TÂĞUT’A UBÛDİYYET-TÂĞUT’UN KULLARI!.. (2)

Nisâ Sûresi’nin 59.âyetinde Müslümanların bilgi ve hüküm kaynakları sıralanmış, sonradan “kitap, sünnet, icma ve kıyas” şeklinde formülleştirilen kaynakların temeli konulmuş, anlaşmazlıkların çıkması halinde çözümlerin bu kaynaklara başvurularak aranması emrolunmuştu.Medine Şehir Devletinde Yahudilerin ve Hristiyanların günlük işlerinde nikah, boşanma, aralarındaki ihtilafların çözümlerinde kendi inançları doğrultusunda hareket etmeleri, buna mukabil Medine Devleti’nin emniyeti hukukî işlerin hallinde nihaî merci ve son söz salahiyetinin peygamberimize ait olduğu kabul edilmişti. Peygamberimizin mutlak adaleti, Yahudiler ve Hristiyanlar tarafından da kabul edildiği için bilhassa Yahudî ve Hristiyanlar, Müslümanlarla aralarındaki ihtilafların halli için peygamberimizin hakemliğine başvuruyorlardı. Buna rağmen münafığın biri hasmına ”müracaat edebileceğimiz son makam her ne kadar peygamber Muhammed Mustafa ise de gel biz ihtilafımızın halli için Kâ’b bin el-Eşref’e başvuralım” demesi üzerine ”Sana indirilene ve senden önce indirilenlere inadıklarını ileri sürenleri görmedin mi? Tâğut’a inanmamaları kendilerine emrolunduğu halde, Tâğut’un önünde muhâkemeleşmek  istiyorlar. Halbuki şeytan onları büsbütün saptırmak istiyor” meâlindeki Nisâ  Sûresi’nin 60.âyet-i kerimesi nazil olmuştur. Nüzul sebebi, âyet-i kerimenin şümulüne mani olmadığı, olmayacağı için kıyamete kadar bütün münafıklara ve bu münafıkların muhâkemeleştiği Tâğutlara da şamildir.

Tâğut: Sözlükte, kâhin, put, sanem ve şeytan manalarına gelir. Cem’i (çoğulu) “ Tavâğît”dir.

Tâğut, hakkı tanımayıp  azan ve sapkın her kişi ve güce verilen bir addır. Şeytan’a da bu yüzden tâğut denilmiştir. Bu ve takip eden beş âyet in yukarıda zikredilen nüzul sebebi bu kelimenin anlamını daha iyi belirlemede yardımcı olur.

“Onlara Allah’ın indirdiğine ( kitaba) ve Resûl’e gelin (onlara başvuralım), denildiği zaman, münafıkların senden iyice uzaklaştıklarını görürsün.” “Elleriyle yaptıkları yüzünden başlarına bir felaket gelince hemen, biz yalnızca iyilik etmek ve arayı bulmak istedik, diye yemin ederek sana nasıl gelirler!“  “Onlar Allah’ın, kalplerindekini bildiği kimselerdir, onlara aldırma, kendilerine öğüt ver ve onlara kendileri hakkında tesirli söz söyle.“  “Biz her peygamberi -Allah’ın izniyle- ancak kendisine itaat edilmesi için gönderdik. Eğer onlar kendilerine zulmettikleri zaman sana gelseler de Allah’tan bağışlanmayı dilerseler, Resûl de onlar için istiğfar etseydi Allah’ı ziyadesiyle affedici, esirgeyici bulurlardı.“  “Hayır, Rabbine and olsun ki aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp onlara da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın (onu) tam manasıyla kabullenmedikçe iman etmiş olmazlar.“ (Nisâ/4/61,62,63,64 ve 65)

İman, kuru bir sözden ibaret değildir, gönülden bağlanmak inanmak ve kabullenmektir. Hem “Allah ve Resûlüne inandım” deyip hem de hükümlerine razı olmamak tipik münafıklık alametidir. “Şerîatin kestiği parmak acımaz” denilmiştir; acımaz çünkü müminin kalbinde o acıyı unutturacak kadar büyük bir iman vardır.

Kur’ân-ı Kerim ve Kısas-ı Enbiya’ya baktığımızda dünya tarihinde nice tâğutlar, endad, Firavun ve Nemrudlar geçmiştir.Bunlardan bazıları kendilerini ilah ittihaz ilan etmiş, bazıları da etraflarındaki güruh tarafından tağut, endad ittihaz edilmiş, ilan edilmişlerdir.

“On yılda on beş milyon genç yarattık her yaştan”  Yaratmak, “Halk” (noktalı Hı ile) halketmek, yalnız ve yalnız “Hallâk, Kâdir-i Mutlak” olan Allah’a mahsustur. Allah’tan başka hiç bir tâğut, put, sanem, nid, Firavun ve Nemrud hepsi de bir araya gelseler, asla hiçbir şey halk edemezler.

“Şüphesiz Allah (hakkı açıklamak için) sivri sinek ve onun da ötesinde bir varlığı misal getirmekten çekinmez. İman etmişlere gelince onlar böyle misallerin rablerinden gelen hak ve gerçek olduğunu bilirler. Kâfirler olanlara gelince: Allah böyle misal vermekle ne murad eder? Derler Allah onunla pek çok kimseyi saptırır pek çoklarını da doğru yola yöneltir. Verdiği misallerle Allah ancak fâsıkları saptırır (çünkü bunlar birer imtihandır.) (Bakara 2/26)

(Bu âyette, sivri sinek ve ondan daha zayıf yaratıklarla temsil getirilmesini küçümseyenlerin aslında kendilerinin küçük ve değersiz oldukları, o yüzden Allah’a iman etmedikleri anlatılmış, bunlara değer verip iman edenlerin ise akıllı ve değerli kimseler oldukları bildirilmiştir. Bunlar birer imtihandır. İnsanlardan bir kısmı iman eder imtihanı kazanır, bir kısmı da kaybeder.)

“Ey insanlar! (size) bir misal verildi; şimdi onu dinleyin: Allah’ı bırakıp da yalvardıklarınız (taptıklarınız) bunun için bir araya gelseler bile bir sineği dahî yaratamazlar. Sinek onlardan bir şey kapsa, bu ondan geri de alamazlar. İsteyen de âciz, kendisinden istenen de! “(Hac/22/73)

(Görüldüğü gibi bu âyet, cahiliye devrinin putperest Araplarına, taptıkları putların, bir sivri sinekten dahî aciz olduğunu ifade buyurmaktadır. Gerçekten sinek, çok zayıf bir varlık olmakla beraber, yine de bir canlıdır ve bir iş yapmaya gücü vardır. İşte âyet, bir sineğe karşı dahî kendisini savunamayan cansız putlara dua ve ibadet edip onlardan yardım bekleyen cahiliye devri Araplarının bu davranışlarındaki saçmalığı çok güzel bir misal ile ortaya koymakta, sinek ve putların âciz olduğu gibi, bu âciz putları Allah’a ortak koşup onlara dua eden ve onlardan bir şeyler bekleyenlerin de âciz oldukları neticesine varmaktadır.) Yeryüzünde ilahlık iddia eden ve halkı tarafından Tâğutlaştırılan Nemrud, bir sivri sineğin burnuna girmesi üzerine zamanın tabipleri herhangi bir çare bulamadıkları için başını taşlara vura vura, helâk olup gitmiştir. Bütün tâğutlar bir araya gelseler ve dünyanın bütün tabip ve ilim adamları da onlara yardımcı olsalar bile, bir sivri sineği yoktan var edemezler. Allah onlardan birisinin başına bir sivri sineği musallat kılsa, onun zararını da önleyemezler... 

“Ne mucize ne efsun, ne örümcek ne yosun.

Çankaya yeter bize. Ka’be Arab’ın olsun!..“

Etrafındaki güruhun bir kimseyi tâğutlaştırdıklarının tipik bir misali...Ka’be, ibadet kasdıyla yeryüzünde inşa edilen ilk ev. “Beytü’llâh” Allah’ın evi, bütün Müslümanların kıblegahı. Ka’be-i Muazzama’yı hâşâ! tahfif için gösterdikleri mekan, Ankara’da bir bağ evi...Ne bu bağ evi ve ne de bağ evinin sakini, Allah’ın evi, Ka’be-i Muazzama ile ne de bu bağ evinin sakini-sakinleri hâşâ! Beytu’llâh’ın sahibi ile  mukayese edilebilinir...