Mehmetçik Kutlu Zafer, Diriliş Ertuğrul, Kalbimdeki Deniz, İki Aile gibi başarılı dizilerin içinde yer alan, oynadığı her rolün hakkını veren duayen oyuncular Hakan Vanlı ile birlikteyiz. Ona ister kıyasıya bir düşman rolü verin, ister kimsenin kalbini kıramayan melek kalpli bir adam rolünü verin ikisini de kolaylıkla yaşatabilir. Nereden mi biliyorum? Çünkü onu defalarca zıt rollerde izledik ve her seferinde çok beğendik.

Merhaba Hakan Bey, Oyunculuğa yıllarını vermiş tecrübeli bir sanatçısınız. Hem tiyatro, hem dizi, hem film, eğitmenlik, seslendirme... Bir oyuncunun çok yönlü olması gerektiğini düşünen tarafta mısınız?

- Öyle olmasının şart olduğunu düşünen taraftayım. Hem şartlar he

m de bendeki merak duygusu beni böyle bir oyuncu yaptı. Tabi ki asıl mesleğim tiyatro, oyunculuk. Sonra oyunculuğun diğer dalları geliyor.

Peki bu yolculuğa nasıl başladınız?

- 1980 senesinde başladım.

- Bir hayalin peşinden mi gittiniz?


- Öyle de söyleyebiliriz. Buradan Bulgaristan'a yol alacaksanız önce Tekirdağ'ı geçmeniz gerekir. Hedefleri küçük tutarak oyunculuğu zaman içerisine yaydım. Sonra arkama baktığımda baya yol aldığımı gördüm. Özellikle seslendirme ve dizi-film dalında baya ilerledim. 1000 bölümü aşmış bir dizi-film tecrübem var.
40 senedir tiyatro yapıyorum.

- En çok hangi potayı seviyorsunuz?

- Aslında ikisinin de tadı çok farklı, ama konsantrasyon olarak bir oyuncunun soluk aldığı yer tiyatro sahnesidir. 'Hadi gidelim Belgrad ormanında yürüyüş yapalım, temiz hava alalım. Tazelenelim' diyen insanlar vardır. İşte bir oyuncunun bunu diyebilmesi için tiyatro sahnesine ihtiyacı vardır. Bir oyuncu tiyatro
yapamazsa dinamosunu dolduramaz. Kamera önü ve seslendirmenin tadı da çok farklı, ama bir oyuncunun en güvenilir çıkış noktası tiyatrodur.

Oyunculuğa kamera önünden başlayanlar ile konservatuardan başlayanlar arasındaki farkı görüyor musunuz?

- Biz görüyoruz, umarım seyirciler de görür. Aslında seyirciye bir format sunuluyor. Seyirci, asla onun yerine şu oynasaydı beyin jimnastiğini yapmaz, ama bu sektörün içinde olan insanlar bu alternatifleri düşünür.

- Bu sektörde eğitimli olmak şart...

Benim hiçbir zaman 'konservatuardan geçmiş olsun' gibi bir sabit fikrim olmadı, ama mutlaka bir oyunculuk eğitiminden geçmiş olması gerekiyor. Bu dört senelik bir eğitim olabilir, yurtdışında Workshoplar olabilir, Türkiye'deki atölye çalışmaları olabilir. Eğer bir oyuncu eğitim almayı kafasına koyarsa her koşulda kendini eğitir, sorar, mütevazi olur ve 'ben oldum' asla demez. 40 sene sonra bile 'ben oldum' diyemiyorum. Hala bir şeyler öğreniyorum. Oldum dediğiniz an daldan düştüğünüz andır. Hayatın her sektörü için bu geçerlidir.

-Yönetmenliğe göz kırptınız mı?

- Ufak tefek şeyler yaptım, fakat hep bizim sektörde şöyle bir konuşma geçer 'Ne kadardır oyunculuk yapıyorsun?' '35 senedir yapıyorum' 'E, o zaman sen artık bir rejisör ol'. Rejisörlüğün eğitimiyle oyunculuğun eğitimi çok farklı. Bir yönetmen önce genel görür, sonra her bir rolü ayrı ayrı görür, onları ilişkilendirir. Bir
oyuncu önce kendi rolünü görür, sonra ilişkilendirir. Aralarındaki dramaturji farkı oyunculuktan bile gelse o nüve çok farklıdır. En iyi yönetmenler çok kötü oyuncular olabilir, çok kötü yönetmenler de çok iyi oyuncu olabilirler, ama ben çok iyi yönetmenlerin çok iyi oyuncular olabileceğini düşünmüyorum. Oyuncu her zaman yorumcudur, icra edendir. Göz önündedir, fakat bilgi ve birikim olarak her zaman arkası dolu olandır.

- Hobi olsa bile oyuncunun bir birikimi olması gerekiyor.

- Mutlaka! Ben bazen dışarı bir şeyler almaya çıktığımda eşim 'Bir ekmek almaya gittin bir saattir yoksun' der. Ben eczacı ile çay içiyorum, bakkalla sohbet ediyorum, simitçi Mehmet Abi ile konuşuyorum. Onları anlıyorum, dinliyorum. Oyuncu hiçbir zaman sahnenin dışında kalmaz. Şu anda bile öğreniyorum,
yeter ki oyuncu o radarlarını açık bıraksın.

Şu anda bilgi ve deneyimlerinden faydalanan ve bunu ekrana da yansıtan bir oyuncusunuz. Kamera önünde ya da sahnede olmanın heyecanını dindirmeniz ne kadar zaman aldı?

- O heyecan hala benimle. Zaten o heyecan olmazsa olmaz.

- Her oyuna ilk oyunun heyecanıyla mı çıkarsınız?

- Her oyuna değil, ama yeni başladığım her oyunun ilk gecesi, sanki konservatuardan yeni mezun olmuşum da ilk oyunuma hazırlanıyormuşum gibi titriyorum. Hele perde açıldıktan sonra seyircinin soluğu ensenize gelir. O soluk hazan yaprağı gibi titreyen bedeninizi kendinize getirir. Aslolan odur. Ben Devlet Tiyatrosu’ndan emekli oldum. Her gün perdenin arasından kaç seyirci gelmiş, boş koltuk var mı diye kontrol ederdim. Bir gün rejisör bana 'Sana ne! Sen oynasan da aynı parayı alıyorsun, oynamasan da aynı parayı alıyorsun' dedi, ama yarım salona oynamak başka dolu salona oynamak bambaşka. Cılız bir alkış, cılız bir
kahkaha sesiyle ben daha mahzun oluyorum, ama kahkahaların inlettiği, alkışların koptuğu bir salon beni daha motive ediyor. Bunu hiçbir para satın alamaz.

Verdiğiniz eğitimlerde, gençlerin geleceğine büyük katkı sağlayacak, oyunculuğun kişi için ne demek olduğunu anlatacak ilk dersiniz nedir?

- Ben bütün ilk oyuncu adayı olan arkadaşlarıma 'Hadi sahneye çıkalım' derim. 1 metre 25 cm insan hayatında çok büyük bir yükseklik değildir, sıkı bir adımla atlayabilirsiniz bile, ama  ben onları videoya çekip, 1 metre 25 cm üzerinde yürüyen Ali'yle, yerde yürüyen Ali'nin üzerindeki farkı gösteriyorum. Ne kadar kasılmış, ne kadar tutuk, ne kadar vücudunu kontrol etmeye çalışan bir Ali varsa sahnede, eve giderken o kadar rahat, sıradan yürüyen bir Ali var. Sahnede, yaşadığınız insan olmak önceliklidir. Çok özel bir karakter oynamıyorsan, kendini başka bir forma sokmana gerek yoktur. Biz konservatuardayken
sahnede uyurduk, sahnede yemek yerdik. Bir müddet sonra o sahne sokakmış gibi, evinizmiş gibi olurdu.

Ekranda şuan yıldız gibi parlayıp sonradan görünmeyen oyuncular var. Sizce bir oyuncunun temelinde ne olması gerekiyor?

- Önce merak etmeli ve bu işe aşık olmalı. Aslında dışarıdan bakıldığında gerçekten çekilecek bir iş değil, fakat o aşk bütün zorlukları üfleyip götürüyor. Ferhat ile Şirin oyununu oynuyorduk. Matine bittikten sonra genç iki arkadaş yanıma yanaştı 'Abi tebrik ederiz. Ben de oyuncu olsam bir dizi-filmden ne kadar kazanırım,' dedi. Ben de dedim ki 'Sen hiç para kazanamazsın'. O senin de dediğin gibi birden parlayıp sonra sönenlerden olmak istiyor. Önemli olan o başarıyı sürdürmektir. Bu başarıyı sürdürmekte 1 metre 25 cmlik bir mesafedir.

Son zamanlarda 'Diriliş Ertuğrul' 'Mehmetçik Kutlu Zafer' dizilerinde izledik sizi. 'Diriliş Ertuğrul' dizisinden sonra savaş ve tarih ağırlıklı diziler içine mi çekiyor sizi?

- Hayır, ama merak ettiğim bir konuydu.

- Diriliş Ertuğrul ilk tarih diziniz miydi?

- Evet, ilk defa bu kadar yoğun bir tarih konusu olan dizinin içerisinde yer aldım. Tarihi yapımlarda hazırlık süreci çok ağır sürüyor. Üç saat hazırlanıyorsunuz 10 dakika da set hazır deniliyor ve bitiyor. Bu konuyu da çok sevdim, ama bu demek değil ki ben bundan sonra tarih konusu ağırlıklı diziler çekeceğim. Ben profesyonelim, her rolün hakkını vermek benim öncelikli sorumluluğum.

Türkiye'de Osmanlı Tarihini anlatan projelerin başarılı olduğunu düşünüyor musunuz? Bu zamana kadar gelmiş geçmiş en iyi tarihi dizi hangi projedir?

- Bunların arasında 'Diriliş Ertuğrul' dizisini sayabilirim. Ben 'Game Of Thrones'  dizisini izledim. O ambiyansa yakın, o pastele yakın bir iş oldu Diriliş Ertuğrul. İnsanın karakteri yaşadığı coğrafyayla doğru orantılıdır. Siz Mozambik'te yaşıyorsanız öyle bir karakteri yansıtırsınız. Ben tarihimize en yaklaşan dizi
olarak 'Diriliş Ertuğrul'u söyleyebilirim. Böyle bir işin içinde olduğum için mutluyum.

Ekranda oynarken severek, benimseyerek içine girdiğiniz, illa içinde kendinizden bir parça bulduğunuz rol oynadığınız hangi karakter oldu?

- Oyunculuk hep tezatlardan doğmuştur. Biz sizinle şuan kavga edersek, biri bunu çekerse bu olay yayınlanır, ama biz sizinle tatlı tatlı sohbet edersek, bunu ekrana koyduğunuzda kimse izlemez. Dolayısıyla bir role yaklaşırken o rolün insan yanını (suçluysa neden suçlu? Katilse neden katil? Bu adam neden böyle?) kendi içinizde sorgularsınız. Ben 'Kalbimdeki Deniz' dizisinde çok iyi bir karakteri oynadım. Bu adamın ağzı var dili yok, herkes bu adamı hor görüyor, işinde çok iyi bir avukat fakat herkes tarafından dışlanıyor. Ben en sonunda yönetmene 'Biraz çalışabilir miyiz' dedim. Aysun Hanım 'Estağfurullah, neden?' dedi. 'Bu adam çok iyi bir adam, bu adamın içinden bir şey bulmamız lazım' dedim. O karakteri oynamak bana haz vermedi. Bir oyuncunun bükülme noktasında o dramaturjiyi bükebilecek kudrete sahip bir oyuncu olmayı her zaman tercih ederim.

Kendinizi televizyonda izler misiniz?

- Başladığım dizinin ilk 3-4 bölümünü izliyorum. Ondan sonra sadece kendi kısımlarımı izlerim. O kısımlarda da kabahat ararım, kendimde hata ararım. Eşim seyrederken 'Bak burayı çok güzel oynamışsın' diyor. Ben de 'Sen bırak orayı, bak şimdi burası çok tehlikeli bir sahne burası, tam oturmamış' diyorum. Olmayanı konuşalım ki o olsun. Olmuşla böbürlenmeye gerek yok.

Bir proje seçerken en çok sizi cezp eden şey nedir? 

- Önce senaryonun dili ve karakterim ne anlatıyor. Öyle diziler var ki toplumu çok yanlış yönlendiriyor, çünkü hikaye yanlış yerden başlıyor. Mesela 'Kurtlar Vadisi'. Ben Etiler'de otururken karşımda bir ilkokul vardı. Bir çocuk var, arkasında da zannediyorum onun iki tane badigardı rolünde çocuk, dizlerine kadar beyaz
bir kaşkol takmış bana doğru yürüyor. Böyle tek kaşını kaldırdı 'Bak, bak bu artist!' dedi. Bahsettiğim çocuk en fazla 14 yaşında. Bu işler seçilirken sizin sosyolojik yapınız, felsefi geçmişiniz, bulunduğunuz ülkenin göz önüne koyulması lazım. Sosyal bilimcilerle, pedagoglarla, sosyologlarla oturup geleceğin
çocuklarını daha aklı başında, daha pozitif yönlendirmek gerekiyor.

Bir 10 yıl önce oyunculuk yapan, bunun eğitimlerini veren konumdan çok uzak bir yerdeyiz. Bundan bir 10 yıl sonra oyuncu adayları nasıl bir  tablo ile karşı karşıya kalır?

- Tiyatroda pek bir şeyin değişeceğini zannetmiyorum, fakat sinemanın geleceği konusunda kaygılıyım. Öyle filmler seyrediyorum ki, öyle filmlerin dublajlarını yapıyorum ki şaşırıyorum. Geçenlerde bir film dublajı yaptım, ama filmden hiçbir şey anlamadım. Sinemaya gidip özellikle izleyeceğim. Filmde makinalar konuşuyor, suratlarda hiçbir ifade yok, hiçbir devinim yok... İlla trajedi olsun demiyorum, ama komedinin de bir kalitesi olması lazım.

- Televizyon için de kaygılarınız var mı?

- Aslında hayat adına kaygılarım var. Yapay zeka geliyor ve çoğalıyor. Kendi doğurdukları şeyleri kontrol altında tutmaya çalışıyorlar. Bundan 20 sene sonra ne olur bilemiyorum. Robotik bir sistemin içinde kaybolmak çok uzak görünmüyor. Bu durum süregelen düzeni bozuyor. Bence insan varsa insan ilişkileri vardır. Makinalar varsa makina ilişkileri olur. Teknolojinin ilerlemesine karşı değilim, ama bunu kendimizi daha ileriye taşımak için kullanmalıyız.

Bu güzel sohbet için teşekkür ederim. Ülkemizin sanata bakış açısını, içimizdeki dönüşümleri, değişimleri, bir insanın gerçekten sanat yapabilmesi için gösterdiği çabayı nasıl yorumluyorsunuz?

- Sanatçı muhaliftir, sanatçı karşı durandır. 'Siz misin erk? O zaman size karşıyım! Siz gidersiniz bir başkası gelir. Ona da karşıyım'. Sanatçı eleştirir, açığı yakalar, çünkü işi budur. Gördüklerini halka sunar. Bir gazeteci yazmak zorundadır. Bu onun işidir. Herkesin bildiğinin dışında olan yüzünü de yazmak
zorundadır. Bunun eleştirdiğin kişiye de çok faydası vardır. Bizim toplumumuzun en kötü huyu eleştiriye açık olmamız. Bir dizi-film yönetmenini başka bir yönetmen şöyle eleştiriyor 'Ben olsam böyle çekmezdim' çünkü başrol oyuncusu başka bir başrol oyuncusunu şöyle eleştiriyor 'Ben olsam böyle oynamazdım'.
Eleştiri bu şekilde olmaz. Eleştiri dediğiniz şey 'Hakan Vanlı yönetmiş bu oyunu, Eğer Hakan bunu böyle yönettiyse, bu noktadaki dönüşümü göz ardı etmemeliydi'. Yoksa yargılamak çok kolaydır. Bana faydası olan eleştiri, beni yönlendiren, bana bir şeyler katan eleştiridir.