Herkes onu bekliyordu… Karanlığın koyuluğu şafağın yakın olduğunun göstergesi olsa da güneşin doğması bir zamana tabiydi. Özlem duyana düşen; hasret yükünü belli bir zamana kadar taşıyabilmektir. Vuslat, Hira’da soluklanmak,  sarp yamaçları aşmakla mümkündür. Taif’te taşlanmak,  aç susuz bırakılıp nice çileleri göğüslemektir. Sevr mağarasında dostun dostla ölümüne ahitleşmesidir.

Medeniyete yolculuk başlayacaktı lakin onsuz yolculuk dipsiz kuyulara atılmak gibidir. Onsuz yol almak  karanlıkta kayıp olmaktan başka işe yaramazdı.  Bu nedenle özlemle bekleniyordu yola revan olmak için yoluna kurban olacaklar.  Çölleşen dünya yüreklere ab-ı hayat olacak bir rahmetin esintileriyle yanıp kavrulurken hüznün yükü taşınamaz hale gelmişti. Küfrün, inkârın, isyanın, riyanın, bencilliğin, ahlaksızlığın karanlığında kalpler kayıp olmaya yüz tutmuştu.

Yolunu kayıp etmişler, yolunu unutmuşlar, yolda kalmışlar yoldan sapmışlar, adam yerine konmamışlar,  itilip kakılmışlar, sahipsizler mazlum ve masumlar onu bekliyor, onun ne zaman geleceğini bir birine soruyorlardı.  

Ve nihayet o gün geldi. Yıl 571…

Rebiülevvel ayının 12. Gecesi bir pazartesi sabahıydı...

O öyle bir teşrif etmişti ki karanlık dünyaya;

Onun doğuşuyla güneş dahi hayâ ve edebinden, nuru karşısında sönük kaldı. Gece, utancından varlığın koynuna gizlenip yerini ebedi bir gündüze bıraktı.

Evet, onun gelişiyle Mekke’nin iniltisi dinmiş, saadet muştusu dillerde yerini almaya başlamıştı.  

Onunla merhamet, şefkat, hoşgörü, sevgi-saygı, adalet, hakkaniyet, fazilet gibi unutulan nice erdemler yeniden hatırlandı. Akraba hakkı gözetildi, komşunun önemi anlatıldı.  Müslüman’ın Müslüman üzerinde ki sorumluluğu hissettirildi. Bela ve musibet karşısında sığınılacak mevziler kazıldı gönüllere. Sabır silahı kuşanıldı. Vefa, sadakat ve samimiyet telkin edildi. Başarının şifreleri verildi.

Cahaliyye dönemi Asrı Saadete dönüverdi.

Mehmet Aktif’in ifadesiyle; “yırtıcılıkta sırtlanları geçen…” Güçlünün egemen olduğu, kız çocuklarının diri diri toprağa gömüldüğü, kadının insan olup olmadığının bile tartışıldığı, katı yürekli bir toplum öyle bir erdeme ulaştı ki; yerde ki karıncayı dahi incitmekten çekinecek kadar bir hassasiyete kavuştu.  Kadınlar baş tacı edildi, cennet ayaklarının altına serildi. Onlara iyi davranmak hayırlı olmanın vesilesi bilindi. Fakir, fukara, garip guraba, dul, yetim-öksüz korunup kollandı.

Kan döken, intikam hırsıyla yanıp kavrulan, geçmişiyle övünüp mezar taşlarını gösteren, haklı olmalarını güç ve itibarlarına bağlayan mütekebbir ve bencil bir toplumu, insanlık onuruyla buluşturan Onun getirdiği hayat iksirinden başka ne olabilir?

Her şeyden önce o, sevmeyi sevdirdi.

O’nu canlarından aziz bilmeyi imani mesele bilen asrı sadettin mimarları sözlerine  “Anam babam sana feda olsun” diye başlarlardı. Saçını o okşadı diye saçını kesmeye kıyamayan, okşanan saçları bir ömür boyu başında Nebevi bir ödül gibi taşıyan sahabeler yetişti.

O’nun yüzüne bakıp gözünü alamayanlar “Bu yüz vallah yalan söylemez” diye iman edenler bile oldu.

O’nu görmeden duramayanlar, onun sevgisinden kendinden geçenler vardı. O vefat ettiğinde “Bu gözler onu görmedikten sonra başka şeyleri görmesinin ne anlamı var, deyip ama olmayı Allah’tan isteyen, görmenin, duymanın, hissetmenin onun şahsında ki anlamını zerrelerinde hisseden marifet sahipleri de  vardı.

Devesiyle umreye giderken, devesine; “ Biraz yavaş ol. Kim bilir belki Hz. Muhammed’in devesinin izine isabet edersinde onun yüzsuyu hürmetine Allah bizi affeder” diyecek kadar onu takip etmeyi devesinin izine kadar indirgeyen Hz. Ömerler vardı.

Gözünü kırpmadan siper olanlar da,  onun ayağına bir diken batmaması karşılığında ölmeye razı olanlar da vardı.

Lakin her Beşer gibi emri vaki olup refiki alaya yükselirken yoluna ram olan “Gökteki yıldızlar” diye nitelendirdiği ashabına uyma hususunda sıkı sıkıya tembih etti.

Onlarda, ondan sonra gelenlerde, daha sonrakilerde çekip gitti dünyamızdan.

Şimdilerde ise ona salâvat getirmeyi dahi yağcılık gören soysuzlar türedi. Onun sünnetine ne gerek var, diyen cibilliyetsizler çıkıverdi her taraftan. Onun ashabını şirkle ve küfürle itham edecek kadar ileri giden hadsizler dünyamızı kirletmeye, zihinleri bulandırmaya devam ediyor.

Kısaca; yol unutuldu yoldaş unutuldu.

Söz sukut etti. Akıl ilahlık iddiasına girişti. Medeniyet safsatası zihinleri bulandırdı.

Bir futbolcuyu, filim artistini sevdiği kadar onu sevmeyen,  bir yabancı şarkıcının seceresini saydığı gibi onu tanımayan evlatlar yetişti.

Onun yolunu yol edinmeyenler batının uşaklığına soyundu. Onun merhametinden uzaklaşan dünya zulümde altın çağını yaşıyor. Mazlumun iniltisi arşı alayı inletir oldu. Kız çocukları yine diri diri toprağa gömülüyor.  Kadının köleliği hala devam ediyor; özgürlük altında cinsellik objesi olarak kullanılıyor. Yine güçlünün haklı kabul edildiği bir dünya da yaşıyoruz. Halksızlık, hukuksuzluk; hırsızlık, arsızlık, namussuzluk, yalan, dolan, zulüm mütekebbirlerin katığı haline geldi. 

Binlerce put kalpleri yeniden istila etti.  Cahiliye toplumu farklı versiyonuyla alabildiğine hayatımızı kuşatmış durumda.   

Arif Nihat Asya’nın dediği gibi:
Şimdi Seni ananlar,
Anıyor ağlar gibi…
Ey yetimler yetimi,
Ey garipler garibi;
Düşkünlerin kanadıydın,
Yoksulların sahibi…
Nerde kaldın ey Resûl,
Nerde kaldın ey Nebi?

Günler, ne günlerdi, yâ Muhammed,
Çağlar ne çağlardı:
Daha dünyaya gelmeden
Müminlerin vardı…
Ve bir gün ki gaflet
Çöller kadardı,
Halîme’nin kucağında
Abdullah’ın yetimi
Âmine’nin emaneti ağlardı.

Hatice’nin goncası,
Âişe’nin gülüydün.
Ümmetinin gözbebeği
Göklerin resûlüydün…
Elçi geldin, elçiler gönderdin…
Ruhunu Allah’a,
Elini ümmetine verdin.
Beşiğin, yurdun, yuvan
Mekke’de bunalırsan
Medine’ye göçerdin.
Biz bu dünyadan nereye
Göçelim, yâ Muhammed?

Yeryüzünde riyâ, inkâr, hıyanet
Altın devrini yaşıyor…
Diller, sayfalar, satırlar
“EbûLeheb öldü” diyorlar.
EbûLeheb ölmedi, yâ Muhammed
Ebû Cehil kıt’alar dolaşıyor!

Neler duydu şu dünyada
Mevlidine hayran kulaklarımız;
Ne adlar ezberledi, ey Nebî,
Adına alışkın dudaklarımız!
Artık, yolunu bilmiyor;
Artık, yolunu unuttu
Ayaklarımız!
Kâbe’ne siyahlar
Yakışmamıştır, yâ Muhammed
Bugünkü kadar!

Yeniden O’nu sevmeye, Onu anarken anlamaya vesile olması ümit ve duasıyla Mevlidi Nebi Haftanızı en içten dileklerimle kutluyor, uyanışımıza vesile olmasını Yüce Allahtan niyaz ediyorum.