İstanbul Çamlıca Tepesine yapılmasına karar verilen cami için bir proje müsabakası tertip edilmiş, 82 proje değerlendirmeye tâbi tutulmuş, projeler arasında jüri tarafından, ikinci seçilen, projenin uygulanması uygun görülmüştür. Seçilen proje, bu işi bilen duayen’ler tarafından çok ağır bir şekilde krite edilmiş, proje, pek çok nokta’dan acâyip bulunmuştu. 
Bunun üzerine, Başbakan R.Tayyip Erdoğan, seçilen proje’nin yeniden tartışılmasını istemiş, Mimar Sinan Üniversitesi’nden ve İstanbul Teknik Üniversitesi’nden, ba’zı mimar’ların da katılımı ile üç seans çalışılmış, katılımcı mi’marlar, proje’yi pek çok cihet’den ciddî ma’na’da eleştirmişler, netice olarak, proje’nin pek çok yeri değiştirilmiş, kubbe’ler tıraşlanmış biraz daha oval hale getirilmiş, kapılar genişletilmiş, revaklar kaldırılmış, teras’lar değiştirilmiş, şadırvan yeniden dizayn edilmiş ve girişler tekrar düzenlenmiştir. 
Şehirci’lik Bakanı, Erdoğan Bayraktar’ın verdiği bilgilere göre, Mimar Sinan’ın eserleri, Selçuklu ve Osmanlı döneminin cami’i’lerinden ciddî ma’na’da ilham alınmış, siluet olarak onların bir devamı olarak düşünülmüş ve fakat kesinlikle konsept ve yapı hiçbirisine benzemeyecekmiş!... 
Yine Şehirci’lik Bakanı’nın verdiği bilgilere bakılırsa, dünya’da, büyüklük bakımından, beşinci olacak, üç gidiş, üç dönüş şeritli bir yol ve ayrıca, tünel yapılacakmış. 
Öyle anlaşılıyor ki, burada bir külliye inşa edilmeyecek, monoblok bir tek bina inşa edilecek, cami’i’n altında üç katlı bir bodrum olacak, hat sanat’ları, kültürel alanlar, fuar alanları, dershâneler, turizm merkezi, seyir terasları ve bolca yeşil alanlar bulunacakmış... 
Bu toplantılara katılan mi’mar’lar, herhalde “Majeste’lerinin Mi’marları,” olmalıdır; Selçuklu, Osmanlı cami’i’lerinden ve Mi’mar Sinan’ın eser’lerinden önemli ölçüde ilham almışlardır,” almışlardır da, hangi Selçuklu Ulu Cami’i, hangi Mi’mar Sinan Salâtîn cami’i, en az, üç bodrum katının üzerine oturtulmuştur? 
İnşâ Allah! Bu proje aynen uygulanmaz. 
Uygulanırsa, tipik bir TOKİ projesi olur. 
TOKİ mantığı, dar alanda, sefer tası gibi iç içe, üst üste, yüksek kuleler inşa ederek, dar mekân’da, daha çok rant elde etme mantığıdır. 
Çamlıca Cami’i, eğer bu TOKİ mantığı ile inşa edilecek olursa, İstanbul’un varoş’larında, 1950’li, 1960’lı yıllar’da, İstanbul’da, Hazine, Orman ve Vakıf arazilerini gecekondu bölgeleri olarak işgal edenlerin, işgali meşrûlaştırmak için, çevirdikleri geniş bir saha’da, inşa edilen, fonksiyonlarının %80’i ticârî, ancak %20’sine, sığıntı halinde ma’bet’ler inşa edilen acâyip külliye’lerin çok kötü ve çirkin bir taklidi olacaktır. 
Eskiden varoş dediğimiz bu yerler şimdiler’de, şehrin merkezi yerlerinde kalmışlardır. Bu ucûbe külliyelere adım başı rastlayabilirsiniz. Külliye’nin bir-kaç bodrumunda otoparklar, zemin ve giriş katlarında, çarşı-pasaj, normal katlarda, düğün salonları, ofisler, büro’lar, en üst kat’ta da ibâdet mekânı, böyle yerlerde, ibâdet mahalline ancak, 100, 150 merdivenle çıkılabiliyor. Bakıldığında, bu ucube külliye’ler, TOKİ mantığı ile tasarlanan Külliye’den çok daha fonksiyonel ve daha çok gelir getirir, rant sağlar. 
- Mi’marlık, münhasıran bir hisap işi, taşı taş üstüne koyma san’atı değildir; Gerçek mi’marlar, feza kadar geniş muhayyile gücüyle, öncelikle inşa edeceği Mi’mârî eser’in kondurulacağı yeri seçerler. Sonra da, bu mekân’a, nasıl bir bina oturtulması gerektiğine karar verirler. Otorite’nin, “Şuraya, şu evsafta bir cami inşa ediver,”le olmaz. “İstanbul’a, Pây-i Taht’a, Âsitâne’ye, Şânımıza lâyık bir cami inşa edile,” İrâde-i Seniyye üzerine, Cihân Mi’marı, Koca Mi’mar Sinan, Süleymaniye Cami’i’nin kondurulacağı, tepe’yi de, kendisi seçmiş ve bu tepe’ye konduracağı Külliye’yi de, bizzat kendisi tasarlamıştır. 
Boğaz’dan, Marmara’dan ve Haliç’ten rahatlıkla görülen bu Tepe’nin en yüksek noktasına, Cami’i’n Ana Mekânı’nı, kod farklarından faydalanarak, Külliye’ye dâhil, diğer bina’ları, ana mekânı zerre kadar gölgelemeyecek bir tarz’da, Sıpyan Mektebi, İmâret, Dâru’ş-Şifa ve Medrese, en az, cami’i’n ana mekânına, sağ’dan, soldan, aşağıdan, yukarıdan, arkadan ve önden, 300 metre mesâfeden, daha geri mekanlara, kondurulmuştur. 
Mi’mar, Koca Sinan, Süleymaniye’nin ana mekânını, Yedi Tepeli İstanbul’un, bu üçüncü tepesi’nin zirvesine, eteğinde doğup-büyüdüğü, Erciyes Dağı’nı yerinden söküp getirmiş, secde’ye varan bir mü’min gibi oturtmuştur. Rivâyet edilir ki, cami’in duvarları yükseldikçe, Haliç kenarında, Perşembe Pazarı civarında, Süleymaniye’yi, Süleymaniye Cami’i’nin kondurulduğu Tepe’yi, en iyi gören bir mekân’dan saatler boyu cami’i seyrederdi. 
Cihan Mi’marı, Koca Sinan’ın, “Ustalık Eserim,” dediği Edirne’deki Selimiye Cami’i’ni, Edirne’de öyle bir tepe’ye kondurulmuştur ki, her iki taraftan Edirne’ye yaklaşanlar, kilometrelerce mesâfeden, Selimiye Cami’i, bir Ulu dağ gibi görünür. Dâhî Mi’mar, Koca Sinan’ın bir başka dehâ örneği, Selimiye Minareleri... Minâreler’deki her üç Şerefiye’ye ayrı ayrı merdivenlerden çıkılabilen, kalem kadar ince, uzun ve zarif dört minâre, nereden bakılırsa bakılsın, iki minâre olarak görülür. Tâki, çok yakınlarından ve çapraz olarak bakılınca, ancak dört minare olduğu fark edilir. 
Bütün bunlar, mi’marlığın, bir hendese ve taş üstüne taş koymak, duvar örnek olmadığının göstergeleridir. 
Cihan Mi’marı, Koca Sinan’ın, fezâ kadar geniş muhayyelesinin bir başka örneği, Mi’mar Sinan, Cihan Pâdişah’ı, Kanûnî’nin kızı, Mihr-ü Mâh Sultan için, İstanbul’un iki ayrı köşesinde inşa ettiği iki ayrı cami’i’dir. 
Bu cami’i’lerden birincisi, Üsküdar Meydanındaki, sol tarafta, halkımızın, İskele Cami’i dediği, Cami’i’dir ki, Güneş Saati, Muvakkithâne gibi emsâlinde görülmeyen ba’zı yeniliklerin uygulandığı bu cami, aslında, Mi’mar Koca Sinan’ın, Mihr-u Mâh Sultan adına inşa ettiği ilk cami’i’dir. İkinci cami ise, yine Mihr-u Mâh Sultan adına inşa ettiği, İstanbul’un yedi tepesinden altıncı tepe’ye, Edirne Kapısı’nda, Kâriye Cami’i’nin, Bizans’ın Tekfûr Sarayı’nın bulunduğu, Tepe’ye kondurduğu cami’i’dir. 
Buralarda, cami inşa-ı iradesi her ne kadar, Mihr-u Mâh Sultan’ın ise de, yer seçimi elbette Mi’mar Sinan’a aittir. 
Cihan Mi’mârı, Koca Sinan’ın bu iki cami üzerindeki emsalsiz, dâhiyâne projesi bu Belde-i Tayyibe, İslâmbol, Âsitâne, Şehr-i İstanbul üzerinde güneş ile ayın birleştirilmesi, birlikte görüntülenmesi projesidir. 
Kanûnî’nin kızı, Mihr-u Mâh Sultan’ın ismi, Güneş-ay demektir. İsminde güneş ile ayı birleştiren Mihr-u Mâh Sultan için yaptırılan iki cami’i’de güneş ile ayın birleştirilmesi... 
Senede iki def’a, Ekinoks’da, (gündöndü) geceyle gündüzün bir olduğu 21 Mart ve 23 Eylül tarihlerinde, İstanbul semasında, Edirnekapı’daki Mihr-u Mâh Sultan Cami’i’nin iki minaresi arasında güneş batarken, Üsküdar’daki Mihr-u Mâh Sultan Cami’i’nin iki minaresi arasında ay doğar... 
Böylece, senede iki defâ bile olsa, Mihr-u Mâh Sultan’ın isminde birleşen güneş ile ay, İstanbul Semâsında da buluşuyorlar. 
Biz, günümüz mi’marlarında, hele hele, majeste’lerinin mi’mar’larından, böylesine dâhiyâne projeler beklemiyoruz. 
Ancak, Çamlıca Tepesi’ne, Marmara’dan, Boğaz’dan ve Haliç’ten, Tarihî Yarımada’dan herhangi bir perdeleme ile karşılaşılmadan, rahat görünebilecek bir yere, ana mekân zemine, toprağa oturtulmuş, yeryüzünün derekelerine kadar inen ve Arş-ı Âlâ’ya kadar uzanan bir ma’bed beklemek hakkımızdır. 
Külliye’de, yapılması düşünülen, teferruata ait binalar, ibâdetle ilgisiz, turizm bürosu, dershâneler, atölyeler, seyir terasları, kod farkından faydalanılarak, aslâ ana mekânı gölgelemeyecek bir şekilde cami’in etrafına yerleştirilebilinir. 
- Uygulanması uygun bulunan proje’nin müellifi, mi’marlık bürosu’nun eleman’ları acabâ, ömürlerinde, Süleymaniye’yi hiç görmediler mi? 
Süleymaniye’nin revaklı son cemaat giriş kapısı, Taç Kapı ve Ana Mekânın giriş kapısının manzarasını kapatacak hiçbir yapı bulunmuyor. 
Süleymaniye’nin, Kıble tarafından, Haziresinden bakıldığında, sanki Erciyes Dağı’nın eteklerinden dağın zirvesine bakıyormuş hissine kapılırsınız. Hazire’de, bu muhteşem manzarayı kapatacak, gölgeleyecek hiçbir yapı yok. Hazire’deki, en yüksek bina, Cihan Pâdişahı Kanûnî için, Mi’mar Sinan’ın yaptığı türbe ile, yanında ondan biraz daha küçük ve zarif, Hürrem Sultan’ın türbesidir. Bakıldığında, her iki türbe ile Erciyes Dağı eteklerinde, Peri Bacalarına benzerler, ya da Yüzük Kaşı kadar zarif, Kibr-i Ahmer’den yapılmış, birer biblo gibidirler. 
Demem odur ki, Ana Mekân’ın ihtişamına gölge düşürecek, eklentilerden kaçınılmalıdır. 
Ne Anadolu’daki Selçuklu ve Osmanlı Ulu Cami’i’lerinde ve ne de, İstanbul’daki Salâtîn Cami’i’lerinde böyle bir uygulama vardır. 
Bu proje böyle uygulanırsa, ortaya çıkacak eser’in, Mi’mârî yönden, san’at ve estetik olarak herhangi bir kıymet-i Harbiyyesi olmayacaktır. Olsa olsa, hepsi de birbirine benzeyen, A.V.M.’lerden birisinin üzerine, 6 minâre monta ederek, “Muhteşem bir cami yaptık,” diye kendimizi aldatacağız!...