Biraz yahûdû’lik, Nâne-Limon biraz da zencefil gibi bir şey!...
Allah’ın ve Allah’ın izniyle Şârî olan, Allah’ın Resûlü’nün va’zettiği din ve şerî’atle herhangi bir insanın dizayn ettiği bir inanç sistemi nasıl bağdaşacak?
Önelikle, Allah’ın vazettiği ve asla şüphe bulunmayan Yüce İslâm Dini ve o Yüce Dinin Kitabı Kur’ân-ı Kerim hakkında ba’zı şüpheler ortaya koyarsınız, İhâhi metin’lerin kudsiyeyetini bu şekilde izâle eder, hâşâ! Bu metin’leri tashih ettiğine inandığınız fânî’leri takdis edersiniz.
Allah tarafından konulmayan ve insan’ların dizayn ettikleri inanç sistemlerinde, temel görüş Allah’ı, Allah’ın gönderidği kitapları takdis yerine fâni’leri, insanları takdis ve Allah’ın Peygamber’lerine ulûhiyet sıfatlarının tahmil edilmiş olmasıdır.
Günümüz hıristiyanlığını, (daha ziyâde Katoliklik) dizayn eden adam, Bizim Coğrafyamız’dan, Antakyalı, Pavlus (Sait Paul) Yahûdî’likteki ismi, (Saul) bir yahûdî’dir.
Pavlus’un dizayn ettiği inanç sisteminin temelinde Hul’ul (İçiçe geçmek) ve Teslis vardır; bilindiği gibi teslis üçleme, hıristiyanlığın sembolü olan Haç’ın temsil etitği Üçleme Allah, üçün üçüncüsüdür, baba, oğul, baba, ana Ruhu’l-kudüs...
Pavlus, “Ben Antakya sokaklarında gezinirken gökten Haz. İsâ indi, bana hulûl etti, benim içime girdi, sonra onun ruhu “Rab” olarak göklere yükseldi,” diyordu.
Bir başka yahûdî, Abdullah İbn-i Sebe’nin dizayn ettiği Şîa’nın temel umdeleri imâmet, imam’ın ma’sum olması, kendilerince Gaybûbet-i Kübrâ dedikleri, en ikinci ve son imam olan ve bu büyük gaybûbette sırlanan, İmam-ı Muhammed-i Ma’sumun ruhunun ve benliği’nin hulûl ile her devirdeki imam, Velâyet-i Fakih’lere geçmesiyle bu imam ve velâyet-i Fakîh olanların da, ma’sûm olmaları, İlmû’l-Evvelin ve’l-âhirîn’e vâkıf olmaları, yâni, gaybı bileleri, Nas’lara şâhidlik etmeleri ve nas’ların Nas olarak kabul edilip-edilmeyeceğine onay vermeleri ve referans olmaları gibi, hâşâ! Peygamber’lerde bile bulunmayan ancak Ulûhiyete ait ba’zı sıfatlarla muttasıf bulunduklarına inanmaları bu imamları nasıl da takdis ettiklerini ortaya koyar.
- Şî’î’liğin en temel umdelerinden birisi de “Takiyye”dir. Takiyye, kabaca, dışarıya karşı bildiklerinin inandıklarının tam tersini söylemeleridir.
Şîa’yı dizayn eden, Abdullah İbn-i Sebe’e göre, Cenab-ı Hakk Son Peygamber Haz. Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e indirilen Kur’ân’dan ayrı olarak, “Cefre” (Oğlak derisine) yazılmış ikinci bir kitap gönderdi. Bu kitap, Haz. Ali’den i’tibâren hiç okunmadan, muhtevasına bakılmadan, elden ele, İmam Muhammed Ca’feri Sâdık, Gaybûbet-i Kübrâ’da kaybolan 12. ve son imam, İmam Muhammed Ma’sum ve onun Saına hüküm sürdüren İmam-ı Ma’sum’lar, velâyet-i Fakîh’ler, Şîî’lerce aslında Peygamber olarak kabul edilirler. Zirâ, imâmet, nübüvvetin, risâletin devamıdır. Hattâ, hıristiyanlıkta olduğu gibi bu imamları ayrıca takdis ederler. Onlara Peygamberliğin üstünde ancak, Ulûhiyete has vasıflar yükleyerek takdis işini tamamlarlar.
Şîa âlemi, bizlere takiyye yaparak, Allah’a, Âhirzaman Peygamber’i Haz. Muhammed-Mustafa sallallahu aleyhi vesellem’e, Kitap olarak Kur’ân-ı Kerim’e inandıklarını söylüyorlar.
Öyleyse, Bu Cefr (oğlak derisine yazılmış kitap), İmam-ı Ma’sum, İmam-ı Ma’sum’ların gaybı bilmeleri, İlmü’l-Evvelîn ve’l-âhirîn’e vakıf olmaları neyin nesidir?..
Öyle ya! Cenab-ı Hakk, Kur’ân-ı Kerim’inde, “Bugün kâfirler, sizin dininizden (onu yok etmekten) ümitlerini kesmişlerdir. Artık onlardan korkmayın, benden korkun. Bugün sizçe dininizi ikmâl ettim. (kemâle erdirdim) üzerinize ni’metimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’ı beğendim”. (Mâide 5/3)
Haz. Âdem ile başlayan şer’i mes’ele’lerdeki kısmî değişikliklere rağmen, dinin temel esaslarında herhangi bir değişim olmaksızın peyder, pey, tekâmül eden Yüce İslâm Dini, Son Peygamber, Âhirzaman Peygamber’i ile birlikte tekâmülünü tamamlamış, son nokta konulmuş, Allah, Dini’ni tekamül ettirdiğini, din olarak yalnız İslâm dini’nden râzî olacağını beyan buyurmuştur.
Ayrıca, “O Peygamberler ki, Allah’ın gönderdiği emirleri duyururlar, Allah’tan korkarlar ve O’ndan başka kimseden korkmazlar. Hisap görücü olarak Allah (herkese) yeter.”
“Muhammed sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değeldir. Fakat o, Allah’ın Resûlü ve Peygamber’lerin sonuncusudur. Allah her şeyi hakkıyla bilendir.” (Ahzab 33/39,41)
Sâbite, değişmez ve aslâ değiştirilemez bu hükümlere rağmen, bu imâmet, bu Cefr (oğlak derisine yazılmış kitap) nereden çıktı? diyenlere verilecek cevap çok basit...
Değişmeyecekse, değgiştiremeyecemsen, en kolay yol inkâr cihetine gidersin. Şîâ âleminin ve Memlekitimizdeki ataist, münkir kimi Alevî önderlerinin yaptığı gibi, inkâr edersiniz ya da tahrif iddialarıyla şüpheye düşürürsünüz, kendi kendinizi iknaya çalışırsınız. Ey Alevî Kardeşim! Ehl-i Beyti ve Hazreti Ali’yi çok sevdiğini söylüyorsun! Haz. Ali Kerreme’llâhu Vechehû Efendimizin en çok sevdiği ibâdet, namazdı. Hatta, bir harb sırasında ayağına batan bir kanca çıkarılamıyordu, iltihaplanmıştı, çıkarılmaması durumunda kangren olabilirdi. Günümüzde olduğu gibi anestezi usûlleri de bilinmiyordu. Yakın arkadaşları sahâbî’ler, Alî, namaza durduğunda kendinden geçer, dünya ile alakası kalmaz. Tam o sırada ayağındaki kancayı çıkarırsak aslâ acısını hissetmez,” dediler ve gerçekten de öyle yaptılar.
Haz. Ali Efendimiz, dört rek’âtlık bir namaza başladığında alelacele, ayağındaki paslanmış kancayı aldılar ve fakat Hazy. Ali bunun acısını hiç hissetmedi.
Haz. Ali’nin bu kadar ehemmiyet verdiği ve neredeyse her vakit kendinden geçtiği namazı sizler niçin kılmazsınız,” denildiğinde, “Kur’ân’da aslında namaz yoktu da, namazla alakalı âyet’ler, Emevî’ler zamanında Kur’ân-ı Kerim’e ilâve edilmiştir, dediler.
- Şâ’ya, İslâm’ın Esasları arasında, imanın şart’larında, Hilâfet, İmâmet gibi hususlar yoktur. Öyleyse bu İmâmet mes’elesini nereden çıkardınız? denildiğinde söyledikleri şu...
Kur’ân-ı Kerim’de, İmâmet ile alakalı âyet-i Kerime’ler, Emeviler zamanında Kur’ân-ı Kerimden çıkarılmıştır.”
- Bu hususlarda tek bir yazı yazmak üzere yola çıkmışken, yakın dost’larımız, okuyucularımız, yorumcu’larımız sizi öylesine bir bilgi ve belge tufanına ma’ruz bıraktılar ki, Yedi yazı yazılmış olmasına rağmen, geride bir klasör belge bulunmaktadır.
Diğer taraftan en yakınlarımızdan ba’zı zevat’dâ, “Hocam, değmez, bunlar fasa fiso şeyler”, diyorlar.
Bu naktadaki hassâsiyetim, ba’zı İlâhiyatçılar, kadîm Fırak-ı Dâle’den olan Şîa’yı, Ehl-i Hakk bir mezhep olarak lanse etmeleridir. Yine günümüzde bâzı İlâhiyatçı’ların ve toplumumuzda azınsanamayacak kalabalık bir grubun, müçtehîd, mücâhid, müceddid olarak iddia eden bir zat’ın, Karma Bir Din olan, Şîa’yı, Kabalayı, Hurûfî’liği, Ebced Hisabını, Cefr’i (oğlak derisine yazılmış kitabı), kendisi, “Cefri,” hatalı bir şekilde sürekli “Cifir” olarak telaffuz etmektedir. (Hisab-ı cifrisi, İlm-i Cifrisi gibi) terviç etmiş olmasıdır. Öyle anlaşılıyor ki, bu mes’ele ile biraz daha meşgul olacağız...