Önceleri "Arap Baharı" estirilen ülkelere "model" olarak gösterilen Türkiye, özellikle Mısır'da Mursi'ye karşı yapılan askeri darbe ve Suriye krizinin tıkanma noktasında ortaya çıkan ABD-Rusya ittifakı, G20 Toplantısı, BM Genel Kurul Toplantısı sonrasında, Batı basınında bir dizi olumsuz yorumun hedefi oldu.
Bu konudaki gelişmeleri çok dikkatli izlememiz ve saldırının gerçek hedefini görmemiz gerekir. Hedef MİT Müsteşarı Hakan Fidan mıdır, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu mudur, Başbakan R. Tayyip Erdoğan mıdır, yoksa yüzyıl öncesinde hazırlanmış bir planın uygulama coğrafyasının en önemli parseli olan, Osmanlı'nın varisi Türkiye midir?
Dış politika konusundaki yazılarını yıllardır ilgiyle okuduğumuz İbrahim Karagül'ün, yazılarına koyduğu başlıklar, en çetrefilli dış politika konularını herkesin kolayca anlayabileceği ustalıkla anlatabilme yeteneği, satır aralarına yerleştirdiği kışkırtıcı vurgulamalar yazdıklarına ayrı bir derinlik kazandırıyor. Kurtuluş Savaşı'na giden günlerde olduğu gibi, rüzgarlara karşı yürümek, zaman zaman ülkelerin kaderi olmaktadır. İbrahim Karagül'ün, "Türkiye direnecek ve başaracaktır!" başlıklı "uyarı mektubundan" yaptığımız alıntılar, ülkesini sevenleri iliklerine kadar titrecek satırlardır.
11 Eylül şokuyla başlatılan yeni dünya düzenini hayata geçirme operasyonları, Afganistan ve Irak'ın işgali ile ivme kazanmış ve estirilen "Arap Baharı" rüzgarları eşliğinde Kuzey Afrika'dan Afganistan'a uzanan Müslüman coğrafya kan gölüne dönüşmüştü. Bir bölge ülkesi olarak, bu gelişmelerden etkilenmememiz mümkün değildi.
Önceleri "Arap Baharı" estirilen ülkelere "model" olarak gösterilen Türkiye, özellikle Mısır'da Mursi'ye karşı yapılan askeri darbe ve Suriye krizinin tıkanma noktasında ortaya çıkan ABD-Rusya ittifakı, G20 Toplantısı, BM Genel Kurul Toplantısı sonrasında, Batı basınında bir dizi olumsuz yorumun hedefi oldu.
Bu konudaki gelişmeleri çok dikkatli izlememiz ve saldırının gerçek hedefini görmemiz gerekir. Hedef MİT Müsteşarı Hakan Fidan mıdır, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu mudur, Başbakan R. Tayyip Erdoğan mıdır, yoksa yüzyıl öncesinde hazırlanmış bir planın uygulama coğrafyasının en önemli parseli olan, Osmanlı'nın varisi Türkiye midir?
Hakan Fidan hakkında ilk eleştiri 9 Ekim'de Wall Street Journal'de yayınlandı. Daha sonra Washington Times ve Washington Post'ta yayınlanan makelelerde, MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ın, İsrail hesabına çalışan 10 ajanın adını İranlının adını Tahran'a verdiğinden söz ediliyordu. 17 Ekim'de Washington Post'ta yayınlanan ve Hakan Fidan'ı suçlayan makalenin yazarını tanıyorsunuz; Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Davos Dünya Ekonomik Forumu sırasında İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres'e "one minute" çıkışını yaptığı panelin moderatörü olan gazeteci David Ignatius. Makalede Hakan Fidan, "İran'la dostça ilişkileri olnan biri" olarak tanımlanıyordu. Yazısında, Ortadoğu'da çok hızlı bir değişimin yaşandığını vurgulayan Ignatius, bu değişime ilişkin kurduğu denklemin önemli aktörleri arasında Türkiye'ye yer vermiyordu.
Sözünü ettiğimiz gazetelerde peşpeşe yayınlanan yorumlar Tel Aviv'de büyük yankı yapmış, Jewis Press, Hakan Fidan'ı açıkça ölümle tehdit etmişti: "Hakan Fidan bir sabah arabasında özel bir sürprizi hakediyor."
İsrail'in, "One minute" ve Mavi Marmara olayları sonrasında, Türkiye'yi her konuda kuşatma girişimlerini hızlandırdığı biliniyor ve izleniyordu. Baş döndürücü gelişmeler sonrasında, Mısır ve Suriye'deki gelişmelere paralel olarak, Türkiye'yi yalnızlaştırma gişimleri ilginç bir ivme kazandı. İsrail'in Türkiye'yi kuşatma operasyonlarını ve Türkiye'yi yalnızlaştırma girişimlerini bir başka yazıya bırakarak, Washington Post'ta yayınlanan "Turkey blows Israel's cover for Iranian spy ring" başlıklı makalenin Türkiye'deki yankılarına bakalım.
Makalede, ABD yönetiminin bu konudaki iddialara prim vermediğinden de söz ediliyor, fakat, kendini İsrail'in güvenliğinden birinci derecede sorumlu gören Washington'ın gelişmelere ilgisiz kalması düşünülemez. Başka bir söyleyişle, "İsrail'in ikinci başkenti Washington'dır."
Washington Post'ta yayınlanan makaledeki suçlamaların ve Jewis Press'teki "Hakan Fidan bir sabah arabasında özel bir sürprizi hakediyor" tehdidinin Ankara'daki yankılarını ve Türkiye-İsrail ilişkilerindeki ilginç gelişmelerin derinliğini görebilmek açısından, uluslararası ilişkiler uzmanı İbrahim Karagül'ün Yeni Şafak'ta yayınlanan "Türkiye direnecek ve başaracaktır" başlıklı yazısından yaptığımız alıntıları çok dikkatli okumamız gerekiyor. Türkiye'nin II.Dünya Savaşı'dan bu yana ne ölçüde Batı'nın kontrolü altına girdiğini göstermesi açısından, çok önemli ipuçları bulacaksınız, gündemdeki soru işaretlerinin yanıtlarıyla örtüşen bu yazıda..
Ortadoğu'daki gelişmeleri yönlendiren küresel aktörlerin Mısır ve Suriye politikalarında yaptıkları ray değişikliği sonrasında Türkiye ile ilgili yapılan yorumlarda "yalnızlık" ve "yalnızlaştırma" temasının öne çıktığı bir dönemde, bu çok duyarlı konuda spekülasyona girmek yanlış anlamalara neden olabileceğinden sizleri, İbrahim Karagül'ün yazısıyla başbaşa bırakıyoruz.
Dış politika konusundaki yazılarını yıllardır ilgiyle okuduğumuz İbrahim Karagül'ün, yazılarına koyduğu başlıklar, en çetrefilli dış politika konularını herkesin kolayca anlayabileceği ustalıkla anlatabilme yeteneği, satır aralarına yerleştirdiği kışkırtıcı vurgulamalar yazdıklarına ayrı bir derinlik kazandırıyor. Kurtuluş Savaşı'na giden günlerde olduğu gibi, rüzgarlara karşı yürümek, zaman zaman ülkelerin kaderi olmaktadır. İbrahim Karagül'ün, "Türkiye direnecek ve başaracaktır!" başlıklı "uyarı mektubundan" yaptığımız alıntılar, ülkesini sevenleri iliklerine kadar titrecek satırlardır. Birlikte okuyalım..
* * *
"Türkiye direnecek ve başaracaktır!
"Türkiye'nin en mahrem bilgileri ellerindeydi. İstedikleri operasyonu yapıyor, bu ülkeyi istihbarat üssü olarak kullanıyorlardı. Askeri bürokrasiden siyasi çevrelere kadar bütün iktidar alanlarını istedikleri gibi yönlendiriyor, yönetiyorlardı. İktidar değiştirip iç politikayı dizayn ediyor, hükümet düşürüyor, darbe planlayıp uyguluyor, koca komutanlardan tekmil bile alıyorlardı."
Yeni Şafak Genel Yayın Yönetmeni ve uluslararası ilişkiler uzmanı İbrahim Karagül'ün ,"Türkiye direnecek ve başaracaktır" gibi, merakı tahrik edici başlıklı yazısının girişinde bu cümleleri okuyan herkesin ağzından, "Kim bunlar?" sorgulamasının dökülmemesi, irkilmemesi mümkün mü?
Karagül'ün yazısını bir solukta okuduk ve her satırı dikkatle okunması gereken bu yazının bazı bölümlerini sizlerle paylaşmak istedik. Şöyle devam ediyor yazısına Karagül:
"Onlar aslında bu ülkenin sahipleri gibi hareket ediyorlardı. Devlet iktidarı üzerinden Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarından daha fazla yetkiye sahiplerdi. İşi; Marmara Denizi'nde gemileri durdurup aramaya kadar vardırmışlardı.
Özellikle 28 Şubat döneminde, Türkiye'nin iç istihbarat birimi gibi çalışıyor, İslamcı avı yürütüyor, İstanbul'da evleri basıp insanları kaçırıyor, belli adreslerde sorguluyorlardı. Hem Milli İstihbarat Teşkilatı hem de Emniyet İstihbarat Teşkilatı gibi çalışıyorlardı. Bu ülkenin güvenlik birimleri tarafından gözaltına alınan kişileri rahatça sorgulayabiliyor, onlar hakkında kararlar verebiliyorlardı.
CIA'nın meşhur gizli cezaevi ve gizli uçak seferleriyle esir ticareti yaptığı dönemlerde Türkiye'de ne işler çevirdikleri hala bir gizem olarak ortada duruyor.
Türkiye-İsrail ilişkileri hiçbir zaman iki ülke arasındaki ilişkilerle sınırlı kalmadı. Türkiye'nin en mahrem alanlarında, birimlerinde her zaman çok geniş hareket alanına sahip oldular.
MİT ve Emniyet'te bazı birimler doğrudan onlara çalışıyor, bu birimlerin yapılanmasında bile söz sahibi olabiliyorlardı. Türkiye onların avucunun içindeydi. Ve bu ülkeyi, kendi çıkarları doğrultusunda bütün Ortadoğu'da, Orta ve Güney Asya'da hoyratça kullanıyorlardı. 28 Şubat sonrası hemen bütün Müslüman ülkelerde yürütülen örtülü İslamcı avının patronları onlardı ama bunu Türkiye üzerinden yürütüyorlardı.
Bitti. En azından bitmeye az kaldı. Bu yüzden bu kadar kuru gürültü. Kıyameti koparıyorlar."
Karagül, "Bitti. En azından bitmeye az kaldı" diyor, ama tablo gerçekten çizilen boyuta ulaşmışsa, canımızı yakmadan noktalamak mümkün olabilicek midir? Karagül umutlu:
"... 5 yıl önce olsaydı bu operasyonlarla yer yerinden oynatılırdı. Hükümet de medya da, aydınlar da hizaya sokulurdu. Korku ve paranoya üzerinden Türkiye büyük bir bunalıma sokulur işin sonu ekonomik krize kadar uzanırdı. Tabii bu arada siyasi güç dengesi değişir, hükümetler düşürülür, medya kelle avcılığına girişir, iş dünyası ve sendikalar harekete geçirilirdi. Türkiye kamuoyu daha 'neler oluyor' diyemeden amaç hasıl olur, operasyon tamamlanırdı.
Ama artık öyle olmuyor. O dönemler geçti. Üç beş tetikçinin ABD basınında uzaktan kumandalı yazılarıyla Türkiye'yi sarsma dönemleri tarihte kaldı. Ne medya onlara yüz veriyor ne siyasetçiler yazdıklarını ciddiye alıyor. Kendi kendilerine patinaj yapıp duruyorlar.
Hakan Fidan olayı üzerinden çok ciddi bir okuma yapmak, gerçek resmi ortaya çıkarmak gerekiyor. Savunma refleksi bir çok zaman gerçekleri ortaya çıkarmaya yetmiyor."
Olayın, yalnızca Hakan Fidan olayı olmadığını belirten Karagül yazısında, Türkiye üzeride geniş bir ittifak cephesinin oluşturduğu bulutlarının dolaştırlmak istendiğni söylüyor:
"Olay sadece Hakan Fidan olayı değildir. Yıllardır burada dile getirmeye çalıştığımız, Türkiye'nin özerkleşmesi, bağımsızlaşması, kendi yolunu çizmeye çalışması, yönetilebilir olmaktan çıkması meselesidir. Bu açıdan sesini yükselten sadece İsrail aşırı sağı ya da ABD'nin neoconları değildir. Avrupa Birliği içindeki ortaklar, müttefikler, 'dostlar' da en az onlar kadar rahatsızdır en az onlar kadar Türkiye'yi tekrar yönetilebilir alana çekmeye çalışmaktadır. Bunu yaparken de bazen oldukça çirkefleşmektedir."
"... Ama anlamıyorlar… Artık böyle bir Türkiye olmadığını, yeni eğilimin Türkiye kamuoyu tarafından sahiplenildiğini, bu işin geri dönüşünün olamayacağını, rüzgarın bir kez yön değiştirdiğini, bir dahaki kırılmanın en az yüz yıl alacağını göremiyorlar. Hala eski defterleri okuyup, eski taktiklerle Türkiye'ye gömlek biçmeye çalışıyorlar.
Bu tarz örtülü operasyonların, hedef olanı daraltmaktan ziyade genişlettiğini, imha edilmek istenen isimlerin daha da güçlenip kahramanlaştığını, bu milletin o insanları bağrına basıp sahiplendiğini ölçemiyorlar. Artık kahramanlar bu yolla ortaya çıkıyor. Tıpkı büyük krizler, dönüşümler döneminde olduğu gibi, yeni isimler böyle sembolleşiyor.
Örtülü operasyonun mimarlarını da taktiklerini de çok iyi biliyoruz. İsrail aşırı sağı, ABD'nin neoconları ve Avrupa'nın neoconlaşan yönetimleri, bizim bölgemizde yeniden oluşturmaya çalıştıkları dikta reimlerle belki de Türkiye'ye karşı son kapsamlı operasyonunu yürütüyor. Cumhurbaşkanlığı seçimlerine kadar da bu tazyikleri devam edecek."
"...Çatışma istihbarat alanından siyasete, bölgesel pozisyon ve askeri teknolojiden belki de ekonomik savaşa kadar uzanacaktır. İki ülkenin bu yüzyıla, bölgeye ve kendine bakışı taban tabana zıt oldukça, bu böyle devam edecektir. Yakın gelecekte de böyle bir ihtimal söz konusu değildir. Bunu bildikleri için kısa yoldan iş görme gibi çok tehlikeli yöntemlere başvurmaya kalkıştılar. Bu ülkede Mısır senaryosunu bile denediler."
İbrahim Karagül'ün bu ilginç yazısının tamamını aşağıdaki linkten mutlaka okuyunuz:
http://yenisafak.com.tr/yazarlar/IbrahimKaragul/turkiye-direnecek-ve-basaracaktir/40159