İstanbul’un, daha doğrusu, Konstantiniyye’nin, fethinden sonra, Şehr’in en büyük ma’bedi, Hagia Sophia Kilisesi, Fatih Sultan Mehmed Han tarafından Feth’in sembolü olarak, Cami’ye çevrilmiş, Fatih’in kılıç hakkı olarak öz malıdır, kıyâmete kadar cami olmak kaydıyla, tapusu kendi üzerinde olan bu şahsî malını vakfetmiştir. Tarihçi Tursun Bey’in yazdığına göre, Fetih günü, Haz.Fatih, Ayasofya’nın Kubbesine kadar çıkmış, Ana Bina’nın ve etrafının harap manzarası karşısında,

Örümcek Sezar’ların Sarayı’na Perde Örerken,

Baykuş Efrâsiyep Kule’lerinde Nöbet Tutar...

Meşhûr, Farsça Beytini söyler.

Haz.Fatih, iki gün içerisinde Ayasofya’nın İslâm Ma’bedi, cami olarak ibâdete hazır edilmesini emreder, gece-gündüz çalışılarak Cum’a gününe hazır hale getirilir ve ilk Cum’a namazı, bizzat Fatih’in, Hocası, Akşemseddin Hazretlerinin, diğer ulemâ’nın ve Feth’in kutlu asker’lerinin iştirakiyle, Konstantiniyye’de, İstanbul’da ve tabiî ki, Ayasofya’da ilk Cum’a Namazı kılınır.

Fatih’ten sonra, 2.Bayezid’den i’tibaren hemen hemen, her Pâdişah, Ayasofya’ya bir şeyler ilâve etmişlerdir. 1728’de, 3.Ahmed tarafından Ayasofya’nın içinde yaptırılan ta’mirler sırasında, yeni bir Hünkâr Mahfili inşa edilmiş ve ortaya büyük bir kandil astırılmıştır (top kandil), bu mahfil daha sonra 1847’de kaldırılmıştır. Bugün Mihrab’ın solundaki dehliz duvarlarında bulunan veya daha önceki mahfil’in hatırası olarak değerli çinilerle kaplı, mahfil mihrabı görülmektedir. 1739’da 1.Mahmud, iki payanda arasında ve Cami’i’n yan sahnında Türk Baroğu üslübunda, muhteşem tunç parmaklıklarla ayrılan, duvarları değişik devirlere aid, çini kaplı ve dolapları renkli nakışlı, çok güzel bir kütüphane yaptırmış ve eser’in bakımı için, İstanbul’daki Cağaloğlu Hamamı’nı vakfetmiştir.

1931 yılında, Amerikan Bizans Enstitüsü adına, Th.Whittemore Ayasofya’nın mozaiklerini meydana çıkarma izni alır. Atatürk’ün isteği ve Bakanlar Kurulu kararıyla, 1932’den itibaren mozaikleri meydana çıkarma işine başlanır. Karınca hızıyla ilerleyen, Amerikan Enstitüsü’nün incelemeleri ve mozaik temizleme çalışmaları 1970 yılına kadar devam etmiştir. Mozaikleri meydana çıkarma ve temizlik bahâne edilerek, aslında, Ayasofya Cami’i, 1932 yılında fiîlen ibâdete kapatılmıştır.

O devri yaşayanların aktarmalarından biliyoruz ki, İstanbul’un ba’zı fırınların gece-gündüz çalıştıkları, fırından çıkan somunları sür’atle, at arabaları vasıtasıyla, Ayasofya’ya ulaştırdıklarını görmüşler de, “Acabâ, içeride toprak işçi çalışıyor da onlar için mi bu kadar ekmek gönderiliyor,” derlermiş... Oysa, ekmek kabuklarını sıcağı sıcağına, mozaiklerin üstünü örten zeminlere yapıştırıyorlar, mozaikler zarar görmeden üstünü kaplayan boya-badana’yı döküyorlarmış...

Ayasofya, 24 Ekim 1934’de, bir Bakanlar Kurulu Kararıyla Cami olmaktan çıkarılıp, Müze’ler Genel Müdürlüğü’ne bağlanmıştır. Son yıllarda, çok tartışılan bu Bakanlar Kurulu Kararındaki Reis-i Cumhur, Mustafa Kemal’in imzasının sahte olduğu tespit edilmiştir.

Ayasofya Cami’i, C.H.P. Tek Parti Mütegalibbe döneminde, hattâ, Demokrat Parti iktidara geldikten sonra, 29 Mayıs 1953 tarihine kadar Efkâr-ı Umûmiyye’de ve Türk Matbuatında, hiç tartışılmamış, mevzu edilmemiş, zikredilmemiştir.

İstanbul’un fethi, ilk def’a, 29 Mayıs 1953 tarihinde, İstanbul’un Fethi’nin 500. Yılı münasebetiyle, Topkapısı Sur’larının önünde, mütevâzî bir merâsimle, protokole dâhil zevatın da iştirakiyle, İstanbul Fetih Cemiyeti tarafından kutlanmıştır. Ta’kip eden yıllarda, 1960 yılına kadar yine az katılımlı statik merasimlerle İstanbul’un Fethi kutlanılmaya devam olunmuştur. 27 Mayıs 1960 Darbe-i Hükûmetini takip eden, 1960, 1961 ve 1962 yıllarında, İstanbul’un Fethi yine kutlanmamıştır.

İstanbul’un Fethi’nin 510. Yılı münasebetiyle, 29 Mayıs 1963 günü, M.T.T.B. (açılımı, Millî Türk Talebe Birliği), öncülüğünde, üniversite talebesi, üniversite öğretim üyeleri, Milliyetçi-muhâfazakâr dernekler, sendikalar ve kalabalık bir halk’ın iştirakiyle, Topkapı’dan-Ayasofya’ya bir yürüyüş tertip edilmiş, en önde, temsilî Fatih Kır atının üzerinde, yanı başında temsilî, Akşemseddin ve diğer ulemâ, Mehter Takımının çaldığı cenk marş’ları ile ilerleyen kalabalığa, İstanbul Halkı da, evlerinin balkonlarından, işyerlerinin önlerinden büyük bir coşkuyla iştirak etmişler, alkışlamışlar, gözyaşı dökmüşlerdir. Yürüyüşe katılan, Fetih Alayı o kadar kalabalık idi ki, en öndekiler, Ayasofya’ya ulaştıklarında, arkadakiler, henüz, Aksaray civarındaydılar.

Fetih Alayı, Bayezid, Çemberlitaş ve Divanyolu üzerinden Ayasofya Meydanına ulaştığında, görüldü ki, Ayasofya Cami’i’nin etrafı, tam musallah bir Tabur Asker tarafından çepeçevre ihata olunmuştu. Fetih Alayı, oradan Yerebatan Caddesi üzerinden, Cağaloğlu, Bâbıâlî Caddesindeki Millî Türk Talebe Birliği’ne ulaştı. Burada, girebilenler salonu hınca hınç doldurdu. Öyle ki, üst balkonlarla birlikte ancak beş bin kapasiteli salona, en az, onbeş bin kişi girmişti.

Heyecanlı ve muhteşem topluluğa, fikir ve da’vâ adamı, Sultânuş-Şuarâ, Üstad, Necip Fazıl Kısakürek, muhteşem bir konferans verdi. Üstad, Nazımda ve Nesir’deki üstün ustalığını, hitâbette de göstermiştir. Hitâbet’in mevzu’u elbetteki, Fetih, Fâtih ve Fâtih’in asker’leriydi. Üstad, konferansını, “Fâtih, bütün bunları başarırken onun altı oku yoktu! Onun bir oku vardı, o da Allah’ın (Celle Celâluhû)’unun okuydu.” diye bitirdi. Onbeş bin kişi ayakta, heyecanla Üstad’dan, kendi sesinden, Sakarya Türküsü’nü istiyordu. Üstad! Üstad! Üstad!.. Nidaları yeri-göğü inletiyordu. Üstad’ın yanıbaşındaydım. “Yorgunum Efendim! Saatlerce konuştum, üstelik sesim de kısık,” diyordu.

- “Üstadım, lütfen okuyunuz, aksi halde bu gençler bizi buradan çıkartmazlar!”

Üstad, o yıllarda henüz gençti. Üstün bir performans gösterdi. Bence o güne kadar okuduğu Sakarya Türkü’lerinin en güzelini ve en heyecanlısını okudu. Milliyetçi-Muhafazakâr Türk Gençliği kendilerinden geçmiş bir vaziyette, tekrar Üstad, Üstad, Üstaaad! diye yeri-göğü bir kez daha inletti.

Bu tarih’ten i’tibâren, artık, Ayasofya, Milliyetçi-Muhafazakâr çevrelerin “Kızılelması”dır. 1965 Milletvekilliği Umûmî seçimlerine gidilirken seçim meydanlarında, siyâsî’lerden, Ayasofya’nın ibâdete açılması talep ediliyor, “Menderes Ezân-ı Muhammedî’nin Türkçe okunmasını sonlandırdı, aslına döndürdü. Adalet Partisi ve Süleyman Demirel de Ayasofya’yı yeniden ibâdete açsın,” deniliyordu. Milliyetçi-Muhafazakâr partiler ve adaylar, seçimi kazandıkları takdirde Ayasofya’yı yeniden ibâdete açacaklarına dair söz veriyordular.

Demirel’den, Türkeş’e, Erbakan’dan Turgut Özal’a, bütün siyâsî parti liderleri, seçim meydanlarında, siyâsî parti kurultay’larında ve her fırsatta, Ayasofya’yı ibâdete açacaklarını söylüyordular. Bu yıllar’da, Millî Türk Talebe Birliği öncülüğünde, üniversite gençliği, Milliyetçi-Muhafazakâr çevreler, dernekler, sendikalar ve Aziz Türk Milleti’nin hemen hemen, bütün ferd’leri, her bir 29 Mayıs öncesi, Ayasofya’nın yeniden ibâdete açılmasını talep etmiş, her fırsatta dile getirmiştir. Milliyetçi-Muhafazakâr Matbuatta bu istikâmette haberler, makaleler, tefrikalar yayınlanmıştır.

Genç’ler, “Seccâdeni al, Ayasofya Meydanına gel,” diyerek, zaman, zaman Sultanahmed Cami’i’nde, hava şartları müsâid ise, Ayasofya Meydanında Cem-i Gafîr halinde Sabah Namaz’ları kılınmıştır. 1970’li yıllarından başlarında, Fikirdaş, Milliyetçi-Muhafazakâr gazete’ler, önceleri küçük hisaplar peşinde, daha ziyâde, Cemaat ve Câmia’lar arası küçük mes’eleleri büyüterek, birbirimizin açıklarını yakalayıp oradan vurmak için fırsat kollarken, yaptığımız bir toplantıda, aramızdaki küçük ihtilâflı mes’eleleri büyüterek, birbirimizi vurmak yerine, bu küçük mes’eleleri gerekirse aramızda konuşarak halledelim, fakat hep birlikte, küfre karşı, Aziz Milletimizin Millî ve ma’nevî değerlerinin düşmanlarına karşı, hep birlikte, mücâdele edelim,” diye karar aldık. Bu maksad’le, Bâbıâlîde Sabah, (Mehmed Arıkan-Mustafa Akkoca), Bizim Anadolu, (Merhûm, Mehmed Emin Alpkan), Ortadoğu, (Merhûm, İrfan Atagün ve Prof.Dr.Erol Güngör), Türkiye, (Merhûm, Enver Ören), Yeni Asya, (Mehmed Kutlular), şartnâmesi, tüzüğü, kuralı, hukûkî ve iktisâdî herhangi bir müeyyidesi bulunmayan, ilk önceleri yalnız çay içmek için, bir müddet sonra, çaya kuru pasta ilâvesiyle haftanın bir günü toplanma birlikteliği oluşturmuştuk.

Bizler de müştereken, Ayasofya’nın yeniden ibâdete açılması hususunda ısrarlı neşriyat yaptık. Bilhasa, her yıl, 29 Mayıs öncesindeki haftalar’da serî yazılar, tefrikalar, vakfiyeler yayınladık.

Ama, verilen bütün va’ad’lere rağmen, Ayasofya, bir türlü yeniden ibâdete açılmadı-açılamadı...