MUALLAKÂT-İ SEB’A’DEN, ŞÂİR LEBİD İBN-İ REBÎA radiya’llâhu anh: Cahiliyye devrinde, şiir’leri bi’l-müsâbaka, Ka’be’nin duvarlarına asılan şâir’lerden birisi, Lebid İbn-i Rebîa’dır. 

“Bilmiş ol ki: Allah’tan başka her mevcud fenâ’ya ve her ni’met sahibi muhakkak zevâle mahkûmdur.” beyti de bu muallâkâsının şaheser bir misalidir. Kendisi, Resûl-i Ekrem Efendimizin takdirine mazhar olmuş, “Hiçbir şâir’in ağzından bunun kadar güzel bir söz çıkmamıştır,” buyurmuştur.

Lebîd, “Senetü’L-Vüfûd” denilen Hicret-i Nebeviyye’nin dokuzuncu yılında kabilesi halkıyla birlikte Medine’ye gelip Müslüman olmuştur. 

Lebid’in Cahiliye devrine aid şiir’leri pek çoktur. İstîâb’da, Hazreti Aişe radiya’llâhu anhâ’den naklen bunların on iki bin beyit olduğu haber verilmiştir. Lebid’in Müslüman olduktan sonraki şiir’leri ise pek azdır. Ömer İbn-i Hattâb radiya’llâhu anh, bir gün Lebid’e: Yâ Ebâ Akil; bana şiirlerinden bir şey inşâd eder misin? demişti. Lebid: Allahu Teâlâ bana Sûre-i Bakara ve Sûre-i Âl-i İmrân’ı öğrettikten sonra, artık ben şiir söylemez oldum, diye cevap vermiş ve Kur’ân-ı Kerim’in fesahat vebelâgat-i nuru karşısında şiirlerinin şa’şaa ve ikbâlinin tamamen söndüğünü bildirmek istemiştir. 

Halife Haz.Ömer radiya’llâhu anh, Lebid’in tahsisatına beş yüz dirhem ilâve ederek iki bin dirheme çıkarmıştı. Sonra Haz.Muâviye radiya’llâhu anh’in devrinde müşârun ileyh tarafından bu iki bin dirhem tahsisatına beş yüz daha zam yapılmak istendi ise de, Lebib: Artık ben ölüyorum. Bu iki bini de size bırakıyorum, diye kabûl etmediği ve bir müddet sonra vefat ettiği Egânî’de haber veriliyor. 

Egânî sahibi, Lebid’in (145) sene yaşadığını bunun (90) senesi cahiliyye devrinde geçip bâkî hayatını Müslüman olarak yaşadığını ve Haz.Muaviye radiya’llâhu anh devrinin son zamanlarında vefat ettiğini bildiriyor. Fakat İstîâb’da, Ebû Ömer’in İmam-ı Mâlik’ten (140) yaşında vefat ettiği hakkında bir rivayet vardır ki, bu daha doğru olacaktır. Çünkü Lebid’in Müslüman olduğu dokuzuncu hicret yılı ile Haz.Muaviye’nin vefat tarihi olan (59)uncu Hicret yılı arasında (50) senelik bir zaman vardır. (90) yaşında Müslüman olan Lebid’in (140) yaşında vefat etmiş olması icâbeder. İsâbe sahibi de, (141) rivâyet ediyor ki, bu da Haz.Muaviye’nin (60) tarihinde vefatı hakkındaki rivayete muvafıktır. 

Kur’ân’ın dili, Arap Lisanı, nazmi bakımından zâten, manzum-şiir gibi olduğundan, Arap lisanına gerçekten vâkıf olanların nazma-şiir’e kabiliyetleri fazladır. 

Fetret-cahiliyye dönemindeki Arap’lar arasında şiir inşadı i’tibâr sebebi üstün san’atlardan birisiydi. 

Lisan-ı Arabı en fasih ve beliğ konuşup-yazan ve tabiî ki, şiirler inşâd eden kabîle’ler arasında şüphesiz, Kureyş, Hâşimî ve Abdül’L-Menâf oğulları da vardı. 

Ebû Nuaym’in Delâil-i Nübüvvetinden Zührevî tarîkıyla Ümm-i Semâ’a’nın validesinden şöyle dediği rivayet edilmiştir: Resûlullah salla’llâhu aleyhi ve sellem’in Vâlide-i Muhtereme’leri, Âmine’nin maraz-ı mevti (ölüm) hastalığında ziyaretine gitmiştim. O sırada 6 yaşına girmiş olan Muhammed salla’llâhu aleyhi ve sellem annesinin başucunda oturuyordu. -6 yaşında anne yetimi olarak kalan Resûl-i Ekrem Efendimiz salla’llâhu aleyhi ve sellem, henüz, anne karnında iken babasını da kaybettiği için, hem yetim hem öksüzdü.- Haz.Âmine bir müddet Kemâl-i Şevkat ve dikkatle oğlu Muhammed’in yüzüne baktı. Haz.İbrahim aleyhisselâm’ın Nûru Tevhidini, Yusuf aleyhisselâm’ın güzelliğini taşıyan ve Haz.Mûsa aleyhisselâm’ın mu’cizelerini, Haz.İsâ’nın aleyhisselâm’ın asâlet ruhunu hâiz olan oğlu’nun sîmâsından mülhem olarak, aşağıdaki beyitleri inşâd eylemişti:

“Ey büyük bir güvercinin mahsul-i hayatı olan oğlum!

Menâmımda gördüğüm rü’yâ doğru çıkarsa sen, ins ve cinne, hill-ü hareme ba’s olunup Peygamber olacaksın!

Azîz oğlum! Sen İslâm dininin, ceddin Hazreti İbrahim dininin hak din olduğunu tasdik ve ta’lim için ba’s olunacaksın. 

Allah seni, milletlerle beraber tevâlî edip yaşıyagelen şu putlardan ve bunlara ibâdet’den nehyedip esirgemiştir.”

Hazreti Âmine bu şiir’ini inşâd ettikten sonra: Her yaşayan ölür, her yeni eskir, her çok azalır, her büyük fenâ bulur. Şüphesiz ben de öleceğim. Fakat ebedî anılacağım. Dünya’da oğlumu hayr-ü halef bırakıyorum,” deyip müteâkiben vefat etmiştir. 

Hazreti Âmine’nin bu şiiri ve bu ifadeleri kâmil bir müvahhidin (mükemmel bir tevhîd ehlinin) lisanına yaraşır bir haldedir. Haz.Âmine’nin yüksek bir edebî kudreti bulunduğu bu şiirlerden ve bu sözlerden açık bir suretle anlaşılır. 

Pederi Beni Zühre Kabilesinin reisi, Vehb’dir. Kızının tahsîlce terbiyesine pek ziyâde ihtimam gösterdiğinden Âmine Kureyş kızlarının en yüksek mertebesi addolunurdu. 

Vâlide-i Nebevî gibi Resûl-i Ekrem Efendimizin pederi Haz.Abdullah’ın da tevhide delâlet eder şiirleri vardır. 

Bu cümleden olmak üzere, Sîret-i İbn-i Hişâm’da rivâyet olunduğu üzere, Abdullah Âmine’ye nişanlanmadan önce Benî Esed’den bir kadın ki, Varaka İbn-i Nüfeyl’in hemşiresi idi. Ka’be’nin derununda (tam içinde) açıktan kendisine ilân-ı Aşk etmişti. Hattâ muvafakat etmesi halinde kendisine mühim miktarda bir servet de hediye edeceğini va’dediyordu. Böylece hayasızca arz-ı nefs eden bu kadına karşı yüksek bir fazilet dersi veren şu kıt’asıdır ki, Haz.Abdullah’ın Kemâl-i İffetine de delâlet eder: 

“Haram o kadar acıdır ki, ölüm acısı ondan çok hafiftir. 

Helâl ise çok tatlıdır. Var kadın, açıkça helâlini ara!... 

İzzet ve şeref sahibi olan ırzını ve dinini himâye ve muhafaza eder. 

Hafifmeşreblik olan bir işe nasıl cesaret gösterir?”

Hazreti Abdullah haseb ve nesebce Kureyş’in en temiz bir soyuna mensubdur. Buhârî Sahihinde ve tarihinde Resûl-i Ekrem Efendimizin atalarını sayarken, İbrahim aleyhisselâm’a kadar çıkarır. İbrahim Halil, Ka’be’nin ilk bânisi bulunduğundan Resûl-i Ekrem’e gelene kadar bütün İbrahim Evladı Ka’be’ye hizmet edegelmişlerdir. Bu cihetle Resûl-i Ekrem’in ecdad-ı Kirâm’ının bütün hayatları Kemâl-i Vuzuh ile mazbuttur. Hepsi de sahib-i şeref ve fazilettirler. 

Nitekim, Resûl-i Ekrem Efendimiz kendileri de Huneyn gazâsında İslâm ordusunun bozulduğu sırada, nübüvvet ve risâlet kuvvetinin kendisine bahşettiği yüksek bir irade ile ve mehâbetle, mühezim bir orduya hitap ederek: “Ben Allah’ın Peygamberiyim, bende yalan yoktur! Ben, Abdülmuttalib’in torunuyum, soyumda yalancı yoktur” buyurmuşlar ve bozulan ordunun kuvve-i ma’neviyyesini iade etmişlerdir. 

Taberî’nin rivâyetine göre Ebû Cehl’in oğlu İslâm bahâdırlarından İkrime radiyallâhu anh: Bir kerre Nebî salla’llâhu aleyhi ve sellem’e gelip babasına (Ebû Cehl’e) seb’bedildiğinden bahisle şikâyet ettiğinde, Resûl aleyhis-Selâm: “Ölülere sebb-ü şetm (söverek ve kötü söz söyleyerek) dirilere ezâ etmeyiniz.” buyurmuştur. Hiç şüphesiz ki Resulullah Kabr-i Şeriflerinde haydir, ümmetinin âmâli Salavât-ı Şerîfe’leri kendilerine arzolunur. 

İkrime radiya’llâhu anh, babası hakkında cehennemliktir, denilmesinden müteezzî olarak nehyolunuyorsa Resûl-i Ekrem Efendimizin hatır-ı âlîlerine riâyet etmek daha evlâdır ve vacibdir. 

Bir kerre de Ebû Leheb’in kızı Dürre denilmekle ma’ruf olan Sebîa radiya’llâhu anhâ Resûl-i Ekrem’e gelmiş ve: “Yâ Resula’llâh! Halk bana: “Ey cehennem odunun kızı,” diye çağırıyorlar, suretinde şikayet etmişti. Bunun üzerine Resûl-i Ekrem şiddetli bir gadabla kalkıp: “Ba’zı kimselerin benim nesebimle uğraşmaya ne hakkı vardır?” buyurmuş ve: “Kim ki, benim nesebimle uğraşırsa, emîn olunuz ki, o kimse bana eza verir. Kim ki, bana eza eder, o kimse Allâhu Teâlâ’ya eza verir,” buyurmuştur. 

Bu bahsi hulâsa ederken Resûl-i Ekrem salla’llâhu aleyhi ve sellem’e taraf-ı İlâhî’den âlemlere rahmet olduğu hitap edilirken, Şems-i Münir-i Nübüvvet ve risâlet henüz tulû etmeden o nur-u mübîni Sine-i İhtiramında taşıyan bir ana, babayı evladının feyz ve nurundan mahrûm farz etmek hem edebe hem mantığa muvâfık değildir. Husûsiyle Resûl-i Ekrem’in Vâlideyn-i Muhteremeyninin hayatları cahiliyet devrinde geçmiştir. Risâlet-i Ahmediyye zamanını idrâk etmemişlerdir. Şâir’in şu rubâisiyle bu izaha nihayet vereceğiz. 

“İki cihan güneşi bürc-i saâdette iken 

Vâlideynine Mevlâ nice vermeye şerefi 

Çeşm-i İnsaf ile ey dil nazar et gavvâsa

Alıcak dürrini yabana atar mı sadafi?”