kurtuluş Savaşımıza bütün varlığı ve benliğiyle iştirak etmiş, Kastamonu’da, Konya’da ve yurdumuzun diğer bölümlerinde halkımızın Kurtuluş Savaşımıza sahip çıkmasını ve katılmasını temin etmiş, TBMM’nin birinci döneminde, Burdur mebusu olarak bulunmuş millî şair Mehmed Akif Ersoy, ikinci meclise davet edilmemiş, 3 Mart 1924 Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile medreselerin kapatılması, Şeriyye ve Evkaf Vekaleti’nin lağvi ile başlayan devletimizin ve milletimizin bütün değerlerinin yok edilmesiyle neticelenen serî tahribatı görünceki  5-6 senelik bir sürede, din eğitimi, nikah yasaklanmış, Frenklere ait ne varsa kabul edilmiş, Frenk mukallidliğinin bir örneği olarak, Müslüman Türk Milletine küfür alameti olan şapka zorla giydirilmiş, takvimi, hicrî tarihi değiştirilmiş, Anayasasından “Devletin dini din-i İslâm’dır” maddesi çıkarılmış, Laiklik kabul edilmiş, Laiklik her ne kadar “İnanç Hürriyeti” olarak lanse edilmiş ise de, rejim Laikliği tam bir din düşmanlığı olarak uygulamıştır. Bütün bunlara şahitlik eden Mehmed Akif Ersoy derin bir yeisle Mısır’a hicret etmiş, kış aylarında Mısır’da, Ezher’de Türk Edebiyatı okutuyor, rahatsızlığı sebebiyle yaz aylarında, İstanbul’a geliyor, Beyoğlu İstiklal Caddesinde Cadde-i Kebir‘de bulunan Mısır Apartmanında Kavalalı ailesinin kendisine tahsis ettiği dairede dinleniyordu.

Mısır’daki Türk Kolonisinden bir bölümü, Mehmed Akif Bey, Ekmeleddin İhsanoğlu’nun pederi Yozgatlı İhsan Efendi’nin mahfiliinde, bir bölümü de daha önce ifade edildiği gibi, Mısır’a hicret eden, Şeyhulislâm Mustafa Sabri Efendi’nin mahfilinde sohbetlere devam ediyorlardı...