TÂĞUT’A UBÛDİYET–TÂĞUT’UN KULLARI!.. (4)

“Dikkat et, halis din yalnız Allah’ındır.  O’nu bırakıp kendilerine bir takım dostlar edinenler, onlara bizi sadece Allah’a yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz derler. Doğrusu Allah, ayrılığa düştükleri şeylerde aralarında hüküm verecektir. Şüphesiz Allah, yalancı ve inkarcı kimseyi doğru yola iletmez.“        (Zümer/39/3)

(Araplar, putları vasıtasiyle Allah’a yaklaşacaklarına inanıyorlardı. İslâm dini Allah’tan başka hiç bir şeye kulluk edilemeyeceğini, onların bu tutumlarının Allah’a ortak koşmak olduğunu bildirdi ve bunu kesinlikle yasakladı.)

“Mukaddes vâdi Tuvâ’da rabbi ona şöyle seslenmişti: Firavun’a git! Çünkü o çok azdı. De ki, arınmayı ve seni rabbimin yoluna iletmemi ister misin? Böylece ondan korkarsın. Ve ona en büyük mucizeyi gösterdi. (O ise) hemen yalanladı ve isyan etti. Sonra (inkâr için) olanca çabasını göstererek sırtını döndü. Derhal (adamlarını) topladı ve (onlara) bağırdı: Ben sizin en yüce rabbinizim! dedi. Allah onu,    (herkese ibret olarak) dünya ve ahiret azabıyla cezalandırdı.”(Nâziât/16, 17, 18, 19, 20, 21, 22, 23, 24, ve 25)

Cahiliye dönemi Arap Müşrikleri kendi elleriyle yaptıkları taştan, tunçtan, demirden, ahşaptan ve başka maden ve maddelerden yaptıkları putlara ”Bunlar bizi Allah’a yaklaştırsın” diye ”bunlara tapınıyoruz”diyorlardı. Hazret-i Ömer radiya’llâhu anh efendimiz, cahiliye devrinde Yüce İslâm ile müşerref olmadan önceki hayatımda bir safhayı hatırladığımda kahrolurum, hicab duyarım, kendimden geçerim. Cahiliye döneminde ben de diğer Araplar gibi kız çocuğunu büyük bir ayıp olarak kabul ediyor, kız çocuğum olduğu için utanıyor, insanların arasına çıkamıyordum. Bu ayıptan kurtulmak için ben de başkaları gibi kız çocuğum üç yaşına yaklaştığı ve yürümeye başladığı anda elinden tutup çöle götürdüm, bir çukur kazarak diri diri toprağa gömmüştüm” bu şen’i muameleyi her ne zaman hatırlarsam herkesten utanır, kahrolurum. Bir başka safha bizler uzun mesafeli sefere çıkacağımız zaman eşlerimiz azık olarak peksimet, un helvası gibi uzun müddet dayananan şeyler  hazırlardı. Biz bunlara put şekilleri verir zaman zaman tapınır, acıkdıkça da kenarından köşesinden birer parça koparır, karnımızı doyururduk. İşte bu safhayı da her hatırladığımda katıla katıla güler kendimden geçerim. Aman Allah’ım! Biz o devirde ne kadar aciz, ne kadar zavallılarmışız.

Devrimizide ineğe, yılana ve başka hayvanlara tapınanlar bulunduğu gibi, halâ! masnû, aciz, kendisinden başka kimseye hattâ kendisine bile hiçbir faidesi olmayan cansız cisimlere tapan milletler, kavimler, topluluklar az değildir.

Kur’ân-ı Kerim’de kıssaları anlatılan, Tâğutlar, Firavunlar, Nemrudlar, Haman ve Karun, kimi yanlarına ve hüküm altına aldıkları halklarına, kimi Karun gibi sahip olduğu hazinelerine güvenerek azdılar, kudurlar, Allah’a karşı şirk, insanlara karşı zulmettiler.

“Karun, Musa’nın kavminden idi de, onlara karşı azgınlık etmişti. Biz ona öyle hazineler vermiştik ki, anahtarlarını güçlü kuvvetli bir topluluk zor taşırdı. Kavmi ona şöyle demişti:  Şımarma! Bil ki Allah şımarıkları sevmez.”(Kasas/28/76)

(Karun’un, Hazret-i Musa’nın amcazâdesi olduğu rivayet edilir. Önce Hazret-i Musa’ya iman etmişti. Fakat hırsı ve kıskançlığı yüzünden münafıklığa yeltendi. İsrailoğullarının başında Firavun’un görevlisi olarak bulundu, onlara karşı zulm etti ve taşkınlıkta bulundu. Bir taraftan servetiyle bir taraftan da ilmiyle övünüyor, şımarıyordu. Rivayetlere göre İsrailoğulları içinde Tevrat’ı en iyi okuyan kimse o idi. Kimya ve ticaret sahalarında da çok bilgili olduğuna dair kayıtlar vardır. Ne var ki sonunda gerek ilmi, gerekse serveti ona yâr olmamış, inançsızlığı ve azgınlığı yüzünden helâk olup gitmiştir.)

“Nihayet biz, onu da, sarayını da yerin dibine geçirdik. Artık Allah’a karşı kendisine yardım edecek avanesi olmadığı gibi, o, kendini savunup kurtarabilecek kimselerden de değildi.”(Kasas/28/81)

“Daha dün onun yerinde olmayı isteyenler: Demek ki Allah rızkı, kullarından dilediğine bol veriyor,dilediğine de az. Şâyet Allah bize lutüfte bulunmuş olmasaydı, bizi de yerin dibine geçirirdi. Vay! Demek ki inkarcılar iflah olmazmış! Demeye başladılar.”(Kasas/28/82)

“Firavun ve kavminin kendilerine işkence etmesinden korkuya düştükleri için kavminden bir grup gençten başka kimse Musa’ya iman etmedi. Çünkü Firavun yeryüzünde ululuk taslayan (bir diktatör) ve haddi aşanlardan idi.” (Zira, o ilahlık iddiasına kalkmış ve peygamberlerin torunlarını dahi kendisine kul edinmeye yeltenmişti.)

“Hatırlayın ki, sizi, Firavun taraftarlarından kurtardık. Çünkü onlar size azabın en kötüsünü reva görüyorlar, yeni doğan erkek çocuklarınızı kesiyorlar, (fenalık için) kızlarınızı hayatta bırakıyorlardı. Aslında o size reva görülenler de rabbinizden büyük bir imtihan vardır.”(Bakara/2/49)

(Firevun, eski Mısır Hükümdarlarına verilen bir ünvandır. Hazret-i Musa’nın gönderilmesine tekaddüm eden senelerde kahinler, İsrailoğullarından doğacak bir çocuğun , Firavun’un tacını tahtını yıkacağını söylediler. Bunun üzerine Firavun, yeni doğan erkek çocukların kesilmesini emretti. Allah bununla İsrailoğullarını imtihan ediyordu.)

“Bir zamanlar biz sizin için denizi yardık, sizi kurtardık, Firavun taraftarlarını da, siz bakıp dururken denizde boğduk.”(Bakara/2/50)

“Biz de âyetlerimizi yalanlamaları ve onlardan gafil kalmaları sebebiyle kendilerinden intikam aldık ve onları denizde boğduk.”(A’raf/7/136)

“Biz, İsrailoğullarını denizden geçirdik. Ama Firavun ve askerleri zulmetmek ve saldırmak üzere onları takip etti. Nihayet (denizde) boğulma haline gelince (Firavun: “Gerçekten İsrailoğullarının inandığı Allah’tan başka ilah olmadığına ben de iman ettim. Ben de Müslümanlardanım!“ dedi.

“Şimdi mi (iman ettin)! Halbuki daha önce isyan etmiş ve bozgunculardan olmuştun.“  (Yunus/10,90,91)

(Firavun daha önce Mısır’da ilahlığını ilân etmiş ve “Ey cemaat, ben sizin için kendimden başka ilah bilmiyorum. Ben sizin en yüce rabbinizim” demişti. Onu ilah olarak kabul etmeyenlere şiddetli işkenceler uyguluyordu. Özellikle İsrailoğullarını ağır işkenceye tabi tutuyor, ayrıca erkek çocuklarını da kestiriyordu. Hazret-i Musa ve kardeşinin (Haz.Harun) Mısır’dan ayrılma istekleri Allah tarafından kabul olundu ve Filistin’e gitmek üzere Kızıl Denizin kenarına geldiler. Onları imha etmek için Firavun ordusuyla arkalarından yetişti. Hazret-i Musa Allah’tan aldığı bir vahiyle asasını denize vurdu, denizden yollar açıldı ve kavmini Tih çölüne çıkarttı. Aynı yoldan peşlerini takip etmek isteyen Firavun denizin ortasına geldiğinde yollar kaybolup boğulacağını anlayınca Allah’a iman etti. Fakat ümitsizliğe dayalı imanı kabul olunmadı.)

“(Ey Firavun! senden sonra geleceklere ibret olman için, bu gün senin bedenini (cansız olarak) kurtaracağız. İşte insanlardan pek çoğu, hakîkaten ayetlerimizden gafildirler.”(Yunus/10/92)

Bu mucizelerin geçtiği yer Kızıl Deniz’dir. Kızıl Deniz’de kavmiyle birlikte boğulan Firavun’un bedeni, cansız cesedi boğulurken öleceğini anlayınca ümitsizlik içinde “Allah’tan başka ilah olmadığına, Musa’nın ve Harun’un Rabbine ben de inandım”diye secdeye kapanmış bir vaziyette, Allah tarafından muhafaza edilmiş, Birinci Cihan Harbinde, İngilizler tarafından Kızıl Deniz’in kenarında bulunmuş, Londra’ya götürülmüş, halen Londra’da British Museum’da sergilenmekte, ibret almaları için insanlara gösterilmektedir.