geçen sene yeni yıla girerken, “2017 sonunda nasıl bir duygu içinde olacağımızı ve neler yazmak durumunda kalacağımızı gerçekten bilemiyorum” diyerek bitirmişim yazımı... Bir yıl çok uzun bir süre… Gerçekten neler olacağını, nelerle karşılaşacağımızı kimse bilemez. Bakmayın siz öyle falcılara, medyumlara… Ya bizim gönlümüz hoş olsun diye, ya da biraz merak uyandırıp kendilerine ilgi duyulsun diye bir şeyler söyleyip duruyorlar. Zaten kimse de onlara “sen böyle  böyle demiştin ama, hiç de öyle olmadı” falan demiyor. 

İsterseniz 2017’ye birlikte bir göz atalım:

Yeni yıla kazasız belasız girdik zannedilirken, İstanbul’un gözde eğlence mekânlarından birinde maalesef beklenmedik bir felâket yaşandı. Henüz yargı aşamasında mahkemesi devam eden bir terörist, Reina’da ölüm saçtı ve 39 kişi yeni yıla girdikten dakikalar sonra hayatını kaybetti. Yıla böyle bir acıyla başladık.

*

2017’nin önceden bilinen en önemli olayı “Cumhurbaşkanlığı sistemi için yapılacak referandum”du. Tabii yeni yıla girerken hangi ayın hangi gününde yapılacağını bilmiyorduk. Tarih 16 Nisan olarak belirlendi. Partiler ve STK’lar propogandaya başladılar. İktidar partisi yurt dışındaki vatandaşlarımızı da bu konuda bilgilendirmek istediğinde, Avrupa ülkelerinin buna engel olduğunu gördük. İlginç bir kriz yaşandı. Dost diye bildiğimiz ülkeler, düşmanımız olan grupların ve örgütlerin sözcülerini canlı yayınla yaptıkları toplantılara bağlanmasına izin verirken, bizim bakanlarımızı ülkelerine bile sokmadılar. Gidenlere de toplantı yapma izni vermediler.

Bu alışılmadık bir durumdu ama, Türkiye’ye dışarıdan nasıl bakıldığını anlatan ilginç bir örnekti.

*

İçeride de durum farklı değildi. Hayatında belki hiç hayır işlememiş, dini bir motif olarak kimseye hayır dilememiş kişiler, kurumlar, birdenbire karşımıza çıkıp “hayırlı günler”, “hayırlı sabahlar”, hayırlı işler”, “hayırlı cumalar” dilemeye başladılar.

16 Nisan’a kadar yoğun bir “hayır” kampanyası işlendi. “Geleceğim için Hayır!” diyen sevimli, küçük bir çocuğun yer aldığı afişler hayli etkili oldu ama sonuçta 17 Nisan sabahına % 51,41 “Evet” oyuyla uyandık. Çoğu insan neyi niye oyladığını, ne değiştiğini bile bilmiyor ama, artık cumhurbaşkanlığı sistemiyle yönetileceğiz. Hükümeti partiler değil, % 50+1 oy alan kişi kuracak. Dolayısıyla koalisyon diye bir şey olmayacak ve seçim sürecine kadar da hükümet krizi yaşanmayacak.

Bunlar varsayıma dayalı teorik bilgiler tabii. Henüz uygulamaya yönelik ne bilgimiz, ne tecrübemiz var. Ömrümüz yeterse 2019’dan sonra göreceğiz.   

Sonuçta milyonlarca insanın “hayır” dileğinin kabul olduğunu ve sonucun bizim için hayırlı olacağını umuyoruz.

*

Benim bildiğim bileli karmakarışık olan Ortadoğu Haziran ayında bir daha karıştı. Mısır ve Suudi Arabistan başta olmak üzere Arap ülkeleri bir anda Katar’ın tepesine üşüştüler. Krizin önlenmesinde ve hasarsız atlatılmasında Türkiye önemli bir rol oynadı.

*

Aynı günlerde içeride de başka bir konu gündemdeydi. CHP lideri Kılıçdaroğlu, MİT TIR'ları görüntülerini eski Cumhuriyet gazetesi genel yayın yönetmeni Can Dündar'a vererek,  "Devletin gizli kalması gereken bilgi ve belgelerini askeri ve siyasal casusluk amacıyla temin etme" ve "FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne bilerek ve isteyerek yardım etme" suçlarından yargılanıp önce müebbet, ardından "failin geleceği üzerindeki olası etkileri" sebebiyle yirmi beş yıl hapis cezasına çarptırılan Milletvekili Enis Berberoğlu'na “Adalet” isteyerek, Ankara’da İstanbul’a bir yürüyüş başlattı.

Beklenen ilgiyi görüp görmediği hayli tartışılan yürüyüş sonunda amaca ulaşılıp ulaşılamadığı da pek belli olmadı.

*

15 Temmuz’da FETÖ’cü terör örgütünün darbe teşebbüsüne karşı halkın gösterdiği duyarlı tepkinin sonucu kazanılan demokrasi zaferinin yıldönümünü kutladık. Ortada hem 250’ye yakın şehit verdiğimiz acı bir olay, hem de halkın direnişiyle kazanılan bir zafer vardı. İnsanın kutlama demeye bile dili varmıyor. Buna belki başka bir deyim bulmak lazım. 15 Temmuz Şehitler Köprüsü girişinde yapılan anıtın açılışıyla ölümsüzleştirilen şehitlerimize Allah’tan rahmet diliyoruz.

*

Temmuz ayında İstanbul’da görülmemiş bir yağmur-sel felâketi yaşandı. Metro istasyonlarına sular doldu ve metrolar bile çalışamadı. Tekrarından Allah korusun.

*

Yıla, Reina’da yaşanan çok acı bir olayla başladığımızı söylemiştim. Şükürler olsun son güne kadar buna benzer başka büyük bir olay yaşanmadı. Bu arada yakalanan canlı bombalar, mühimmatlar, eylem hazırlığındaki teröristler, gazetelerimizde boy boy haber oldu. Emniyet güçlerimizin bu başarısını unutmamamız ve kendilerini tebrik etmemiz lâzım.

*

Kitlesel olarak büyük acı yaşamadık ama, Ağustos ayında, Karadeniz’e kadar açılan PKK’lı teröristler, kendilerini jandarmaya ihbar eden 15 yaşındaki Eren Bülbül’ü acımasızca katlettiler. Onu ve tüm şehitlerimizi rahmetle anmalıyız.

*

Eylül ayında, zaman zaman dost diye ağırladığımız Barzani, bütün uyarılara rağmen, destekçilerine güvenerek bağımsızlık için referanduma gidiverdi. Fakat uygulamayı beceremedi. Türkiye’nin yine bu konuda etkin bir rol oynadığını belirtmeden geçemeyiz

*

Birçoğumuzun ezeli dost zannettiği ABD, Ekim ayında vizeleri dondurarak Türkiye’ye bir şok yaşattı. Sonuçta durum biraz normalleşti ama, en azından dostlarımızın(!) nasıl bir düşünce yapısı içinde olduğunu öğrenmiş olduk.

*

Ekim ayına İstanbul, Ankara, Bursa ve Niğde belediye başkanlarının istifası damga vurdu. Hâlâ birçok kimsenin, niye böyle bir yola gidildiğini kavrayamadığı bir biçimde, belediye başkanları istifa etti(ril)diler. Melih Gökçek bu şekilde gündemi bir kez daha epeyce meşgul etti.

*

Ekim ayında bir olay daha yaşandı. MHP’den ihraç edilen Meral Akşener, önce “Hayır” cephesinin adayı olarak CHP tarafından 2019’da Erdoğan’ın karşısına çıkarılacağı konuşulurken, İyi Parti diye yeni bir parti kurdu. Her kesimden insanları bir araya toplayacağız demesine rağmen, partiye daha çok küskün MHP’liler itibar ediyor gibi. Şimdilik ufukta pek bir şey görünmüyor.

*

Sporla ne kadar ilginiz var bilmiyorum, Ampute milli takımımız finalde İngiltere’yi yenerek şampiyon oldu. Normal milli takımımızın başarısızlığından sonra bununla avunur olduk.

*

Kasımda Zarrab davası çıktı başımıza...   Amerika’nın İran ambargosunu delen kişisi olarak bilinen Reza Zarrab, ne amaçla, nasıl, niye Amerika’ya gitti, sorusunun cevabı hâlâ meçhul. Ancak, konuyu çok ciddi boyutta ele alıp “Erdoğan bu sefer hapı yuttu” diyerek Türkiye’nin batışına tarih düşürenler, doların tavan yapacağını zannederek varını yoğunu satıp Türk parasından kaçışı teşvik edenler, bambaşka bir sonuçla karşılaştılar.

Karşılarında suçluluk kompleksinden ne diyeceğini bilemeyen bir Erdoğan değil, hiç üzerine alınmadan her şeyi açıkça itiraf edip, yaptıklarını hedef alarak Amerika’yı suçlayan bir Erdoğan vardı.

*

1948 yılında küçük bir çevrede kur(dur)ulan İsrail devleti, Filistin topraklarını işgal ede ede alanını iyice büyüttü ve Filistinlileri ülkelerinde sığınmacı bir hale getirdi. 1980 yılında Kudüs’ü başkent ilan eden İsrail, bu kararı Amerika dahil kimseye imzalattıramadı. Ancak komünizm tehlikesinin ortadan kalktığını düşünen ve günümüzde en büyük tehlike olarak İslâm’ı gören -ve Müslümanlar adına sürekli önüne çıkan- Tayyip Erdoğan’a karşı Zarrab davasında komik duruma düşen Amerika, yapmak istediğini gerçekleştirebilmek için planlarından birini daha devreye soktu ve Trump’a hiç de sürpriz sayılmayacak bir karara imza attırarak, Kudüs’ü İsrail’in başkenti ilan etti. 

Bağımsız bir ülkenin başkentinin Amerika tarafından belirlenmesinin tuhaflığı bir tarafa, bu karar karşısında İslâm dünyası şaşkınlık içine giremeden Erdoğan tekrar sahneye çıktı ve İslâm İşbirliği Teşkilatı’nı İstanbul’da toplayarak Doğu Kudüs’ü Filistin’in başkenti ilan etti.

Bununla da yetinmedi Türkiye ve Yemen’le birlikte konuyu Birleşmiş Milletler’e götürdü. Tramp bu sefer açıkça, “yardım etiğimiz ülkelerin istihkakını keseriz” tehdidinde bulundu. Erdoğan resti gördü ve Trump’a şöyle seslendi: Sayın Trump, siz Türkiye’nin demokrasi iradesini dolarla satın alamazsınız. Tüm dünyaya sesleniyorum, dolarlarla demokrasi iradenizi asla satmayın!”

Yapılan oylamanın sonucu inanılır gibi değildi. Türkiye’nin teklifi 128 oyla kabul edilmişti.

*

Son olarak BAE Dışişleri Bakanı’nın Medine müdafii Fahreddin Paşa üzerinden Türkiye’yi suçlamaya çalışması üzerine Erdoğan’ın, kendisini ve ülkesini rezil rüsva eden cevabı, Arap dünyası ile ilişkilerimiz, Müslümanlık anlayışımız, dostluk ilişkilerimiz gibi pek çok konuyu irdelememize yol açtı. Kısacası 2017’de yaşadığımız her olay taşları yerinden oynatan bir özelliğe sahipti. 

*

Şimdi bakın bakalım tahmin yapanlara, fal açanlara, bunları anımsata bir şey söyleyebilmişler mi? Hiç alâkası yok. Öyleyse siz o tür ihtimalleri falan boş verin ve geleceğe bakın.

Peki olanlar iyi mi oldu, kötü mü oldu derseniz, onun kararını siz vereceksiniz. Aslında bu tip olayların iyiliği-kötülüğü sonucuyla değerlendirilir. İleride ne olacağını hep beraber göreceğiz. Bizim temennimiz her şeyin daha iyi olması ve lehimize sonuçlanması değil mi?… Yeni yıldan daha güzel şeyler beklemiyor muyuz? O halde olumlu şeyler ümit etmeliyiz.

Bütün okuyucularımızın ve tüm basın camiasının yeni yılını bu duygularla kutluyor ve geçen yıldan daha mutlu, daha huzurlu, güçlülerin haklı olduğu değil, haklıların güçlü olduğu bir yıl geçirmenizi yürekten diliyorum.  


Kaynak: http://www.oncevatan.com.tr/uyandigimizda-kbus-bitmis-olsun-makale,37602.html