Size bir soru; dolar hangi veriye uyup, aşağı doğru hareketlenmiştir?..
Başkanlık sistemi ve anayasanın değiştirilmesi ile ilgili siyasilerin gerginliği. Terörün var gücüyle devam etmesi. Turizmin neredeyse sıfırlanması, ülkeye döviz girişinin durması. Ocak ayı ihracat rakamlarının %20 azalması. Enflasyonun %10’a tırmanması. Ve son olarak hiçbiri.
Cevap; hiçbiri...
Türkiye’nin iç işlerinden kaynaklanan sebeplerden “dolar” etkilenmiyor. Etkilense, bu olumsuzluklar altında dolar fiyatının artması gerekir.
Dolar; iç işlerimizde oluşan bu olaylar zincirlerine değil, dış borcumuza yani dışa bağımlılığımıza paye vermiş. Bu sebeple de TL/dolar paritesinin iniş çıkışını belirleyen, bizden alacağı olan ülkelerin verileri.
Almanya Başbakanı Angela Merkel’in son dört ayda üç defa Türkiye’ye gelmesi, beş defa başbakanımız ile görüşmesi, uluslararası dış ilişkiler açısından pek görülmeyen, sık periyotlarda. 
Bizde bir söz vardır “Alacaklı gibi başımda dikilme” deriz. İşte Almanya tam da bu sebeple başımızda. 
Borçlandığımız ülkelerin durumları, ülkemizdeki dolar fiyatının kaderini belirliyor. Müdahil olamıyoruz.
Bunca iç sorunumuz varken, üretimde azalış varken, TL’nin değer kaybetmesi gerekir fakat TL değer kaza- nıyor. 
Üretimin yavaşlamasıyla ithalat azaldı. Üretim azalışı ile birlikte şirketlerimizin gücü de azaldı.
Hazine, ocak sonunda on yıl vadeli dolar tahvili piyasaya sundu ve tamamına alıcı buldu. Bu sayede on yıl vadeli, biraz daha dış borç bulmuş olduk. Bu hâlen borç bulabildiğimizi gösterir.
İthalatın azalması, haliyle olumlu ama üretimimiz azalmamalı. İthalatsız üretmeyi öğrenmeliyiz...
Uzun süredir birbirimize sıkça sorduğumuz soru; “Dolar artar mı? Düşer mi?”
Mevcut durumda doların yarınını bilmek imkânsız. Tahmin edersin ama “göle yoğurt çalmaktan” farkı olmaz.
İyi niyetli finansçılardan “Dolar 2,90’a iner, iki ay da böyle gider” yorumlarını duyuyoruz. İki aydan sonrasına iyimserler bile yorum yapamıyor. 
Uzun vadeli, orta vadeli, hatta kısa vadeli planlama yapanlar önlerini göremiyor. 
Bu da yatırımları durduruyor...
İstediğiniz kadar basiretli yönetici olun, erdem sahibi olun, mevcut ülke koşullarımız, yaptığınız planlamaları yanıltabilir.
Hazır “Er-dem” demişken biraz açalım. İçinde çok şey bulabiliriz.
Er; asker, adam, koca demek. Dem; çay demlemek gibi, demini al-mış, olmuş, yetişmiş, kullanılacak kıvama gelmiş demek.
Erdem sahibi olmayanların, erdemden bahsetmesi ne kadar mümkün ise... Yine erdem sahibi olmayanların, yapılması erdem gerektiren işleri yapması işte o kadar mümkün...
Erdem sahibi olmayanın, “Erdem” tanımı nasıl yanlışa götürürse... Erdem sahibi olmayanın yaptığı işler de yanlışa, belirsizliğe, karanlığa götürür...
Gülen biri ile güler, ağlayan ile ağlarız... Millet olarak duygularımız çok baskın.
Bu duygularla, yönetenlerimizi tekrar tekrar belirliyoruz. 
Siyaset madde dünyasından bir olgudur. 
Siyaseti belirlerken, duygular değil mantık öne çıkmalı. Kılıca, kılıç ile cevap vermeli. Kılıca, el ile cevap vermek saçma olur, can yanar, el kopar. 
Mantığa duygu ile cevap verenin, duyguları da, malı da sömürülür...