Sayın Hüseyin Dayı vesilesiyle bir yudum insan İnsan ki işitin a dostlar, kâinat hep ona hayran “Leyla da kim oluyor?” yazınız üstadım enfes Ruhlara aldırıyor doğrusu, derin bir nefes İşlenen konu, nefis mi nefis; bu yazıda şüphesiz Kenz – i mahfi / Gizli Bir Hazine kokusu var tertemiz Damla denizden haber verir; işte somut bir misali Şahit oluyoruz öyle yazılarına ki, çok aali İnsan bu; görünüşe bakıp da, bükmeyiver dudak hemen Ete kemiğe bürünmüş; bir kâinat; önünde yürüyen İnsan bu; görünür tarafı, bize küçük mü küçük Aysberk misali, asıl vücudu, suda olmuş göçük İnsan bu; çok mükerrem bir varlık, onca varlık içinde İnsan bu; secdeye vardı cümle melek, huşu’ içinde İçtik Hüseyin Dayı’nın kadehinden, bir yudum insan İz sürdük, âşıklar meşhurunun, en meşhur kelamından Hepimiz, aslında birer âşık mecnunlarız Şu yalan dünyada, güya sözde memnunlarız Her birimiz, edinmiş, kendine göre sanki bir Leyla Fakat ağzımızdan çıkan, sadece acı bir vaveyla Bulduk sanıyoruz bazen, sevindirerek kendimizi Sahte bir aşkla, yıkıveriyoruz hemen bendimizi Sanıyoruz ki, mecazi aşk; aşktır hakiki! Gerçek bir cevher sanıyoruz, sahte akiki! Herkesin, aklınca, kendine göre, var bir Leylası Oysa onu, perde etmiş kendine, yüce Mevlası İzzet perdesi; saklamış kendini, mecazilerle Aşk yolunda yaya kalmış, nice sözde gazilerle İnsan, eğer bir bilse, neye, niçin âşık olduğunu Bir düşünse, neyin insana acaba, şık olduğunu Olur muydu dünyada, böyle keder içinde mükedder? Bil! Ne güzel bir son hazırlamış ona, İlahi Kader İnsan; iki hecede, ne de çok şey! Bu sırrı anlayan için, tek bir şey! İnsana, hiçbir şey dünyada, değil asla yabancı! Böyle sanırsa şayet insan, sonu olur çok acı! Sevgi deryasına, dalsa insan, ömründe bir kez Dünyaya geldiğine, artık pişmanlık gerekmez Çünkü Hazret – i Fuzuli demiş, tüm âşıklar adına Bunu idrak edenler ancak, varır bu beytin tadına “Aşk derdiyle hoşem, el çek ilacımdan tabip! Kılma derman kim, helakim, zehr – i dermanındadır!” Üstad Fuzuli sığdırmış, bir beytlik damlaya, sanki ummanı Hakikati anlayıp sezenlerin, artar manevi dermanı İşte budur, insanı, dünyada rahat ettiren ulvi iksir! İnsanı etkileyecekse, etkiler ancak, böyle bir tesir! İnsan bu; ipek böceği, ipeğini imal eder durur İnsan bu; kâinat / evren, insana kendisini okutur İnsan bu; zehirli Arı, şifasını sunar daim ona Kâinat; el pençe divan durmuş, en ekmel olan insana Evet, insan, yaratılmışın kâinattaki en eşrefi Allah katında, tüm mevcudatı temsil eden müşerrefi İnsan bu; her şeyin anahtarı olan vahid –i kıyasi Bu sırrı anlamayan kimi insanlar, oldu birer asi! Fakat insan, bu cisimle, ebedi ve kalıcı değil! Ebedilik yoluna, çürük bedenle, çıkası değil! İnsan bu; verirse muhabbetini Allah’a, her şeyden evvel Yaratılmışı sever; yaratandan ötürü, olur mükemmel Akıl, fikir meydanı; öyle geniş ki insanın, değil boşa! Bu yetenekler, değil ki sırf dünyası için, böyle uğraşa! Ey insan! Nedir bu gurur ve nedir bu gaflet? Nedir bu istiğna? Nedir bu azamet, haşmet? Oysa, elindeki isteğini, gerçekleştirme meyli Bir kıl kadar! Ya iktidarın, belki ondan da tufeyli! Biçare, aczine ve fakrına bir sınır var mı? Koca ömrün geçti, kabirden başka mekân var mı? Ey insan! Ömrün geçti! Şuurun söndü! Kaldıysa, bir an kaldı! Muhabbetle meftun olduğun hayatından, az bir zaman kaldı! Fakat varsa sende, Marifetullah’tan bir nasip Cenneti isteyişin bile, düşmez pek münasip Ey insan! Ömür uçakları, arıyor konacak bir kabir! Geçiyorken, şimşek gibi hayatın; olma gafil! Ol habir! Ey! Hep kötüyü emreden, nefs – i emmarem, dinle beni: Değilim tabi sana! Hazırlamış olsan da kefeni! Ey insan! Öyle bir misafirsin ki sen, yeryüzünde Okunur Hilafet nişanın, o manalı gözünde Ey insan! Sen, Yaratılış Ağacının en son meyvası Medeniyet mucidi asırların, Asa-yı Musa’sı Ey insan! Getirildin dünyaya, edilerek aziz! Çıkarken de, aynı çıkmaya çalış, aziz mi aziz! Velhasıl ey insan, Şeyh Galib’in dediği gibi: “Hoşça bak zatına kim, zübde – i Âlemsin sen! Merdüm – i dide – i ekvan olan, Ademsin sen!” ( Hoşça bak zatına, Âlemin özetisin sen! Kainatın göz bebeği olan, Ademsin sen!)