107. yılını yaşadığımız Çanakkale Zaferi, dünya tarihinde eşi benzeri olmayan bir şahlanıştır. Dünya tarihinde bir benzeri olmayan Çanakkale Savaşı, Türk’ün ruhunda var olan bağımsız yaşama ve güçlü direnme geleneğinin destanlaşan bir örneğidir.  Batılıların, yüzyıllar boyunca elele vererek büyük bir kararlılıkla sürdürdükleri Türk’ü Avrupa’dan söküp atmak, atayurduna geri göndermek planının, bütün olumsuz koşullara rağmen, sulara gömüldüğü bir dönüm noktasıdır, Çanakkale şahlanışı.  

M. Kemal SALLI [email protected] 

İstiklal Marşı’mızın da şairi olan Mehmet Akif, “Allah bu millete bir daha İstiklal Marşı yazmak zorunda bırakmasın” demişti.  Mehmet Akif’in, bizleri İstiklal Marşı’mız kadar duygulandıran, gururlandıran Çanakkale Destanı’nı, bu muhteşem şaheseri nerede, nasıl yazdığını dönemin Teşkilat-ı Mahsusa (MİT) Başkanı Eşref Kuşçubaşı'ndan öğrenmiştik; dinleyelim:  

"Harbiye Nazırı ve Başkumandan Vekili Enver Paşa beni aramış, Çanakkale zaferini müjdelemişti. Akif'in hayatının en bahtiyar, en mesut anı...  Anlatılması çok zor.. Ay, bedir halinde idi. Çöl gecelerinin parlak yıldızlı semasını zaferimizin şerefine aydınlatan ayın bu efsanevi ışıkları altında, Mehmet Akif, hiçbir başka ışığa ihtiyaç bırakmayan, bu, güneşi bile unutturacak kadar parlak çöl gecesinde sabahladı...  

İstasyon kulübesinin arkasındaki hurmalığın içine çekildi... İşte, o Çanakkale'ye layık destan, bu hıçkırıklar içinde ibda edildi, yaratıldı...”   

Hıristiyan Dünyası’nın lideri olan Papa Franciscus’un Irak’ı ziyareti anısına bastırılan pulda ülkemizin bir bölümü, Irak’ın kuzey parselinde kurulmak istenen çekirdek devleti sınırları içinde gösteriliyordu. Bu, Türkiye’ye verilmiş ve arka planında “Vaad edilmiş Topraklar”a, Dicle ve Fırat’a kadar uzanan pullu bir mesajdı.  

Yeni bir dünya düzeninin kurulmaya çalışıldığı bir süreçte hak ve çıkarlarını koruma çabasında olan Türkiye, güney sınırları boyunca uzanacak bir terör devletiyle, Kıbrıs’ta, Irak’ta, Suriye’de, Girit’te, Batı Trakya’da, Bulgaristan’da kurulan askeri üslerle çevrelenmeye, yalnızlaştırılmaya çalışılıyorken başgösteren Ukrayna krizi, Rusya’nın 24 Şubat’ta Ukrayna’yı işgal girişimiyle, biranda, bütün bölgesel ve küresel aktörleri içine çeken ve küresel barışı tehdit eden bir girdaba dönüştü. 

ÇANAKKALE ZAFERİ VE MONTRÖ ANLAŞMASI

Bu süreçte, jeopolitik konumuyla, tarihi ve kültürel bağlarının kazandırdığı stratejik derinliklerle ön plana çıkan Türkiye, tarihin akışını yönlendirmede kilit ülke konumuna geldi. Taraflar arasında saygı gören bir denge politikası yürüten, Karadeniz’in bir savaş alanına dönüşmesini engelleyen Türkiye’nin elindeki en güçlü dayanak, Lozan Anlaşması’nın tamamlayıcı maddesi, Boğazların statüsünü belirleyen Montrö Anlaşması’ydı.

Çanakkale zaferinin 107 yılını kutlarken, “Çanakkale geçilmez!” haykırışışlarıyla ölüme koşan, bu toprakları bize vatan yapan, Ukrayna Savaşı gibi, yeni dünya düzeninin geleceğini belirleyen bir süreçte bizi “kilit ülke” konumuna yükselten şehitlerimizi rahmet ve saygıyla anıyoruz. 

İstiklal Marşı’mızın da şairi olan M. Akif Ersoy, “Allah bu milleti, bir daha, İstiklal Maşı yazmak zorunda bırakmasın” demişti. Akif’in bu sözleri bir temenni olduğu kadar, bir uyarı niteliğindedir. Yani, “Hazır ol cenge, eğer ister isen sulh-u salah”. Bizi, Rusya’dan S-400 hava savunma sistemi almak zorunda bırakan Batılı dostlarımız, şimdi de “NATO üyesi olmayan bir ülkeden neden silah aldınız?” diye sorguluyorlar. Bize 15 Temmuz deneyimi yaşatan dostlarımızın gizli ajandaları doğrultusunda yürümek istedikleri artık herkesin bildiği bir sırdır. 

Diğer yandan, Çarlık Rusyası’nın hedeflerini, eski Sovyetler Birliği’ni yeniden hayata geçirme çabasında olan Rusya ile Türkiye’nin tarih boyunca rekabet yaşadıkları ayrı bir gerçektir. 

Çanakkale zaferimizin 107. Yılını yaşadığımız bir günde, Mehmet Akif Ersoy’un, o günleri bütün canlılığı ile anlatan Çanakkale Destanı’nı nerede, nasıl yazdığını bu yıl da bir kez daha hatırlamakta yarar vardır..   

MEHMET AKİF, ÇANAKKALE DESTANI'NI, ÇÖL ORTASINDAKİ BİR VAHADA,

AY IŞIĞINDA, SABAHLARA KADAR DÖKTÜĞÜ GÖZYAŞLARI EŞLİĞİNDE 

Emperyalizme karşı savaş açmış ve bu savaşını zaferle taçlandırmış bir millet olarak, 7 düvele karşı kazandığımız bir şanlı zaferin 106. yılını, koronavirüs salgını nedeniyle, arzuladığımız coşkulu törenlerle kutlayamamanın burukluğunu yaşıyoruz.   

107. yılını yaşadığımız Çanakkale Zaferi, dünya tarihinde eşi benzeri olmayan bir şahlanıştır. Dünya tarihinde bir benzeri olmayan Çanakkale Savaşı, Türk’ün ruhunda var olan bağımsız yaşama ve güçlü direnme geleneğinin destanlaşan bir örneğidir Batılıların, yüzyıllar boyunca elele vererek büyük bir kararlılıkla sürdürdükleri Türk’ü Avrupa’dan söküp atmak, atayurduna geri göndermek planının, bütün olumsuz koşullara rağmen, sulara gömüldüğü bir dönüm noktasıdır, Çanakkale şahlanışı.  

Türk’ün, küresel emperyal sistemin “hayasızca akınlarına, göğsünü siper ederek durdurduğu” bir yeniden varoluş destanıdır, Çanakkale Savaşı. Çanakkale Savaşı, “mabedine namahrem eli değmemesi için” emirle ölüme koşan bir milletin, dün olduğu gibi, bugün de bağımsızlık ateşi ile yanıp tutuşan her millete örnek olacak bir direniş destandır. Çanakkale’nin benzersiz direniş ruhunu dillendirecek yerde, “Çanakkale geçildi mi, geçilmedi mi?” tartışmalarını gündeme getiren millet olma bilincini yitirmiş bazı zavallılar, dün Doğu Avrupa’da, Eski Sovyet ülkelerinde, Kafkasya’da, Ortadoğu’da, yakın bir geçmişte de Kuzey Afrika’dan Basra Körfezi’ne, Asya içlerine uzanan coğrafyada organize edilen “Turuncu”, “Sedir”, “Lale”.. gibi renkli, çiçekli devrimlerin, Ortadoğu’da, Afrika’da, Doğu Akdeniz’de “Arap Baharı” eşliğinde oynanan oyunların, bugün Ukrayna’da yaşanan insanlık dramının gerçek yüzünü ve hedefini görmüyorlar mı?  

Emperyalizme karşı savaş açmış ve bu mücadelesini zaferle taçlandırmış bir milletin yazdığı Çanakkale Savaşı’nın ve onun devamı olan Kurtuluş Savaşı’nın bir benzeri var mı, dünya tarihinde?  Yok. Yok, çünkü başkalarına örnek olmaması için unutturulmaya, izleri silinmeye, kitaplardan çıkarılmaya çalışılır. İstiklal Marşı'mızın, Çanakkale Destanı'nın yazılış öyküleri bile, insanlığın bağımsızlık ruhunu şahlandıran, direnme gücünü ayağa kaldıran birer destandırlar.   

“SEN ŞEHİT OĞLUSUN…” 

Mehmet Akif Ersoy; İstiklal Marşı'mızın ve Çanakkale Destanı'nın şairi.. "Korkma! Sönmez bu şafaklarda yüzen alsancak" uyarısı ile başlayan İstiklal Marşı'mız, en olumsuz koşullarda bile umudumuzu yitirmememizi öğütler: "Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak, o benim milletimin yıldızıdır, parlayacak!" Zaman zaman, "bestesinin, sözlerinin azametini taşıyamadığı" konusundaki tartışmalarla gündeme gelen İstiklâl Marşı'mızın yazılış hikâyesini az çok biliriz.   

Başlangıçta, İstiklal Marşı'nın para ödüllü bir yarışmayla seçileceğinin duyurulması, yaşam felsefesine ters geldiğinden, Mehmet Akif yarışmadan uzak durmuştu. Ancak Maarif Vekâleti'nin (Milli Eğitim Bakanlığı) para ödülünü kaldırılmasından sonra çalışmaya başlayan Mehmet Akif, milletine armağan ettiği o muhteşem eserini yazmaya başladı. İstiklal Marşı'mız, Mehmet Akif'in Ankara'dayken kaldığı taş zeminli Tacüddin Dergâhı'nın mütevazı, loş odalarının birinde yazıldı. 

Sırtında bir paltosu bile olmadığı halde, para ödülünü reddeden Mehmet Akif'in milletine armağan ettiği İstiklal Marşı, böylesine olumsuz koşullar altında yazılmıştır. Kâğıt bulamadığından istiklal marşının müsveddelerini taş duvarlara yazmak zorunda kalan bu millet, bütün engellemelere rağmen, yüzyıla sığdırdığı başarılarla, pek çok alanda dünya markaları yaratmayı başardı.  

Bütün bu başarıların temelinde “Çanakkale ruhu” yatmaktadır.  Bugün Türk ekonomisi, dünyanın en büyük ekonomileri arasında üst sıralarda yer alıyorsa, bugün, bütün olumsuz koşullara rağmen, milli savunma sanayiinde savaş konseptlerini değiştiren İHA’lar, SİHA’lar, BAYRAKTAR’lar ve KIZILELMA’lar üretebiliyorsak, biz bu başarıyı Çanakkale şehitleri ile birlikte kazandığımızı hiçbir zaman unutmamalıyız. Çanakkale’de emirle ölüme koşanlar, bizlere hür bir vatan bırakabilmek için en kıymetli varlıklarını, canlarını verdiler, gözlerini bile kırpmadan.. Onlar, bugüne kadar olduğu gibi, yarınlarda da hep yanımızda olacaklar. Yalnız, Akif’in öğüdü de hep kulaklarımızda olmalı: “Sen şehit oğlusun, incitme yazıktır, atanı…”   

YA ÇANAKKALE DESTANI NASIL YAZILDI? 

Bu milletin, insanlık tarihinde bir benzeri olmayan, tarihin akışını değiştiren Çanakkale'deki şahlanışını "Çanakkale Destanı" ile ebedileştiren Mehmet Akif'in, bu şaheserini nerde, nasıl yazdığını bilenlerimiz çok azdır sanıyoruz.  106. yılında "Çanakkale Destanı"nın yazılış hikâyesini, Osmanlı İmparatorluğu'nun Teşkilat-ı Mahsusa (Bugünkü MİT) Reisi Eşref Sencer Kuşçubaşı'nın anılarından özetleyerek anlatacağız.  

"Çanakkale Destanı", İstiklal Marşı'mızdan dört yıl önce, Arabistan çöllerindeki bir vahada, ay ışığında, şairinin şükür hıçkırıkları ve gözyaşları arasında, sabahlara kadar süren bir duygu seli eşliğinde yazılmıştır.  

 "Millet canını dişine takmış, gövdesini düşman ateşine siper ediyorken, Çanakkale Destanı'nın o duygusal şairi Mehmet Akif'in Arabistan çöllerinde ne işi vardı?" sorusu akla gelebilir.  Anlatalım.. 

Cennet mekân Mehmet Akif, Teşkilat-ı Mahsusa (MİT) saflarında Ittihad-ı İslam hareketi içinde aktif olarak çalışmıştır. Çanakkale Savaşı'nın en ateşli günlerinde, Teşkilat-i Mahsusa Reisi Eşref Sencer Kuşçubaşı ile birlikte Osmanlı'nın Hicaz Vilayeti'ndedir. Mekke Şerifi Hüseyin’in, ihanetini ustalıkla gizlediği o günlerde, çölün kilit noktalarını elinde tutan Ibn-i Suud ve Ibn-i Reşit'in Osmanlı'ya sadık kalmalarını sağlamak amacıyla görüşmeler yapmaktadırlar. Çünkü zırhlı gemileriyle Çanakkale Boğazı'nı zorlayan İngilizlerin, cömertçe dağıttıkları altınlarla Arapları Osmanlı'ya karşı ayaklandırmaya çalıştıkları haber alınmıştı.  

GÖNÜLLERi HEP ÇANAKKALE'DEYDi 

Eşref Sencer Kuşçubası hatıralarında, Arapların Osmanlı'ya sadık kalmalarını, İslam birliğini bozmamalarını sağlamak amacıyla Necid çöllerinde dolaştıkları günlerde, gönüllerinin hep Çanakkale'de olduğunu şöyle anlatıyor: 

 "Biz Hail'e, Ibn-i Reşid'e doğru yol alırken, Çanakkale'de savaşın en çetin günleri başlamıştı.... Yalnız kaldığımız zaman, birbirimizin yüzüne endişe ile bakar, korktuğumuz acı sonucun adını söyleyemezdik.  M. Akif bir gün dayanamadı ve dedi ki: ‘Eşref, dün gece sabaha kadar ne için yalvardım, biliyor musun?’  Sonra elini göğsüne koydu: ‘Cenab-ı Hak'ka yalvardım... Dedim ki, 'Ya Rabbim, bana Çanakkale'de zaferi yaşatmadan canımı alma!. O büyük günü göreyim, sonra huzuruna davet et..’   

Gözleri yaşlı idi. Kolumu öylesine parmaklarının cenderesi içine almıştı ki, Şair Akif gitmiş, Pehlivan Akif gelmişti: ‘Adalet-i ilahiye var, hak var, kahramanlığın bedeli var. (...) Allah, İstanbul'un yolunu bu müstevli sürüsüne açmayacaktır Eşref.. Benim kahraman Mehmetçiklerim bu insaniyet ve İslamiyet düşmanlarına şehamet dersi verecektir...”  

 "ÇANAKKALE DESTANI" GÖZYAŞLARIYLA YAZILDI? 

Müjde, dönüş yolunda, Anadolu-Bağdat demiryolunun El-Muazzam istasyonunda gelmişti. Adı "El-Muazzam" olmasına rağmen istasyon, çöl ortasında küçük bir kulübecikti.   O büyük sevinci nasıl yaşadıklarını Eşref Kuşçubaşı'ndan dinleyelim:  

"Harbiye Nazırı ve Başkumandan Vekili Enver Paşa beni aramış, Çanakkale zaferini müjdelemişti. Akif'in hayatının en bahtiyar, en mesut anı...  

Anlatılması çok zor.. Ay, bedir halinde idi. Çöl gecelerinin parlak yıldızlı semasını zaferimizin şerefine aydınlatan ayın bu efsanevi ışıkları altında, Mehmet Akif, hiçbir başka ışığa ihtiyaç bırakmayan, bu, güneşi bile unutturacak kadar parlak çöl gecesinde sabahladı...  İstasyon kulübesinin arkasındaki hurmalığın içine çekildi... İşte, o Çanakkale'ye layık destan, bu hıçkırıklar içinde ibda edildi, yaratıldı...   

(...) Sabaha kadar süren ilham saatleri sonunda, SAFAHAT’ın, hayır, yalnızca SAFAHAT’ın değil, Türk Destan Edebiyatı'nın o essiz şaheseri tamamlandığında Mehmet Akif, vazifesini tamamlamış fanilerin az kula nasip olan rahatlığı ile yüzüme derin derin baktı: 'Artık ölebilirim Eşref... Gözüm artık açık gitmez...' dedi." 

(Memet Akif, Çanakkale şehitlerine armağan ettiği bu destanı Safahat’a almamıştır.)  Din kardeşlerimiz, Mehmet Akif'lerin, Kuşçubaşı Eşref'lerin Arabistan çöllerinde kurmaya çalıştıkları İslam birliğine, onların hedefledikleri anlamda saygı gösterselerdi, Çanakkale'de durdurulan Haçlı ordusu, yüzyıl sonra Ortadoğu'da bayrak gösterebilir miydi? 

RAHMET VE MİNNETLE 

Çanakkale zaferinin 107. yıldönümünde, insanlık tarihinin eşini, benzerini henüz yazamadığı, tarihin akışını değiştiren o muhteşem ulusal şahlanışı canları pahasına gerçekleştiren aziz şehitlerimizi (ve aile şehidimiz 'Filibeli Süleyman oğlu Adil' amcamızı) rahmet ve minnetle anıyoruz. M. Kemal Sallı