Diyânet İşleri Başkanı, Muhterem Prf. Dr. Ali Bardakoğlu Ankara'da, Diyânet İşleri Başkanlığı'nda gazetecilere verdiği iftar yemeğinde Ramazan ayı içerisinde yapılan muhtelif tartışmalar karşısında önemli açıklamalarda bulunmuştur.

 

Bardakoğlu açıklamasında; "İki şeyi birden yapmalıyız, Cami'nin içinde anlattığımız dînî söylemi, mutlaka bütün insanları birleştiren, barıştıran ve mutlu eden düzeyde tutmalıyız. Cami'in içine ayrılığı gayriliği, siyâseti, ticareti sokmamalıyız. Camide sunulan din hizmetinin güzelliği önemli, ama cami'ide fizîkî mekanların güzelliği de önemlidir. Camilerimizin estetik ve mimârî durumları hızla iyileştirilmelidir." dedikten sonra devamla; "Cami avlularının adetâ panayıra çevrildiğini, cami'ilere ibadet maksadıyla gelen cemaatin de potansiyel müşteri olarak görülmeye başlandığını, belli illerde ve belli camilerde ticarethaneler, dükkanlar, kebapçılar falan açılmaya başlandı. Biz cami'ileri siyâsetin, ticâretin, her türlü çıkar ilişkilerinin, her türlü ayrılmanın ve bölünmenin dışında tutmak zorundayız. Biz bunu yapmazsak, fevkâlâde yanlış yapmış oluruz." demiştir.

 

Muhterem Başkan'ın açıklamalarına bütün samîmiyetimizle aynen katılıyoruz. Muhterem okuyucularımızın mâlumlarıdır ki, geçtiğimiz hafta üst üste, iki gün Ramazan ayı münasebetiyle Eyüpsultan ve Fâtih camiîlerinde sergilenen rezâletlere işâret etmiştik.

 

Müslümanları, ibâdet ve ahlâkî yönden tenvir için kurulmuş bulunan bir kuruluşun en yüksek makamında bulunan bir zat'ın sizin irdelemeye çalıştığınız mevzularda hassâsiyet göstermesi, bir muharrir için bahtiyarlıktır. Fakat bu bahtiyarlık sadece nefsimizi okşar. Asıl bahtiyarlığımız, samîmiyetlerinden aslâ şüphe etmediğimiz Muhterem Başkan ve yakın çalışma arkadaşlarının, bu rezilliklere son vermeleri halinde zuhur edecektir.

 

Bilindiği gibi, cami'ilerin mülkiyeti ekseriyetle Vakıflar Genel Müdürlüğüne ait olup, son yıllarda bâzı camilerin mülkiyeti T.Diyânet Vakfı'na aittir. Her iki halde de cami'ilerin idaresi Diyânet İşleri Başkanlığı'na aittir. Hattâ, 28 Şubat Post-Modern darbeden sonra özel şahıslara ait camiler bile Diyânet İşleri Başkanlığı'nın kontrolüne verilmiştir.

 

O halde, cami'ilerin birer ticarethâne haline getirilmesini, cami'ilerin iç mekânlarında ve iç mekânlar hükmünde olan ihata duvarları içerisinde bulunan iç avlu ve son cemaat yerlerinde, çengi ekibiyle luğbiyat ve lehviyât, (saz ekiplerinin refâkatında işrette bulunmak-çalgılarla, Naat, İlâhî ve Kaside okumakta bu lehviyat ve luğbiyatta dahildir) yapmalarını, cami'ilerin mülk sahibi olan Vakıflar Genel Müdürlüğü ile, camilerin idaresinden mes'ul Diyânet İşleri Başkanlığı önleyecektir.

 

Ne varki, Vakıflar Genel Müdürlüğü, mâliki olduğu cami'ileri ve bu cami'ilerde bulunan paha biçilmez tarihî eserleri koruyup kollamaya, zihniyet olarak da teşkilat yapısı olarak da ehil ve hazır değildir. Cumhuriyet Döneminde Şer'iyye ve Evkâf Vekâletinin lağvi üzerine, bu vekâletin vakıflarla ilgili bölümünün işlevini yerine getirmek üzere kurulan Başkanlığa bağlı, Vakıflar Genel Müdürlüğü, başta İstanbul'daki Salâtîn camileri olmak üzere Osmanlı coğrafyasında bulunan tarihî camileri ve bu camiler bünyesinde bulunan paha biçilmez halı, avize, şamdanlık ve daha başka eşyayı maalesef, koruyamamıştır.

 

Günümüzde entellerin cenâzelerinin kaldırıldığı Teşvikiye cami, Sultan Abdülazîz tarafından yaptırılmıştır. Abdülazîz'in irâdesiyle bu Cami'e, duvardan duvara bir halının dokunabilmesi için Hereke Halı Faprikası kurulmuştur. Bu faprika'da yüzlerce mâhir el tarafından Teşvikiye Camiînin zeminine uygun olarak dokunan ve dünyada bir eşi bulunmayan bu halı artık yerinde değildir.

 

Bu halı, 1960'lı yılların başında camide görev yapanlardan birisinin de aralarında bulunduğu bir şebeke tarafından çalınmış, yurt dışına çıkarılmış, hâlen bir bölümü Münih'te "Şark Halı Saray'ının duvarlarını süslemektedir.

 

Bırakınız, kolayca paraya tahvil edilebilecek tarihî eşyayı, yakın bir zamana kadar niçin konulduğu, neye yaradığı bilinmeyen, Süleymaniye camiîne, avizelerin arasına konulan 100'den fazla deve kuşu yumurtasından (ilgililerden aldığım bilgiye göre) 19 adet kalmıştır. Zaman içinde bu camimizdeki seksenden fazla Devekuşu Yumurtası çalınmıştır!..

 

Başa dönelim, Muhterem Diyânet İşleri Başkanımız ne buyuruyorlardı:

 

"Cami avluları adetâ panayıra çevrilmiştir, cami'ilere ibâdet maksadıyla gelen cemaat de potansiyel müşteri olarak görülmektedir, belli illerde ve belli camilerde ticarethâneler, dükkânlar, kebapçılar açılmıştır. Biz cami'in siyâsetin, ticaretin, her türlü çıkar ilişkilerinin, her türlü ayrılmanın ve bölünmenin dışında tutmak zorundayız!"...

 

Muhterem Başkan'ın bu görüşlerine katılmamak mümkün mü?

 

Pekiyi! Cami'ileri birer ticarethâne haline getirenler kimlerdir?

 

1- Yıllardır, T.Diyânet Vakfı tarafından çıkarılan Takvim, camilerin içinde satılmaktadır. İl ve İlçe müftüleri tarafından belli miktarlardaki takvimler imam-Hatip veya müezzinlere verilmekte, takvim bedelleri imam-Hatip veya müezzinin maaşından kesilmektedir. İmam veya müezzin de, bu takvimleri cami'in içinde sergilemekte, yalvar-yakar cemaate satmaktadır. Cemaat arasında hali vakti yerinde olanlar, imam-Hatip ve müezzinlerin bu acıklı hallerini görünce birden fazla takvim alarak imam-Hatip ve müezzinlerin bu sıkıntıdan kurtulmalarına yardımcı olmaktadırlar.

 

2- Diyânet İşleri Başkanlığı yayınları ve T.Diyânet Vakfı yayınları bütün camiilerin içinde sergilenmekte-çoğu camide camiin içinde veya son cemaat yerinde özel bölüm ve standlarda sergilenmekte-imam-Hatip ve müezzinlerece cemaate manevî baskı uygulanarak satılmaktadır.

 

3- Son yıllarda Memleketimizin pek çok bölgesinde cep telefonları şebekeleri tarafından minârelerde baz İstasyonları (yansıtıcılar) kurulmuştur. Baz istasyonlarının önemli ölçüde radyoaktif dalgalar yaydığı, insanlar ve diğer canlılar için zararlı olduğunun tartışılması yanında, beher Baz İstasyonunun yıllık kira bedeli 15 Bin Amerikan Dolarından başlamaktadır. Diyânet İşleri Başkanlığı'nın Taşra Teşkilatı, il ve ilçe müftülükleri tarafından kiraya verilen bu minârelerden ne miktarda tahsilat yapıldığı ve nerelere harcandığı belli değildir.

 

4- KİTAP FUARLARI:

 

Türkiye Diyânet Vakfı tarafından her yıl Ramazan Ay'ı içinde "KİTAP VE KÜLTÜR FUARLARI" organize edilmektedir, İstanbul'da Sultanahmed Cami'inin Varaklı İç Avlu, yâni cami'in son cemaat yerinde tertip ve tanzim edilen bu fuarların bu sene 24.'cüsü hâlen devam etmektedir.

 

Diyânet İşleri Başkanlığı'nın organizesiyle 24 yıl önce başlayan "Dînî Yayınlar Fuarı", o tarihlerde mâsumâne bir fikrin eseriydi." Kitap okuma itiyâdı bulunmayan müslümanlara kitap okuma itiyadı kazandırmak için dînî yayınların zengin çeşitlerini bulabilecekleri ve ucuza mübayaa edebilecekleri" bir sergi olarak hayata geçirilmişti. Fakat, seçilen mekân yanlıştı. Hâlen 24.'sü devam eden fuar için "VAKIF FUARCILIK, REKLAMCILIK, YAYINCILIK, TANITIM, Organizasyon VE TİC.LTD.ŞTİ." bu yıl ki fuar için bastırdığı broşür'de "TÜRKİYE 24. KİTAP VE KÜLTÜR FUARI" denilmektedir.

 

Görüldüğü gibi, bu fuar artık, Diyânet İşleri Başkanlığı'na niyâbeten T.Diyânet Vakfı'nca tanzim ve tertip edilen, Kur'ân-ı Kerim, Kur'ân-ı Kerim mealleriyle bâzı dînî yayınların sergilendiği ve müslümanlara daha ehven fiyatlarla satıldığı bir sergi değildir.

 

Evveliemirde bu fuarı organize eden firma, T.Diyânet Vakfı bünyesinde de olsa kâr gayeli, kârı esas alan, Türk Ticaret Kanunu hükümlerine göre kurulmuş Ticârî bir şirkettir.

 

Fuar sahası haline getirilen Sultanahmed Cami'i içavlu, revaklı son cemaat yerine, 4 m2 ile 9 m2 arasında değişen 119 adet stand kurulmuştur. Alınan bilgiler doğruysa metrekare başına fuar katılımcılarından 250.00 YTL. tahsil edilmektedir. Cüz'i miktarlardaki masraf çıkarıldığında bu Ticârî Şirketin önemli ölçüde kâr sağladığı-sağlayacağı aşikârdır. Bâzıları camiilerin mülkiyetlerinin Vakıflar Umum Müdürlüğü'ne ait olmasından hareketle, "Canım Efendim, şirketin tahsil ettiği meblâğın tamamı niye kâr olsun, şirket, nasıl olsa önemli bir bölümünü kirâ olarak Vakıflara ödeyecektir." diyebilirler.

 

Fakat, durum hiç te öyle değil...

 

Vakıflar Bölge Başmüdürlüğü, bu fuarın ilk organize edilmeye başlandığı yıllarda, "Siz burada ticârî bir faaliyet yürütüyorsunuz, burası bizim mülkümüz olduğuna göre bize kira ödemeniz gerekir," demişler, kira ödenmeyince mahkemeye müracaat etmişler, fakat, mahkeme, "camiilerin mülkiyeti her ne kadar Vakıflar Umum Müdürlüğü'ne ait ise de, tasarruf hakkı Diyânet İşleri Başkanlığı'nındır," gerekçesiyle dâvayı reddetmiştir.

 

Pekiyi! Mülkiyeti Vakıflar Umum Müdürlüğü'ne ait olan camiilerin tasarruf hakkı Diyânet İşleri Başkanlığı'na ait olmasından neyi nasıl anlamalıyız...

 

Öncelikle, Diyânet İşleri Başkanlığı'nın tasarruf yetki ve hududunu tartışmak gerekir.

 

Diyânet İşleri Başkanlığı'nın kuruluş gayesi Türkiye dâhilindeki müslümanları, i'tikad, ibâdet ve ahlâkî mevzularda tenvir etmek olduğuna göre, cemaat halinde ibâdetler camiilerde ifa edilir, Cum'a ve bayram namazlarının camilerde eda edilmesi zarûrîdir. İ'tikâden ve ahlâken müslümanları tenvir etmek için ideal mekânlar yine camilerdir. Bu bakımdan Diyânet İşleri Başkanlığı'nın camilerle alâkalı tasarruf yetkisi, camilere vâiz tâyin etmek, va'az ve irşad programları hazırlamak, müslümanlara namaz kıldıracak imam-Hatip ve müezzin tâyin etmek ve bunları kontrol etmek gibi faaliyetlerle mahduttur, bu "salâyiyet" böyle anlaşılmalıdır.

 

Sultanahmed Camiî'nde ya da Kocatepe Cami'inde, bu camilerin ana mekânlarının ayrılmaz birer parçası olan son cemaat yerlerinde, revaklı iç avlularda ve üstelik, münhasıran ticârî bir gâye için tasarruf yetkisini kabul edersek, günün birinde daha fazla para kazanmak için bir Diyânet yetkilisi camilerin ana mekânlarını belli sürelerde, sergi sahası, film platosu gibi kiraya vermeye kalkarsa herhangi bir şey söylemeye hakkımız olur mu?

 

Bu sene yaz başlarında İstanbul San'at ve Kültür Vakfı Diyânet İşleri Başkanlığı'na resmî bir müracaatla (izin verilirse) İstanbul Kültür ve San'at Vakfı Festivali çerçevesinde Sultanahmed Camiî'nde bir konser verilmesi, talebi karşısında Diyânet İşleri Başkanımız, Muhterem Prf.Dr. Ali Bardakoğlu'nun "Camiler ibâdet etmek içindir, aslâ başka maksatlarla kullanılamaz" tarzındaki târihî cevabı hepimizin göğsünü kabartmıştı. Pekiyi! Camileri ticârî veya başka maksatlarla başkalarının kullanması aslâ câiz değil de, Türkiye Diyânet Vakfı'nın bir ticârî şirketi'nin kullanması caiz midir?

 

Sohbetin burasında biraz mizaha ne dersiniz?

 

Merhûm Kemâl Kacar (Beyağabey)'den dinlediğim bir hikâyeyi nakledeyim. Zaman-ı Sâbıkta, köyün imamı yokmuş, uzak köylerden biriyle ve köye imam olmak üzere anlaşmışlar. Köylülerden birisini imam efendiyi köye getirmesi için at eyerleyip göndermişler. Dönüş yolunda imam atta, köylü yaya olarak giderlerken, köylü, daha önce buradan geçen birisinin düşürdüğü bir gön bulmuş, (gön tabaklanmış kalın öküz derisi) devir, çarık devridir, epey bir çarık yapılacak bir gön çok kıymetlidir. Fakat köylü tedirgin olur, acaba bulduğum bu gön bana helal midir? Ama fazla tedirginliğe lüzum yok, nasıl olsa yanında fetva sorabileceği bir imam var, sorar "Hocam! Şimdi benim bulduğum bugün bana helal midir, haram mıdır? İmam çok kurnaz birisidir, öyle hemen ezbere fetvâ vermez," Aziz kardeşim, bu mühim bir mes'eledir, öyle ezbere fetva verilmez, ben, karakaplı Kitabıma bir bakayım, doğru fetvâyı oradan sana okuyayım. "Okur, "Bulânuhâ harâmuhâ, İmâmuhâ helâlühâ,  "bak der, gördüğün gibi Karakitap'ta bulana haram fakat imama helaldir" diye yazıyor. Köylü çâresizlik içinde gönü imama vermiş, fakat kafası karışmış, imam efendiye "Hocam! kabul, Karakitap'a uyduk gönü sana verdik, acaba saçağından-bacağından bana da bir çarıklık düşmez mi?

 

İmam efendi, "Karakitaba bakalım, ona göre fetva verelim," dedikten sonra acmış kitabı okumaya devam etmiş, bak Aziz kardeşim burada ne yazıyor: "Lâ saçak velâ bacak, illâ hepisi hocanın olacak" diyor, Rabbenâ hebbenâ mantığıyla hareket eden hocaefendi zavallı köylüye gönün saçağından bacağından olsun, bir çarıklık gön bile vermemiştir.

 

Ne dersiniz, şu Karakitabı bir de biz karıştıralım, Diyânet İşleri Başkanlığı Türkiye Diyânet Vakfı münasebetlerini masaya yatıralım. Haftayı bekleyiniz Efendim...