“Eğer ibret alınsaydı, tarih tekerrür mü ederdi?” Cennetmekan Mehmet Akif’in bu uyarısı, bugünlerde kulaklarımızda çınlayıp duruyor. Mersin ve Muğla merkezli kaynaşmalar bağlamında, pazartesi günkü gazetelere yansıyan bazı demeçlerin içeriğini, amacını düşündüğümüzde tüylerimiz diken diken oluyor. Türkiye’nin bir kaosa sürüklenmek istediğini gözden kaçırmamak ve gereği her ne ise, biran önce yapmak durumundayız. BDP Bitlis Milletvekili Nezir Karabaş: “Bu politikalar sürerse, Kürt halkı, yemin ediyorum, sadece gerilla mücadelesi ile kalmayacak, yaşamı cehenneme çevirecek.” BDP Diyarbakır İl Başkanı Nijat Yaruk: ‘Kürtler eski Kürtler değil. Diz çöktürmeye çalıştığınız bu halkın önünde diz çökeceğiniz günler yakındır.” BDP Siirt Milletvekili Osman Özçelik: “Yine bahar geldi, savaş kızıştı. Tankları, uçakları, helikopterleri Kürdistan topraklarına çıkıyor. Bizler bunu durduracağız, onurlu bir barış getireceğiz. Sizin kardeşliğinizi istemiyoruz.” Abdullah Öcalan: “Orta yoğunlukta bir savaştan söz ediliyor. Bu dağda olmaz, şehirlerde de bunun çok büyük etkisi olur. Şehirlerdeki serhildanlar kent isyanına dönüşebilir. Her şehirde büyük katliamlar da gelişebilir. Halkımız bunu bilmeli ve tedbirini almalıdır.” BDP milletvekillerinin ve il başkanlarının söyledikleri, içine sürüklenmek istendiğimiz ya da sürüklenmekte olduğumuz bir kaos ortamının habercisi olarak değerlendirilmelidir. Öcalan’ın ‘olabilir’ dediği şeyler, üstü kapalı olarak verilen ‘olacaktır, hazırlıklı olun’ mesajlarıdır. Mersin’de, Muğla’da yaşanan olaylar birer uyarı fişekleridir. Yüzyıllar öncesinde, Haçlı Seferleri ile birlikte başlatılan bir büyük ayrıştırma oyununun günümüzdeki yansımalarıdır. Milli Marş’ımızın şairi Mehmet Akif, “Eğer ibret alınsaydı, tarih tekerrür mü ederdi?” derken, yerden göğe haklıdır. II. Kılıçaslan ile Selahattin Eyyubi dayanışması, emperyalistlerin Ortadoğu konusundaki emellerinin önündeki en büyük engeldi. Anadolu’da binlerce yıl boyunca aynı kültür çatısı altında kardeşçe yaşayan Türklerle Kürtleri ayrıştırmadan Anadolu seddinin geçilemeyeceği, ilk olarak, Haçlı Seferleri sırasında anlaşılmıştı. Önceleri Hristiyan din adamlarının Kudüs’e, kutsal topraklara ulaşmak amacıyla yüzyıllar boyunca organize ettikleri Haçlı Seferleri, Ortadoğu’da zengin petrol yataklarının bulunduğunun anlaşılması ile ekonomik bir boyut kazandı ve Osmanlı’nın Musul, Bağdat ve Basra vilayetlerini ele geçirmek, emperyalistlerin rüyalarını süsleyen bir histeriye dönüştü. 11 Eylül İkiz Kuleler şoku sonrasında Afganistan ve Irak’a saldılar başlatıldığında, Başkan Bush’un, “Haçlı Seferleri başladı” şeklindeki coşkusu, bu histerinin günümüzde de devam ettiğinin en ibret verici bir göstergesidir. Ortadoğu’da yüzyıllardır yaşanan savaşlar, toplumsal kaynaşmalar, işgaller, Batılıların “Şark Meselesi” çerçevesinde organize ettikleri oyunlardır. İkiz Kuleler şoku sonrasında, hiç de inandırıcı olmayan gerekçelerle Afganistan ve Irak’ın işgal edilmesi, milyondan fazla masum insanın öldürülmesi, sözünü ettiğimiz oyunun günümüze yansımalarıdır. Haçlı Seferleri ile amacına ulaşamayan ve Osmanlı’nın Balkanlarda ilerlemesine engel olamayan Batılıların Türkleri Avrupa’dan söküp atabilmek için baş vurdukları en etkili taktikleri, toplumları etnik kökenli ayrışma konusunda organize etmek olmuştur. 1789 Fransız İhtilali sonrasında bu taktik, Osmanlı’nın Balkanlardaki coğrafyasında yaşayan toplumları etnik temelde ayrıştırma konusunda, daha da başarılı olmuştur. DÜNE BAKARAK YARINLARI GÖREBİLMEK… Günümüzde yaşanmakta olan gelişmeleri düne bakarak değerlendirmek, gelecekte byük acılar yaşamamıza engel olabilir. Geçmişte yaşananları bilimsel veriler ışığında üst üste koyarak önümüzdeki sisleri dağıtmak, bilim adamlarının en önemli görevleridir. Her aydın, uzmanı olduğu konuda, toplum sağlığı açısından tehlikeli gördüğü gelişmeler karşısında sessiz kalamaz, kalmamalıdır. Bu, her şeyden önce, bir insanlık görevidir. Türkiye gibi çok belalı bir coğrafyada yaşamanın ‘ her zaman uyanık olmak’ gibi bir bedeli vardır. Bu bedeli ödemeyenler, tarih sahnesinden silinip gitmişlerdir. Gelecekte acılar, pişmanlıklar yaşamamak, hepsinden önemlisi, “Eğer ibret alınsaydı tarih tekerrür mü ederdi” dememek için, düne bakarak, yaşananların yarınlardaki olası sonuçlarını görmek durumundayız. Pazartesi günü gazete sayfalarında yan yana düşen yukarda sözünü ettiğimiz demeçler, tüylerimizi ürpertti. Bu demeçleri ve Mersin’de, Muğla’da yaşananları yan yana koyduğumuzda, gelişmelerin tarihi boyutunu birlikte hatırlayalım istedik.. Yüzlerce yıl önce Haçlı Seferlerinde, 19. yüzyılın ortalarında Balkanlarda, 20. yüzyılın başlarında Ortadoğu coğrafyasında, yakın bir geçmişte Avrupa’nın orta yerinde, 1990’da, I. Körfez Savaşı sonrasında Irak merkezli olarak yaşanan gelişmeler dikkate alındığında, ülkemizi çok olumsuz etkileyecek olan bir kaosa sürüklenmek istediğimizi görmemek mümkün mü? Geçmişte Osmanlı coğrafyasında, Balkanlarda, Kafkasya’da, Anadolu’da, Ortadoğu’da yaşanan acıların ortak bir tabanı vardı. Osmanlı coğrafyasını parçalayabilmek için, bu harita üstünde yaşayan insanlar bilinçli olarak etnik ayrışma konusunda tahrik edilmişlerdi. Bu büyük oyun, Osmanlı’yı Balkanlardan söküp atmak, Anadolu’ya hapsetmek amacıyla yüzyıllar boyunca sürdürüldü. Henüz bu konuda nokta konmuş değildir. EMPERYALİSTLERİN OYUNU BOZDUK, AMA… Bu ülkede yaşayanların omuz omuza durmaları ile başlatılan Kurtuluş Savaşı zaferle taçlandırılmış ve bu süreç durdurulmuş, emperyalistlerin oyunları bozulmuştu. Ortadoğu petrollerinin ve dağıtım yollarının kontrolünü ele geçirmek Batılar açısından çok önemliydi. O nedenle saldırılar hiç kesintiye uğramadı. Cumhuriyet’in ilk yıllarından başlayarak iç karışıklıklar yaratıldı, bu ülkenin insanları birbirlerine düşman edilmeye çalışıldı. Büyük çaplı desteklerle yaratılan terör olaylarıyla bu ülkenin insanları arasında kan davası oluşturuldu. Gelişmeleri bilinçli olarak izlediğimiz ve gereğini yaptığımız söylenebilir mi? Bu ülkenin bilim adamlarının, sanatçılarının, politikacılarının, medyasının bu büyük oyunu deşifre etme, insanları uyarma konusunda üzerlerine düşen görevi yaptıkları söylemek mümkün mü? 1990’daki I. Körfez Savaşı sonrasında, Irak’ın 36. paralel boyunca pasta dilimi gibi bölünmesi sonrasındaki gelişmelerin neyi hedeflediğini görebilmek o adar zor muydu? Yakın bir geçmişte Bağdat, Basra ve Musul vilayetlerimizden oluşan güney komşumuz, “Irak’ın toprak bütünlüğüne saygılıyız” diye işgal edenler tarafından parçalandı. Ortadoğu’da bir kaos üretim merkezi oluşturuldu. Irak’ın parçalanması, bir nükleer füzyon gibi, çevresindeki bütün ülkeleri çok olumsuz etkileyecektir, etkilemektedir. BU NEYİN HAZIRLIĞI Mersin 19. yüzyıl ortalarında kurulmuş bir Türkmen kentidir. Mersin’de yaşananlar, bugünün olayları değildir. I. Körfez Savaşı sonrasında Çelik Kuvvetlerin kanatları altında oluşturulan bir Kürt devletinin yaşayabilmesi için denizle bağlantısı olmalıdır, aksi halde yaşaması mümkün değildir. Bu plan gereği Mersin’in de Kürt haritasına eklenmesi gerekir. 1980’li yıllardan itibaren büyük boyutta Kürt kökenli genç vatandaşlarımızın Mersin’in varoşlarına göç ettirilmesinin nedeni emperyalistlerin 5 bin devletçikten oluşan bir dünya haritası ile yakından ilgilidir. Mersin’in kuzeyi ve doğusunda oluşturulan gettolarda içine kapanık, şehir merkezinden her bakımdan kopuk, Mersin’lilerle kültürel bir kaynaşma başaramayan bir Kürt nüfusu yaşamaktadır. Bu bilinçli göç, “seyahat özgürlüğü, ülkenin her köşesinde iş kurabilme özgürlüğü” şeklinde kamufle edilmiştir. Devlet istatistiklerine göre Mersin varoşlarına yerleşen bu insanların ekonomik durumlarında bir düzelme olmamıştır. Politikleşmeye ve patlamaya hazır birer saatli bomba örneği olan bu gettoları oluşturmanın kime ne yararı olmuştur? Şu tabloya bir göz atalım; Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) verileri çok dikkatle incelememiz gereken rakamlardır. Mersin son 20 yılda Güneydoğu Anadolu’dan 400 bin civarında göç almış. 825 bin nüfuslu merkez ilçenin yarısı gettolarda yaşamakta olan göçmenler. Yüzde 71’i 19 yaşın altında olan bu insanların yüzde 30’u işsiz. Çalışabilenlerin yüzde 40’ının aylık gelirleri 200-400 lira arasında! Bu insanların yüzde 20’si okuma yazma bilmiyor! Bu verilere bakan her sosyolog, böylesine muaazam bir göç sonucunda Mersin’in merkez ilçe çevresinde oluşturulan gettoların barındırdığı vasıfsız, yoksul, okuma yazma bilmeyen eğitimsiz genç nüfusun her türlü dış tahrike duyarlı, politikleşmeye ve patlamaya hazır bir saatli bomba olduğunu kolayca görebilir. İnsanların ekonomik durumlarını iyileştiremeyen böylesine büyük bir göçün ilerde çok tehlikeli sorunlar yaratabileceği öngörülemedi mi? Bunca genç insan niçin, hangiamaaçla yerlerinden yurtlarından koparılıp Mersin, Muğla, Manisa, İzmir gibi kentlerin varoşlarında bir getto hayatı yaşamaya mahkum edildiler? Ekopolitik önlemler niçin zamanında gündeme getirilmedi? Mersin, Muğla, Manisa, İzmir gibi kentlerin bu denli büyük bir demografik değişime uğramasının yaratabileceği toplumsal problemler, niçin politikalarımızın ilgi alanına girmedi? Niçin bu konu Meclis’te tartışma konusu yapılmadı? Demokrasi havarisi Batılı ülkelerde, her isteyen, belli bir bedel ödemeyi göze almadan bir büyük şehre gidip mekan tutabiliyor mu? ORTADOĞU’DA GÜÇLÜ BİR TÜRKİYE İSTENMİYOR Türkiye’nin Tito sonrası Yugoslavya’ya dönüştürülmek istendiğini hala göremiyor muyuz? Gazetelerimizin, televizyonlarımızın misyonu milleti uyutmak ve uyuşturmak olmalı ki, bu önemli gelişmeler kamuoyunun dikkatini çekecek, aklımızı başımıza toplamamızı sağlayacak şekilde gündeme getirilmiyor, tartışılmıyor. The New York Times’ın Ortadoğu Temsilcisi Stephan Kinzer, Guardian’da yayınlanan makelesinde, “Türkiye’nin başarısı, dünya değişirken kendini yeniden keşfetme yeteneğine bağlı” diyordu. Ortadoğu’da Türkiye’nin bölgesel ve küresel bir aktör olarak yıldızının parlaması birilerinin işine gelmiyor. İstenmiyor, ama tarihi ve kültürel mirasının kazanımlarıyla Türkiye, hala Balkanlardan Çin Denizi’ne uzanan coğrafyada saygınlığını sürdüren, güvenilen bir ülke. Tahran’da sergilenen tablo sonrasında Türkiye Güney Amerika ilişkileri de süratle gelişecektir. Stephan Kinzer’in dediği gibi, “Türkiye kendini yeniden keşfetmek” ve kurulan tuzakları boşa çıkarmak zorundadır. Kürt kökenli vatandaşlarımızın da yakın ve uzak tarihte yaşadığımız acılardan ders çıkarmaları gerekiyor. Bizim birbirimize düşmemiz, ancak başkalarını ekmeğine yağ sürer; bu hiçbir zaman aklımızdan çıkarmayalım. İşgal sonrasında Irak’ta yaşananlar, aklımızı başımıza toplamamıza vesile olmalıdır. Türkiye üzerinde oynanmak istenen “Büyük Oyun”u görmek o kadar zor değildir. Mersin, Muğla, İstanbul, İzmir, Van, Diyarbakır gibi kentlerimizin çevresinde konuşlandırılmış Kürt kökenli vatandaşlarımızın, tahriklere kapılarak, biranda kalkıştıkları bir Türkiye tablosu düşünebiliyor musunuz? İşte o zaman, Öcalan’ın sözünü ettiği “şehirlerdeki serhildanlar kent isyanlarına dönüşebilir.” Tezgahlanmak istenen oyun budur. Bu oyuna alet olmak, bu ülkede yaşayan hiç kimseye bir yarar sağlamaz.. Aklımızı başımıza toplayalım.