Türkiye Cumhuriyeti Devleti tarihiyle, CHP’nin tarihi arasında enteresan, inişli-çıkışlı münasebetler vardır. Gazi Mustafa Kemal ile hem Cumhuriyet’imizin hem de CHP’nin münasebetleri vardır. Gazi Mustafa Kemal Cumhuriyet’e giden, 23 Nisan 1920’de Ankara’da, Büyük Millet Meclisi’nin toplanmasından itibâren hastalığının arttığı 1936’nın sonlarına ve 1937’ni başlarına kadar, Hey’eti Temsiliye Reisi, Meclis Başkanı, İcra Vekilleri Hey’eti Başkanı, Cumhurbaşkanı sıfatıyla Cumhuriyet’in her safhasında vardır. 09 Eylül 1923’den itibâren de CHP’nin Umûmî Reisidir. 29 Ekim 1923’de Cumhuriyet’in kurulmasından ve ilân edilmesinden sonra Cârî Anayasa’nın 174. maddesine sayılan inkılap kanunlarının önemlileri 03 Mart 1924’den itibâren çıkarılmaya başlanmıştır. 03 Mart 1340=1924 tarihli ve 430 sayılı Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile medreseler, “Türkiye dahilindeki bütün müessesât-ı ilmiyye ve tedrisiye Maarif Vekâletine bağlanmıştır. Şer’iyye ve Evkâf Vekâleti veyahut husûsî vakıflar tarafından idâre olunan bilcümle medrese ve mektepler Maarif Vekâletine devr ve rabtedilmiştir. Ancak, Maarif Vekâleti Yüksek Diniyyât mütehassısları yetiştirmek üzere Dârül-Fünûn’da (İstanbul Üniversitesi) bir İlâhiyat Fakültesi te’sis ve imamet ve hitabet gibi dinî hizmetlerin ifâsı vazifesiyle mükellef memurların yetişmesi için de ayrı mektepler küşad edilecektir. (Açılacaktır.) 03 Mart 1924 tarihine kadar, 03.05.1920-24.01.1921, 24.01.1921-16.05.1921, 19.05.1921-09.07.1922 tarihleri arasında vazife yapan 1, 2 ve 3’üncü İcrâ Vekilleri Hey’etlerinde, İcrâ Vekilleri Hey’eti Başkanından hemen sonra Umur-i Şer’iyye Vekili, Bursa Meb’usu, Mustafa Fehmi Efendi’nin ismi vardır. (Soyadı kanunu çıktıktan sonra “Gerçeker” soyadını almıştır). İlgilenenlere; Birinci İcrâ Vekilleri Hey’eti’nin Başkanı Mustafa Kemal Paşa, İkinci ve Üçüncü İcrâ Vekilleri Hey’eti’nin Başkanı Kozan Meb’usu Fevzi Paşa (Çakmak) Hüseyin Rauf Orbay’ın İcrâ Vekilleri Hey’eti Başkanı olduğu, 12.07.1922-04.08.1923 arasındaki İcrâ Vekilleri Hey’etinde Umur-u Şer’iyye Vekili olarak Eskişehir Meb’usu, Abdullah Azmi Efendi (Torun) ile Konya Meb’usu, Mehmed Vehbi Efendi (Çelik)’in isimleri geçiyor. 5 ve son İcrâ Vekilleri Hey’eti ki, 14.08.1923-27.10.1923 tarihleri arası vazife yaptı. İcrâ Vekilleri Hey’eti Başkanı, Ali Fethi Bey (Okyar), İstanbul Meb’usu, Umur-u Şer’iyye vekili Konya Meb’usu Musa Kâzım Efendi, daha sonra Sarıhan Meb’usu, Mustafa Fevzi Efendi’dir. 30 Ekim 1923-06 Mart 1924 tarihleri arasında vazife yapan 1. Cumhuriyet Hükûmeti, aynı zamanda Birinci İnönü Hükûmeti denilebilir, İsmet Paşa’nın Başvekil olduğu bu hükûmette son Şer’iyye Vekili Sarıhan Meb’usu Mustafa Fevzi Efendi’dir. 03 Mart 1924 tarihinde 431 Sayılı kanunla, Türkiye Cumhuriyeti’nde Muâmelât-ı Nâs’a dâir ahkâm’ın (Beşerî işlemlerin) teşr’i ve infazı, (kanunlaştırılması ve bu kanunların uygulanması) TBMM’siyle onun teşkil ettiği hükûmete ait olup Din-i Mübin-i İslâm’ın bundan ma’da (bundan başka) itikâd ve ibâdât’a dâir bütün ahkâm ve masâlih’in tedviri (idaresi) ve müessesât-ı Dîniyye (dînî kurumların-kuruluşların) idâresi için Cumhuriyet’in makarrında (merkezinde Başkentinde) bir Diyânet İşleri Reisliği makamı te’sis edilmiştir. 03 Mart 1924’de Şer’iyye ve Evkâf Vekâleti kaldırılmış ve yerine Diyânet İşleri Reisliği kurulmuş olmasına rağmen 20 Nisan 1928 tarihine kadar 1924 Anayasası’nın 2. Maddesi “Türkiye Devleti’nin dini İslâm dinidir.” tarzındaydı. 20 Nisan 1928’de İsmet Paşa başta olmak üzere, Mahmut Esad Bozkurt, Necmeddin Sadak, Şükrü Saraçoğlu, Ruşen Eşref, Yunus Nâdî, Celâl Nuri, Mazhar Müfit, Recep Zühtü, Falih Rıfkı Atay, Şükrü Kaya gibi meb’uslar başta olmak üzere 121 meb’us’un teklifi üzerine mevcut 264 meb’us’un oybirliği ile 2. Maddeden başka, “Ahkâm-ı Şer’iyye’nin tenfizi-dini hükümlerin tatbikini derpiş eden 26. Madde, meb’us’ların-milletvekilleri’nin, Cumhurbaşkanı’nın yemi metinlerindeki “Vallâhi, Billâhi ve Ta Allah-ı” gibi lafızların söylenmesini derpiç eden 16 ve 38. maddeler kaldırılmış, yerine “Namusum üzerine söz veririm” ibaresi konulmuştur. 23 Nisan 1920’de Cumhuriyet’e giden kavşak noktası, Ankara’da Büyük Millet Meclisi’nin açılmasında, henüz CHP yoktur -Çünkü daha kurulmamıştır- Bu Meclis’i kuran, bütün bir milletin temsilcilerinin önderliğinde Milletin tâ kendisidir. Cumhuriyeti ilân edenler de, Gazi Mustafa Kemâl, silah arkadaşlarının önderliğinde Aziz Türk Milleti’dir. Günün şartları icabı Cumhuriyet var, fakat henüz ne demokrasi ne de lâiklik var!. Günümüzde, Batılı ülkelerin, özellikle AB Ülkelerinin anladığı ve tatbik ettiği manasıyla lâiklik, Osmanlı Devlet-i Aliyye’mizde mevcut idi. Muhtelif inançların sahibi anasırdan oluşan Devlet-i Aliyye’teb’a; vatandaş arasında, inancından, ırkından, renginden, mensup olduğu alt kimliğinden dolayı hiç bir ayrıma tâbi tutmuyordu. Bu gün bütün dünyada geçerli, lâikliğin en önemli argümanı din ve vicdan hürriyetinin sağlanması ve bütün inançlara eşit mesafede bulunulmasıdır. Bu i’tibarla Devlet-i Aliyye’miz tam manasıyla lâik bir devletti. Teşkilat-ı Esâsiye’lerde ve 1924 Anayasası’nda açıkca belirtilmese de, Tanzimat Fermanı’nın ilânı, Gülhane Hatt-ı Hümâyun’un kabulüyle, ticaret, ceza, hukuk ve ceza muhakemeleri, Şer’iyye mahkemelerinin kaldırılması, Hilâfetin ilgası, Tevhid-i Tedrisat Kanununun kabûlü, tekke, zâviye ve türbelerin kapatılması (türbeler daha sonraları açılmış, hâlen de açık bulunmaktadırlar. Demek ki, türbeler lâikliğe aykırı değillermiş!.) lâiklik için atılan adımlardır. Ama 1924’e kadar İcra Vekilleri Hey’eti arasında “Umur-u Şer’iyye” Vekili vardır, 20 Nisan 1928’e kadar Anayasa’nın ikinci Maddesi “Devletin dini, Din-i İslâmdır” şeklindedir. 1924’den itibâren Tevhid-i Tedrisât Kanunu, Şer’iyye ve Evkâf Vekâleti’nin ılgası, Şer’iyye mahkemelerinin kaldırılması, 1924 Anayasası’ndan, “Türkiye devletinin dini, Din-i İslâmdır” ibaresinin çıkarılması, şer’î hükümlerin infazı, Reis-i Cumhur ve meb’us’luk yeminlerinden “Vallâhi” ibaresinin çıkarılması aslâ bir lâdînîliğin başlaması değildir. Şer’iyye ve Evkâf Vekâleti yerine Diyânet İşleri Reisliği kurulmuştur. Tevhid-i Tedrisât Kanunu’nun 4. Maddesine göre kapatılan medreselerin yerine, yüksek diniyât mütehassıslarını yetiştirmek üzere Dâru’l-Fünûn’da, bir İlâhiyat Fakültesi te’sis edilmesi, imamet ve hitabet (imamlık-hatiplik) gibi dinî hizmetlerin ifâsı vazifesiyle mükellef me’murların yetiştirilmesi için mektepler açılması, ikâme edilmiştir. Realize edilip-edilmediği ayrı bir fasılda mutalaa edilebilir. Bir taraftan bu kanunlar çıkarılırken, diğer taraftan bu çalışmaların aslâ bir “lâdinîlik” olmadığını gösteren aynı dönemde başkaca çalışmalar da vardır. Şer’iyye ve Evkâf Vekâletinin yerine teşkil edilen Diyânet İşleri Başkanlığı’na, diğer pek çok müfti ve şeyh gibi Millî Mücadeleye destek veren Ankara Müftüsü Merhûm Rifat Börekçi getirilir. O’nun yardımcılığına da, Aksekili, Merhum Ahmed Akseki getirilir. Vekillerin makam arabaları, lojmanları yokken, Diyânet İşleri Başkanı’na Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın bindiği arabalarla eş değerde bir araba tahsis edilir. Çankaya Köşkü Garnizonu dahilinde ikâmetine bir köşk tahsis edilir. Diyânet İşleri Başkanlığı’nın te’sisine dâir kanun kısa tutulmuş; - Diyânet İşleri Reisi, Başvekil’in inhası üzerine Reis-i Cumhur tarafından nasbolunur. (Madde:3) - Diyânet İşleri Reisliği Başvekâlet’e merbuttur (bağlıdır) Diyânet İşleri Reisliği’nin bütçesi Başvekâlet bütçesine mülhaktır. Diyânet İşleri Reisliği hakkında bir nizamnâme tanzim edilecektir.” (Madde: 4) - T.C. Memâlik-i dahilinde bilcümle cevâmi ve Mesâid-i Şerife’nin (ne kadar cami ve mecsid varsa) ve Tekâyâ ve zevâyâ’nın (tekke ve zâviyelerin) idaresine; imam-hatip, vâiz, şeyh müezzin ve kayyımların ve sair müstahdemin’in tayin ve azillerine Diyânet İşleri me’murdur. (Madde: 5) -Müftî’lerin merci’i Diyanet İşleri Reisi’dir. (Madde: 6) Kanunda bir nizamnâme tanzim edileceği derpiş edilmişse de, böyle bir nizamnâme aslâ çıkarılmamıştır. Böylece, devrin idaresi, Diyânet İşleri Reisliği’ni, “Şunları yapamaz, bunlara dokunamaz, şunların şunu, bunların bunu yapmaları yasaktır, memnûdur” gibi teferruata boğmak yerine sadece kime karşı mes’ul oldukları, hak ve vazifelerini kısaca belirleyen bir kanunla iktifâ edip, kendilerine çok geniş bir hareket sahası bırakmışlardır. Çok partili dönemde siyâsîler, Diyânet İşleri Başkanlığı’na ellerini uzatıncaya kadar bu durum devam etmiştir. Siyâsî’lerin Diyânet’e burunlarını sokmalarının milâdı, 1965’de, Adalet Partisi’nin tek başına iktidara gelmesinden sonrasıdır. O zamana kadar, Diyânet İşleri Reisleri, kendilerinin teşekkül ettirdiği müşâvere hey’etleriyle, siyâsî müdahalelerden uzak, İslâm Dini’nin esasları Ehl-i Sünnet Ve’L-Cemmat’ın temel ilkeleri istikâmetinde hizmetlerine devam ediyorlardı.