Asr'ımızda umûmiyetle İran, Irak, Lübnan ve Azerbaycan'da, daha az olmakla birlikte Hindistan, Pikastan, Türkiye ve dünya'nın diğer memleketlerine dağılmış bulunan Şiî'ler İmam-ı Ca'fer el-Sâdık'ın fıkhını tatbîk ettikleri iddiasındadırlar. Fakat, yukarıda kısaca izah'a çalıştığımız gibi, nesl-i Pâki Muhammedî'den ve Silsele-i Pâk-i Nakşiye'den olan bu Zat-ı Muhterem'in peygamber ve O'nun ashâb'ının yolundan ayrı düştüğünü söylemek hem Resûl-i Ekrem'e, hem O'nun torununa bühtan olur.

 

Ne varki, Şiî imamları ve onların güdümündeki sözde ilim adamları, İmam-ı Ca'fer el-sadık'ın sağlığında bile söylemediklerini söylemiş gibi göstermişler hiç bir alaka ve münasebeti olmayan hadisler rivâyet etmeye kalkışmışlardır. Bu sebeble hadis rivâyetinde kılı kırk'a  ayıran İmam-ı Buhârî bu endişe ile İmam-ı Ca'fer-i Sâdıktan rivayet edilen hiç bir hadis'e Külliyatında yer vermemiştir.

 

Pekiyi; Gerçekten bir Ca'ferî fıkhı var mıdır?

 

Fıkıh'tan bahsetmek için Fıkıh usûlünde (Nass'lardan-sağlam delillerden hüküm istinbad (hüküm çıkarma), Nass'larda ittifak şarttır. Ehl-i Sünnet'e  mensup bütün ekoller, (mezhep bile demeyiz) şer'î delillerde itttifak etmişlerdir. Ancak bu delillerden hüküm çıkarırken delillerin değerlendirilmesinde-fürû'da-ümmete rahmet ve kolaylık için-içtihad'da bulunmuşlardır. Nass'larla sâbit olan açık hükümler hakkında içtihâd'a mahâl yoktur.

 

Ca'ferî Fıkhını tatbîk ettikleri iddiasındakilerin, Şer'î deliller üzerinde nitelik ve nicelik bakımından ittifak ettikleri söylenemez. Ehl-i Sünnet'e göre Şer'î delillerin ilki, Kitap (Kur'ân), vahiy yoluyla ve Cebrâil vasıtasıyla Cenab-ı Hakk tarafından Peygamberimize indirilmiş, hafızlar ve vahiy kâtipleri tarafından tesbit edilmiş, hiçbir ta'dil ve tahrife uğramadan ve tevâtüren bize intikâl etmiş, muhkem Kur'ân'da hiç bir şüphe ve tereddüt yoktur ki, delildir.

 

Ca'ferî'ler de Kur'ân'ı delil olarak kabul ettiklerini söylüyorlar. Fakat, Kitab'ın zâhirinin delil olup-olmadığı, kitap'ta tahrif'in bulunup bulunmadığı (eksiltme veya ilâve) hususlarında tereddüt ederler. Bunlardan, Ahbârî'lere göre aşağıdaki sebeblerden dolayı Kur'ân'ın zâhiriyle amel etmek caiz değildir:

 

a) Herkes tarafından bilinmese bile bu âyetlerdeki ihtimali ortadan kaldıran bilgi mevcut olabilir.

 

b) İmam'lar, (Şiî İmamları) Rey'e (İçtihâdî görüş) dayalı tefsiri (yorumu) menetmişlerdir. Halbuki, zâhiri manayı tercih etmek re'ye dayanmak demektir.

 

c) Bâzı rivayetler, Kur'ân'ı Kerimi ancak indirildiği sırada ona muhatap olanların anlayabileceklerini ifade etmektedirler.

 

Ehl-i Sünnet imamlarının bunlara cevabı şudur:

 

a) Zâhiri izah eden bilgiler kaynaklarından araştırılır. Bulunmazsa dil kurallarına ve örfe  başvurulur. Her mevzuda olduğu gibi burada da umûmî anlatım ve anlaşma yolları kullanılır ve tatbîk edilir.

 

b) Kur'ân-ı Kerim'i dil kurallarına ve örfe dayanarak anlayıp uygulamak re'y tefsiri değildir. Re'y tefsiri akla dayanarak nassı ve zâhiri te'vil etmekle ancak gerçekleşir.

 

c) Kur'ân-ı Kerim'i anlamayı belli bir zümreye (indirildiği andaki kimseler tahsis etmek Bu Kitab'ın gönderilme gayesine ve cihanşümullüğüne ters düşmektedir. Ayetlerin nüzûl (indirilme) sebebinin husûsiyeti, o âyetle getirilen hükmün umûmiyetine mâni değildir.

 

Kur'ân-ı Kerim'de tahrifin bulunup-bulunmadığına  gelince:

 

Hazindir ki, Şiî imamlarından Küleynî'nin el-Kâfi adlı eseri gibi Hicrî 4. Asr'ın birinci yarısına kadar uzanan Şiî rivâyet kaynaklarında Kur'ân-ı Kerim'in tahrif edildiğine (ilâveden çok bâzı âyetlerin çıkarıldığına) dâir nakiller mevcuttur.

 

Şer'î delillerden ikincisi Sünnettir:

 

Sünnet: Kavlî (Sözlü), Amelî (bizzat tatbîk ettikleri), İkrârî (eshâb'ında gördüğü halde müdahale edip düzeltmediği veya yasaklamadığı hareketler olarak) Resûllüllah'a aittir.

 

"Battığı zaman yıldıza andolsun ki, arkadaşınız (Muhammed) sapmadı ve batıla inanmadı; O, arzusuna göre de konuşmaz. O (bildirdikleri) vahyedilenden başkası değildir." en-Necm sureti 53/1,2,3,4)

 

"De ki, şüphesiz ben apaçık bir uyarıcıyım. "Hicr Suresi 15/89)

 

Yukarıda meâlini verdiğimiz ve daha benzeri pek çok âyet-i Kerime'nin mâsadakınca peygamberimizin, sözleri, filleri ve ikrarı vahy'e dayandığı için Sünnet kesin olarak Şer'î delildir.

 

Şia, dolaysiyle Ca'ferî'ler de sünneti delil olarak kabul etmektedirler. Ancak, onların sünnet şümulü farklıdır: Şöyleki, İsnâşere'yi benimsemiş olan Ca'ferilere göre sünnet, Mâsûmların (Hazret-i Peygamberle birlikte on iki imamı kasdediyorlar) sözleri, fiilleri ve tasviplerinden ibarettir. Onlara göre, mâsumların bilgisi ya ilham yoluyla veya buna mazhar olanın diğerine öğretmesi usûlüyle elde edilmiştir:

 

Bu sebeble onların söyledikleri (imamların) delilin nakli ve rivâyeti değil bizzat kendisidir. İmamların sözleri vaziyete ve karinelere göre bağlayıcı hüküm de ifade edebilir. Fiil, tasvip ve takrirler ise gerekli şartları taşıdıkları takdirde ancak cevaza ve serbestliğe delâlet eder.

 

İCMA-İ ÜMMET:

 

İcmâ, Ehl-i Sünnet'e  göre aynı asırda yaşayan bütün müçtehidlerin bir fıkhî mes'ele'nin hükmü üzerinde birleşmesiyle icmâ gerçekleşmiş olur. Şîa-Ca'feriyye'ye göre icmâ şer'i delil olmaz. Asıl delil, imam-ı mâsum'un görüşüdür. Buna göre icmâ ittifak eden müçtehid'ler arasında İmam-ı Mâsum'un da bulunması ve böylece onun görüşünü ihtivâ etmesi durumunda hüccet (Kat'î delil) olur.

 

Ca'ferîlere göre icmâ içinde imam'ın kavli veya tasvibinin yer alıp-almadığını tesbit amacıyla ortaya konan pek çok usûl vardır:

 

Bunlar arasında şu dört usûl yaygınlık kazanmıştır.

 

a) His yolu, Şerif el-Mürtaza'nın savunduğu bu usulde imam hayattadır, şahsı değilse bile yaşadığı bölge bilinmektedir. Böyle bir dönemde meydana gelen icmâ üzerinde yapılacak inceleme sonunda imam-ı mâsumun kavlinin de icmâa dahil olup olmadığı kolayca tesbit edilebilir.

 

b) Lutuf Yolu, Ebû Ca'fer et-Tûsî'nin benimsediği bu görüşe göre imam'ın bir hidâyet kaynağı olarak insanlara gönderilmesini gerekli kılan İlâhî lutuf, dine ve gerçeğe aykırı bir ittifak karşısında imam'ın sükût etmemesini de gerekli kılar.

 

c) Hads yolu, bütün İmâmî müçtehidlerin (İmâmiyye-İsnâaşere) asırlar boyu belli hükümler üzerinde ittifak etmiş olmaları imam'ın da aynı görüşte olduğunu gösterir.

 

d) Takrir (tasvip) yolu, imam'ın karşı görüşte olduğunu açıklamasına bir mâni bulunmadığı halde sükût etmiş olması ittifaka katıldığının delilidir.

 

KIYAS:

 

Ehl-i Sünnet'e göre Şer'î delillerin dördüncüsü kıyastır. Kıyas, Usûl-ü Fıkıhçılara göre, hüküm ve illet'de fürû'u asılla takdir etmektir. Üzüm suyundan yapılan sarhoş edici madde "Hamr" şaraptır. Hamr (şarp) nass'la sarih ve kesin delille haram kılınmıştır. İlleti, "Sekr" sarhoşluk vermesidir. Dolaysiyle bu illetin (sarhoş edici özelliğin) bulunduğu bütün maddeler neden yapılırsa yapılsın buna kıyasla haramdır. Şiîler-Ca'ferîler kıyas'ı delil olarak kabul etmemişler, reddetmişler, onun yerine aklı döndüncü bir delil olarak zikretmişlerdir. Bunlara göre, aklî delil, şer'î hüküm hakkında kesin bilgiye ulaştıran akla dayalı bir kaziyye'dir. Bu tarif, mantıkçıların aklî kıyasından başka bir şey değildir. Ancak burada bir başka hususu da belirtmek gerekir ki, aklı, şer'î delil kabul eden Şiî-Ca'feriler, akıl doğrudan ve müstekîl bir dinî hüküm kaynağı olmayıp sadece Allah indinde mevcut hükmü keşfeden, ortaya çıkaran bir delildir. Bütün akıllar bir şey'in iyi ve güzel olduğu noktasında ittifak ederse Allah'ın da aynı şeyi iyi ve güzel bulduğuna, bu bir amel ise yapanı  mükafatlandırdığına, yapmayanı ise cezalandırdığına akıl vasıtasıyla hükmedilmekte ve akıl bu manada dînî deliller arasına girmektedir.

 

Ehl-i Sünnet'in bu hususta görüşü berrak ve nettir. Akıl diğer bâzı sebeblerle birlikte ilmin sebeblerinden birisidir, ama, aslâ şer'î ve dinî delillerden değildir.

 

İÇTİHAD:

 

Ehl-i Sünnet'e göre İçtihâd, içtihâd'a ehil olan İslâm âlimlerinin bütün ilmî ve zihnî güçlerini harcayarak Şer'i delillerden fer'î hükümler çıkarmalarıdır. Hazret-i Peygamber (S.A.V.) Muaz bin Cebel'i  Yemen'e vâli olarak gönderirken, "Ey Muaz; karşılaştığın hususlarda neyle amel edeceksin? Allah'ın Kitabıyla.

 

-Ya orada bulamazsan?

 

-O vakit Allah'ın Resûlünün kavlî, fiîlî, ikrârî hadisleriyle.

 

-Pekiyi; Orada da bulamazsan ne ile amel edersin.

 

-Kendi Re'yimle içtihâd ederim Ey Allah'ın Resûlü.

 

Bunun üzerine Peygamberimiz, "Allah'a hamederim ki, bana Resûlünün elçisini gösterdi", diye dua ile memnûniyetini bildirmiştir.

 

Ümmet'in müçtehidlerinin delillere dayanarak fürû'da farklı hükümler ortaya koymaları bu ümmetin hem bu dünya'da hem de âhirette faydasınadır. Şîa ve Ca'ferîler Kıyas'ı reddettikleri gibi içtihadı da reddetmişlerdir. Bunlara göre dinî bilgi ve hükümler hadislerde mevcuttur. Hadisler de meşhur kitaplarda toplanmış bulunduğundan kolayca bunlara ulaşmak mümkündür. Hem sonra mâsum imamlar'ın söyledikleri şer'i delil olduğuna göre müçtehidlerin içtihâdına ihtiyaç da zarûret de yoktur.

 

Hem sonra müçtehidlerin tamamı isabet etmiş olmazlar. Aynı mevzuda içtihadlarda bulunmuş müçtehidlerin bir grubu isabet etmişse diğeri hata etmiştir. Ancak hatalarından dolayı günahkâr sayılmazlar muahaze edilmezler. Hata ihtimâli olan müçtehidin içtihadı yerine mâsum olan imam'ın sözlerine itibar etmeyi uygun bulmuşlar!..

 

Ehl-i Sünnet akîdesinde, Şer'î deliller müçtehidler içindir. İçtiâd mertebesine ulaşmamış avam için delil müçtehidlerin sözleridir, onları taklid etmeye ve ona göre hareket etmeye mecburdurlar.

 

Şîa ve Ca'ferîler içtihâd edemeyenlerin müçtehidleri taklîd etmesini de bir takım şartlara bağlamışlardır:

 

a) Taklîd mevzuu hüküm inançla veya dinden olduğu kesinlikle bilinen ve başka mevzularla ilgili olmayacak (zarûrat-ı Diniyye'den olmayacak).

 

b Taklîd edilecek âlim müçtehid ve müttekî olacak.

 

c) Tabiî, müttekî ve güvenilir olmanın bir te'minatı olarak, müçtehit İsnâaşeriyye mezhebine mensup olacak...

 

d) Fetvâ veren müçtehid hayatta olacak

 

e) Hayatta olan müçtehidlerin birden fazla olması halinde içlerinden en âlim ve faziletlisi taklid edilecektir.