Bundan önce kaleme aldığım bir kaç "Bâb-ıâli" yazısı üzerine, ustalardan ve genç gazetecilerden epey takdir ve teşvik aldım. Ustalar, "Bizi, gençlik yıllarımızın hatıra bahçelerinde gezdirdiniz", gençler ve henüz yolun başında olan meslaktaşlar "Bugünün imkân ve şartlarıyla geçmişin imkânsızlıklarını ve şartlarını mukayese fırsatı verdiniz", diye bu kabil yazılara ara sıra da olsa devam etmemizi salık verdiler.

Memleketimizin içinde bulunduğu ağır şartlar müvâcesinde, hep ağır, kahredici yazılar yanında, ara sıra da olsa rahatlatıcı, geçmişin hatıra bahçelerinde kısa bir müddet de olsa gezdiren yazılara devam edeceğiz. İnşâallah...

Bu yazıda Bâb-ıâlî'nin giriş kapısı sayılan TAN Matbaasından bahsedeceğim. Ankara Caddesinden Cağaloğlu'na tırmanıldığında, Ankara Caddesiyle Ebu's-Suud Efendi Caddesinin kesiştiği sol köşede yuvarlak bir bina vardı. Civar'ın en yüksek binası olan bu binada Avukat Büroları, Fotoğraf malzemecileri, Diş hekimleri vs. Esnâf kiracıydı. Üst katlardaki yuvarlak odalardan bir bölümünde de Tan Matbaası'nın dizgi-tertip tesisleri bulunuyordu. Bodrum kat girişi, çakmakçılar, sportoto bayileri vesair esnaf tarafından işgal edilmiş bir delhizden geçilerek dev Rotatif Frankantel'in bulunduğu Bodrum kata ulaşılıyordu.

Hemen belirteyim ki, evsafını anlatmaya çalıştığım bu yuvarlak bina'nın yerinde şimdilerde Halil Lütfi Dördüncü'nün vârisleri tarafından yaptırılan "Halil Lütfi Dördüncü İşmerkezi" vardır.

Tan Matbaasından ve Gazetesinden bahsedip de Halil Lütfi Dördüncü'den bahsetmemek olur mu? Elbette Halil Lütfi Dördüncü'den de bahsedeceğiz...

Halil Lütfi Dördüncü'nün sahibi oduğu Tan Matbaası, 1960'lı yılların sonlarında, İtimad Matbaacılık Limited Şirketine kiralanmıştı. Bu şirket, Merhum Hüseyin Hilmi Işık Efendi'nin bağlılarına ait idi ve kendilerinin idare ettikleri, Mehmet Şevket Eygi ağabey'in imtiyazında bulunan Bâb-ıâlîde Sabah Gazetesinin dizgi-tertip işini yapıyorlardı.

Matbaa'nın idarecisi, Zeki Celep Beydi. Zeki Celep Bey, esas itibariyle ordu kökenliydi. Genç bir tank Teğmeni iken Ankara'da birliği ile beraber Talat Aydemir'in teşebbüs halinde kalan İhtilâli sırasında harekete geçtikleri için, üstlerinin emirlerine uymanın dışında hiçbir kusurları olmadığı halde ordudan uzaklaştırılanlardandı. Hukuk Fakültesini de bitirmişti. Fakat Avukat olarak ya da Adalet Bakanlığı mensubu olarak çalışmayı tercih etmemişti.

Serbest çalışmayı, inisiyatif kullanmayı, ticareti ve üst seviyede idareciliği tercih etmişti.

1971 yılının kasım ayında, Bâbiâlide Sabah Gazete'sinin imtiyaz'ını Mehmet Şevket Eygi Ağabey'den devraldıktan sonra bir müddet Sabah ve UFUK gazetelerinin dizgi-tertip ve baskı işini, kendi dizgi-tertip tesislerimizi işletmeye aldıktan sonra da yalnız baskı işlerini bu Matbaa'da yaptırdığımızdan Zeki Celep Bey'le daha sık temaslarımız oluyordu.

Odasına girdiğinizde bâzen kendisini Texsas ve Tommix okurken bulurdum, taaccüp ederdim. Fakat, müthiş bir zekâ ve muhakeme gücüne sahipti. Beşerî münasebetlerinde son derece nâzik, ticârî münasebetlerde ciddî ve katı... Çalışırken tatil günü ve mesâî mefhumu tanımayan, mümtaz kabiliyet ve yeteneklerine rağmen son derece mütevâzî birisi...

Tan Matbaasını bıraktıktan sonra kurduğu bir başka Şirketi, İrfan Limited Şirketiyle, İnşaat faaliyetlerine başladı. Bizzat kurduğu Kooperatif ve üstlendiği taahhüt işiyle aralarında bendenizin de bulunduğu yüzlerce kişiyi sembolik sayılabilecek fiyatlarla ev sahibi yaptı. Antalya Hava Meydanının bir bölümünü, Suûdîarabistan'da önemli bir inşaatı, mükemmel bir iş titizliği ile ve taahhüd ettiği zamandan çok önce bitirerek hem ilgili kuruluşların takdirini kazandı hem de önemli ölçüde paralar kazandırdı. S.S.K.'nın üyelerine verdiği Mesken kredisi tarihinde belki de taahhüdünü vâdesinden iki sene önce yerine getiren ve inşaatı hak sahiplerine teslim eden tek müteahhiddir...

İhlas Holding'in ilk harcı, Zeki Celep Bey'in kazandığı bu paralardır. Zeki Bey, uzun zamandan beridir, İhlas Holding'in İnşaat Grubunun başında bulunuyor. Nîceleri nerelerden nerelere nasıl uçmuşlardır. Fakat Zeki Bey, 1970'li yılların başında neyse yine o, O hiçbir şekilde değişmedi.

Bir vesiyle ile kendisiyle görüşmek için aradığımda ilk elden bizzat kendisi cevap verdi. İnanamadım, derin tereddüdümü fark edince, "Evet; karşınızda bizzat, Ömer oğlu Zeki Celep, buyurunuz!.." dedi...

HALİL LÜTFİ DÖRDÜNCÜ KİMDİR?

Bâb-ıâlî yokuşunun en renkli simalarından birisi, şüphesiz ki, Halil Lütfi Dördüncü Bey'di.

Halil Lütfi Bey, 1893 Tarihinde Tikveş, Selânik'de dünyaya gelmiştir. İstanbul'da ve Anadolu'nun mühtelif yerlerinde pek çok okul'da Tabiî bilgiler ve kimya öğretmenliği yapmıştır. Gazeteciliğe ise 1908'de başladı. Tanin, Tasvir-i efkâr, Yenigün, İstiklâl, Vakit, Cumhuriyet ve İleri gazetelerinde muhabir ve yazar olarak çalıştı. Zamanının önemli gazetelerinden Tan gazete ve basımevini Ahmet Emin ve M.Rifat Yalman'la birlikte 1936'da satın aldı. Daha sonraki yıllarda gazete'nin ve Matbaa'nın sahipliğini tek başına üstlendi. (1938)

Bu yıllarda Halil Lütfi Bey'in gazetesinde, Zekariya Sertel, Sabiha Sertel, Sabahaddin Ali, Niyâzi Berkes, Aziz Nesin gibi Marksistler yazmaya başladılar ve gazete Kominizm ve Sovyet yanlısı tahripkâr bir neşir politikası güttüğü için, Tan Gazetesi ve Matbaası Üniversiteli Milliyetçi gençler tarafından önemli ölçüde tahrip edildi, yıkıma uğradı (1945) Bütün bu olanlara rağmen Halil Lütfi Dördüncü, gazeteyi 1956 yılına kadar devam ettirdi. Aynı yıl çıkarmaya başladığı Yeni Gazete'yi de 1957'de kapattı.

Bundan sonraki yıllarda Tan Matbaasını çalıştırmaya, sahibi olduğu pek çok gayrimenkulün kirasını alıp biriktirmeye devam etti.

Halil Lütfi Dördüncü'nün en meşhûr olan tarafı dillere destan cimriliği idi. Yakından tanıyanlar anlatırlardı ki, kazandığı ve gayrimenkul kiralarından topladığı paraları harcamaya kıyamadığı, güvenmediği için de Bankalara yatırmadığı için, gece sabahlara kadar ütüler, istif eder, torbalara ve çuvallara doldurur, muhafaza ederdi. Vefatından sonra evinde tedâvülden kaldırılmış, 1930'lu, 1940'lı ve 1950'li yıllardan kalma çuvallar ve torbalar dolusu paralar çıkmıştı. Bizzat bizim şâhid olduğumuz bir hususu tesbit edip târih'e emanet etmek istiyoruz.

Halil Lütfi Bey'in vefat ettiği yıldı. Bâbıâlîde Sabah Gazetesi ve UFUK Dergisi Tan Matbaasında basılıyordu. Ufuk Dergisi o yıllarda 50 Satış, 40 Binden fazla Abonesiyle Türkiye'nin en büyük Dergisiydi.

Dergi Cumartesi akşamları basılıyor, Abone gazetelerin kırımı ve pullaması pazar günleri yapılıyordu.

Yine öyle bir pazar günü, Matbaa'da Abone gazetelerin kırımı ve pul yapıştırma işlemi devam ederken, bir de baktık, Halil Lütfi Dördüncü Matbaa'ya geldi. Matbaa'da hurda kağıtlar arasında sönmüş ampuller arıyor, bulduklarının cam kısmını kırıp atıyor, Duy'lara takılan Pirinç-sarı Maden kısmını itina ile temizliyor, cebine koyuyordu. O yıllarda bu kalitesiz ampuller, Elektrik voltajı sık sık, yükseldiği veya alçaldığı için çok sık sönmekte ve değiştirilmesi gerekmekteydi...

İşte Halil Lütfi Bey, hazine bulmuş gibi bu ampullerin sarılarını topluyordu. Bizlerin hayretler içerisinde kendisine baktığımızı görünce yanımıza geldi, "Sizler henüz gençlersiniz, gelecekte başınıza neler geleceğinizi bilmiyorsunuz, kazandığınız her kuruşu bir kenarda muhafaza etmez iseniz, daha sonraki sıkıntı günlerinde çok pişman olursunuz." gibi bir hayli nasîhatdan sonra ayağındaki gıcır, gıcır, Sümerbank, Beykoz Kundura Fabrikası mamûlü, kahverengi ıskarpinlerini göstererek hepimize birden sordu. Söyleyin bakalım, bu ıskarpin kaç yıllık?

Hepimiz dikkatlice ıskarpinlere baktık, yutkunduk, mırıldandık, sustuk... Öyle ya; Senede kışlık, yazlık olarak en az iki kundura eskiten bir nesil ne cevap verebilirdi. Bendeniz, ukalaca öne çıktım, "Halil Bey Amca, -Bize büyüklerimiz öyle öğrettiler, yabancı bile olsalar büyükler bizim amcamızdırlar, amcamıza nasıl hitap ediyor idiysek, diğer amcalara da öyle hitap eder, "Bey Amca" derdik- her halde 10 yıllık vardır; çık çık; daha fazla olamaz; "Evlâd;" Ben bu kunduraları ilk def'a 1938'de Atatürk'ün cenaze merasiminde Dolmabahçe Saray'ına gittiğimde giymiştim. "Yaşlı gazeteci Ağabeylerimiz, Halil Lütfi, ayakkabısının tabanı eskimesin, diye yere yavaş basardı" derlerdi.

"Arkadan çekiştirmeyi, yüze karşı eğlenmeyi adet edinen herkesin vay haline! O ki, mal toplamış ve onu sayıp durmuştur.(O), malın kendisini ebedi kılacağını zanneder." Hümeze Suresi (104/1,2,3)

Bilâveled olan Halil Lütfi dördüncü, ikinci, üçüncü dereceden uzak akrabasına trilyonlarca liralık büyük servet bırakarak "BAB-I ALİ'nin Yüksek Kapısından mürûr edip geçmiştir.