Bugünlerde günler geçmek bilmiyor!
Akşam olsun diye zamanın geçmesini beklerken, bu defada uyuyamıyorum, sabah olsun diye gözlerimi ka- patmadan içimdeki korkunun, endişenin tezini yaşıyorum. Ne uyku giriyor gözlerime, nede gözlerimi kapatabiliyorum. 
Çalan telefonları duymazdan gelebilidğim kadar geliyorum. Duyduklarımı açtığımda "saaten haberin var mı senin? diyen seslere aklıma gelen ilk sayıyı söylüyorum. Sekiz değil mi?  O zaman sekiz buçuk. Orda da mı değiliz. Yok artık. Öğlene kadar uyumuş olamam değil mi?  Önce hafif bir pa-nikleme durumu, ardından uyku halinin vermiş olduğu bir boşvermişlik. 
İşte böyle dostlar! 
Bu arada hazır dost demişken, dost eliyle  demlenmiş bir bardak çay rica edebilir miyim?
Bugün hiç gündemden bahsetmeyelim istiyorum.  Siz çayı demleyin gelip misafir olayım size, ya da siz ge-lin bana demleyeyim çaylarınızı, birlikte keyifle içelim. Sevgiyi, dostluğu unutanlara nispet yaparcasına.
Sevgi her zaman karşılık görür, kin de. "diyor Dostoyevski. Büyük düşünürümüz Mevlana da "Sevgi bilmekten doğar” diyor. “Sevgi birliğe, bencillik yalnızlığa götürür" demiş Schhiller. Ve yazmak istediğim o kadar çok özlü söz var ki sevgi üzerine, sevmek üzerine. Neden? diyeceksiniz. 
Çünkü toplum olarak çok ihtiyacımız var bu cümlelere. Belki bir tanesini çekip alıverir beynimiz diye. 
Önceleri hep kocaman, sevgi dolu yüreklere sahip bir millet olarak düşünürdüm güzel ülkemin, güzel insanlarını. 
Her geçen gün daha da kızışan ve yoğunlaşan ülke gündemini takip ettikçe anladım ki herkes rolünü layıkıyla yerine getiren profosyonel birer oyuncuymuş. Ve anladım ki aslında gerçek sevgiyi yüreğinde gururla taşıyan çok az insan varmış.
Evet sevgiyi unuttuk.
Biz insanlar sürekli kendimize, ailemize, milletimize zarar verir olduk.
İki yüzlülüğümüzü, içimizde kini, nefreti dilimize doladığımız vicdan merhamet kavramlarıyla öyle güzel gizledik ki, buna kendimizi bile inandırdık. Yüreklerimiz öyle çok küçüldü ki yalnızca inanmak istediklerimizi sığdırdık oraya. 
İnandık!
Siyasilere, parti liderlerine beynimizi devre dışı bırakarak doğruyu, yalnışı sorgulamadan inandık. İnandıkça bağlandık, bağlandıkça bir birimize karşı olan nefretimiz çığ gibi büyüdü. 
Ve bugün gelinen son nokta. 
Köküne kadar kutuplaşmış, dün hısımken bugün hasım olan, fırsatını bulsa bir birlerinin mezarını kazacak kadar yüreği taşlaşmış bir halk. 
Tahammül yok, saygı yok, anlamak yok, ön yargısız bakma biçimi yok.
Birileri Atatürk’e olan hassasiyetini belirtti. Karşısına konulan Müslümanlık ve dincilik oldu.
Birileri başörtüsünün mücadelesini verirken ona yakıştırılan yobazlık oldu. 
CHP’yi destekleyen kesim din düşmanı, ateist, AKP’yi tercih edenler ise kömürcü makarnacı ilan edildi. 
Hangi görüşten olursanız olun partizanlığın lüzumu yok. 
Önce sevgi. Sevgi yoksa insanlık ta olmaz. İnsan olmayanın savunacağı bir görüşü de olmaz. 
İsteseniz de, istemeseniz de bu ülkede bir Mustafa kemal Atatürk gerçeği var. Ve hiç kimse bu gerçeğin önü- ne geçerek unutturamayacak. 
Sevgisizliğimiz, içinizdeki kin camilerde okunan ezan sesini hiç bir za- man bastıramayacak. 
Ve ne yazık ki, Türk halkı artık eskisi gibi birbirine bağlı bir millet olamayacak! 
Etrafta hala bir dost kaldıysa çayımı tazeleyebilir mi?