Uluslararası kredi derecelendirme kuruluşu Standart&Poors'un Türkiye'nin notu 'durağan'a çevirmesi karşısında, "O kuruluş zaten Asya kaplanlarını krize sürükleyen 2007 sürecini  görememiş, 2008 küresel krizini de ıskalamıştı" diyerek yüreğimizi soğutmak mümkün, ama bu adımın gerçek hedefini görmeden rahat uyumak da mümkün değil.

Euro bölgesinde ülkeler göz göre göre borç batağına sürüklenirlerken, Yunanistan, İrlanda, İspanya iflasa koşar adımlarla ilerlerken bu ülkelere bol keseden notlar veren kuruluşların arkalarındaki küresel aktörlerin çıkarlarıyla örtüşen bir gizli ajandaları olması gerekir. Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası'nın sıradışı uygulamalarını en acımasız şekilde eleştiren Royal Bank of Scotland ekonomistlerinden Tim Ash, S&P gibi kuruluşların Türkiye konusunda sürekli hata yaptığına işaret ederek, Türkiye'nin notu şu anda 'yatırım yapılabilir' düzeyde olması gerektiğini savunmuş.  

Yaptığı not hataları nedeniyle, "kapitalist düzenden geçinen sülükler" olarak eleştirilen uluslararası kredi derecelendirme kuruluşları, yabancı yatırımcılar ciddiye aldıkları sürece, bizim söylediklerimiz hiçbir şey ifade etmeyecektir; "Parayı veren düdüğü çalar", çalıyor da..

“BEN DE SENİ TANIMIYORUM” DEME HAKKIMIZ VAR MI?

Peki, S&P gibi kuruluşlara, "Madem sen benim notumu haksız yere kırabiliyorsun, ben de seni tanımıyorum" diyebilir miyiz; var mı böyle bir hakkımız?

Var elbette; yabancı yatırım bankalarına avuç açmayacak bir ekonomik düzen kurabildiğimizde, S&P gibi kuruluşlara, "Tak sepeti koluna, herkes kendi yoluna" diyebiliriz, ama kimin elinin kimin cebinde olduğu net olarak görülemeyen bir küresel konjonktürde efelik yapmak kolay değil. Çünkü, olay S&P ile sınırlı değil. "Borç alan emir alır" kuralı gereği, küresel yatırımcılar borç isteyen ülkelere para verirken, uluslararası kredi derecelendirme kuruluşlarından bu ülkelerin ekonomik performansını değerlendirmelerini ve not vermelerini (credit rating) istiyorlar. Düzen böyle işliyor.

Türkiye, küreselleşme rüzgarlarının etkisiyle, 1987 yılından itibaren Hazine ve Merkez Bankası eliyle ticari senet ihraç ederek borç almaya başlamıştı. Borç veren kuruluşların not sorgulamalarının etkisiyle, S&P yetkilileri Ankara'ya geldiler ve Türkiye'nin borçlanma trafiğinde 'not verici' olarak rol almak durumunda olduklarını söylediler. Gelenleri, "kapitalist düzenden geçinen sülükler, defolun başımızdan" diyerek kovama şansımız yoktu. Çünkü biz istemesek de, borç verenler, "Yatırımcılar açısından Türkiye'nin ekonomik durumu nedir" diyerek, S&P'dan not vermelerini istiyecekti. S&P yetkilileri de, biz istesek de istemesek de, bulabildikleri, ulaşabildikleri ekonomik verilere dayanarak bize not vereceklerdi.

S&P İLE ANLAŞMAK ZORUNDAYDIK

S&P ile sürdürdüğümüz "seviyeli birliktelik" 1990 başlarında resmiyete döküldü. Efelenme şansımız yoktu; ekonomik verilerimiz parlak değildi, kamu sektörü finansman açığı yüzde 10'laradaydı, enflasyon canavarı her yıl varlığımızı % 60 oranında eritiyordu. Dışardan borç almak durumunda olduğumuzdan S&P ile işbirliği yapmaya razı olduk.

Türk hükümetleri ekonomik verileri ve ileriye dönük planlarını S&P yetkilileriyle paylaşacak, S&P bunları inceleyecek, Önce uluslararası bir yatırım bankasından bu konuda eğitim aldık, sonra da S&P'a işbirliğine hazır olduğumuzu bildirdik. Hazine, Merkez Bankası ve Devlet Planlama yetkilileri New York’a gittiler, S&P yetkilileri ile görüştüler.

Bu arada patlak veren I. Körfez Savaşı’nda Irak’a uygulanan ambargodan Türk ekonomisi olumsuz etkilendi, makro ekonomik göstergelerimiz daha da bozuldu, Hazine ve Merkez Bankası borç senedi ihraç edemedi, not verme işi ertelendi.

1991’in ikinci yarısında S&P, bu olumsuz tabloya rağmen, Türkiye’ye BBB notu verdi. Bu bol keseden verilen not sayesinde Amerikan piyasalarına borç senedi ihraç edebildik.

2008'de patlak veren küresel krizden güçlenerek çıkan Türkiye ise özellikle ekonomik büyümesiyle herkesin gıpta ile baktığı bir ülke haline geldi. Bu yılın ikinci çeyreğinde yüzde 8,8'lik büyüme kaydeden Türkiye, 2011’de, notu “BBB-“ yükseltililerek ödüllendirildi..  Bu, Türkiye'nin, “yatırım yapılabilir ülke” konumunda olduğu anlamına geliyor.
Standart&Poor's un bu kararı, 90'lı yılların başından beri kredi derecelendirmesine tabi olan Türkiye'nin, yabancı yatırımlar açısından eskiye göre daha çekici bir ülke konumuna geldiğini gösteriyordu. Bu durum, hem işsizlik, hem de cari açığın küçülmesi açısından iyi haber demekti.
Türkiye, ilk kez not sistemine dahil edildiği 1991’de, kredi notu 'BBB' idi. 1994'teki krizde not B'ye kadar düşmüştü. . 

S&P YALNIZCA EKONOMİK PERFORMANSA BAKMIYOR

1992’de bol keseden verilen BBB notumuz da, bugünkü “durağan”a çevrilen notumuz da gerçeği yansıtmıyor. Demek ki, ülke ekonomileri konusunda kredi derecelendirmesi yapılırken, ekonomi dışındaki konular da etkili olabiliyor. “Borç alan emir alır” kuralı burada da karşımıza çıkıyor. S&P gibi uluslar arası kredi derecelendirme kuruluşları not verirken, nüfus artış oranını, sağlık hizmetlerinin gelişmişliğini, şehirleşme oranını, ortalama eğitim düzeyini, gelir dağılımını, tarımdaki nüfusun artış ya da azalış oarnını, iletişim altyapı standartlarını, anayasa maddelerinin yasam, yürütme ve yargı arasında çağdaş bir denge sağlayıp sağlamadığını, siyasi partilerin yapısını ve ilk seçimlerdeki şanslarını, İMF ile ilişkilerini, jeopolitik risklerini, komşularıyla ilişkilerini, iç ve dış tehditleri… de dikkate alıyor.

S&P’a, büyüme oranımızı ve ihracat performansımızı dikkate almadığı için kızıyoruz. İhracatımız büyüyor, ama ithalatımız ondan fazla büyüyor; cari açığımız artıyor. Cari açığımızı, “çevrilebildiği sürece sorun yok” diyerek gerektiğince ciddiye almıyoruz. Giderek artan cari açığımızı sıcak parayla finanse ediyoruz; yani kısa vadeli olarak dışarıdan gelen paraya bağımlılığımız sürüyor.

Bütün bunlar dikkate alındığında, Türkiye’nin bu uluslar arası kredi derecelendirme kuruluşlarıyla kavgaya girişmesi, bu aşamada, bir yarar sağlamayacaktır. Kriz öncesi büyüme performansımızı yakalamak, üretmek, satmak, işsizlik oranını ve hepsinden önemlisi cari açığımızı düşürmek zorundayız.

 “Borç alan emir alır” sözü, çok uzun deneyimlerden imbiklenmiş bir öğüttür. Bu öğüdün altında Cihan Padişahı Kanuni Sultan Süleyman’ın mührü var; dikkate almak zorundayız.