Önce AİHM'nin ülkemizdeki başörtüsü yasağı ile ilgili kararı geldi. Türkiye, suçsuz bulunmuştu. Eminim, kendi kendilerini "çağdaş, ilerici, batılı, aydın" diye niteleyenler çok sevinmişlerdir. Demek ki haklılardı. Kolay değil, Avrupa kendileriyle aynı görüşteydi. Mücadele ettikleri ve kolayca haklarından geldikleri 18-19 yaşındaki tesettürlü genç hanımlar karşısında, daha da güçlenmişlerdi.  

Ardından aynı mahkemenin "köy boşaltma" ile ilgili kararının haberi geldi: Türkiye suçlu bulunmuştu. Bu karar karşısında üzülmüşler midir, bilmiyorum. Eğer üzüldülerse haklıyken haksız bulunduğumuza mı, yoksa "demek ki biz haksızmışız" bilgisine ulaştıklarından mı?  

Onların hiçbir zaman anlayamadığımız, bize çok yabancı iç dünyalarını kendilerine bırakıp davalıların duygularına bakalım. Başörtüsü serbestisi bekleyişinde olanların tamamı; vatanını, Türklüğünü, manevi değerlerini seven, kimseye zararı olmayan, sadece şahsi inancının gereğini yapma hakkını isteyen hanımlardı. Köy boşaltmanın suç kabul edilmesini isteyenler ise; milli birliği bozmak, devleti parçalamak isteyen, çoğu vatandaşlarımızı katletmiş veya katillerine yataklık etmiş bölücülerdi. AİHM birincileri üzdü, ikincileri sevindirdi.  

Avrupa, bölücüler karşısında bizim tutumumuzu hiçbir zaman anlamak istememiştir. Ne silahlı saldırı karşısında meşru müdafaa olarak silah kullandığımızı, ne de bütün tarihimiz boyunca oluşmuş tek kitlesel bir güç olduğumuzu anlamışlardır.  

Her ne kadar, dışarıda Yunan, Ermeni ve bölücü uydurma davalarını sürdürenler gibi sürekli lobi faaliyetleri organize edememişsek de, gerekli zaman ve mekânlarda ilgililerimiz yeterli izahatları yapmışlardır. Bu izahatlardan biri, batı mantığının tarihi gelişim farklılığından dolayı bizi anlamada yetersiz kaldığını göstermesi bakımından, bir hayli dikkate şayandır. Bilimsel değeri de olan bu açıklama Sayın İsmail Cem'e aittir.  

Dönemin Dışişleri Bakanı olan Sayın Cem, 13 Eylül 1999'da, AB yetkililerine bölücülük konusunda şu bilgileri veriyordu:  

"Irk kavramının ayırıcı bir unsur ve azınlıkların başlıca özelliği olarak kullanılması bizim gerçeklerimize ve algılamalarımıza uymamaktadır. İslamiyet'in Osmanlı yorumu ve uygulamasının kültürel kimliğin ana parçalarından birini teşkil ettiği ve Devletin yüz yıllarca çok çeşitli ırkları birlik halinde tutmaya gayret ettiği bir Türkiye'de ırk kavramı, sosyal ve politik bir kategori hiçbir zaman olmamıştır. Bu çerçevede, başlıca belirleyici unsur hep büyük hoşgörü ile yaklaşılan din olmuş, farklılıklar ise hep dini kavramlar içerisinde değerlendirilmiştir. Yani Müslümanlar ve Müslüman olmayanlar. Öte yandan ister Saraybosna'da ister İstanbul, Kosova, Kayseri, Kahire, Halep veya başka bir yerde olsun, Osmanlı'nın Müslüman tebaası etnik kökenleri ne olursa olsun hep eşit statüye sahip olmuşlardır."  

"Bu durum bugünkü algılamalarımızın da temelini oluşturmaktadır. Çağdaş Türkiye kendisini bu ayırımcılığa karşı çıkma mirasına göre şekillendirmiş ve bunu modernleşme süreci içerisinde geliştirmiştir. Batı Avrupa'lı akademisyenler kendi sosyo-kültürel tecrübelerine dayalı sosyal analiz metotlarını Türkiye gibi bir ülkeye uyguladıkları zaman yanlış sonuçlara varmaktadırlar. Netice itibariyle, ırkı, sosyal bir unsur olarak abartmaktadırlar. Söz konusu yanlış sonuçlara varılmasının nedeni budur. Balkan, Kürt, Kafkasya veya hangi kökenden olursa olsun Müslüman Türklerin, Batı Avrupa tarafından "azınlık" olarak tanımlandıklarını keşfedince rahatsızlık duymalarının nedeni de budur."  

Evet, kendilerininkiyle çok büyük farklılıkların olduğu, çok daha insanî bizim kültürümüzü batılılar, hem anlayamamakta hem de anlamak istememektedirler.  

Kaldı ki, köy boşaltma uygulamalarının, silahlı çatışmanın olageldiği yörelerde, bölge şartlarının da tesiriyle bir güvenlik önlemi olarak yapıldığı herkesçe malumdur. Hatta başında İstanbul'da yapılan NATO toplantıları için aynı gerekçe ile bazı semtlerimizde, sakinlerini taciz edici bir izolasyon uygulanmadı mı? Bakanlarımızın bile ABD'li güvenlik görevlilerince üst-baş aramalarına tabi tutulmuş olması ayrıca milli gururumuzu yaralayan bir uygulama değil miydi?  

Velhasıl sade vatandaşının çoğuyla, akademisyeniyle, politikacısıyla ve hukukçusuyla batının bize yaklaşımı, solcu-sağcı bütün vatandaşlarımızı memnun etmekten çok uzaktır. Politik ve ekonomik fayda umarak aklananlarımızı bir kenara bırakacak olursak, onlarla gerçekten mutlu olacaklarımız yok mudur?  

Vardır. Hani Birinci Dünya Savaşı sonrasında, şu işgal altındaki İstanbul'da düşman askerleriyle içki içip dans eden dejenere olmuş, ülkemizin kaymağını yiyen mutlu azınlığımız var ya işte onların bugünkü devamı. Baksanıza NATO toplantısı için gelen bakanlardan biri "gözde eğlence mekânlarımızdan biri olan" Reina'da kendisine bir gecelik Türk kızı (?) buldu bile.  

Türk Devleti, içeride ve dışarıda kendisini güçlü kılacak gerçek sosyal tabanını doğru tespit etmelidir. ...  

Ve onların başı örtülü-başı açık, Alevî-Sünnî diye ayırımlara tabi tutulmasına fırsat vermemelidir. Lüzumsuz gerekçelerle kendi toplumunu küstürmenin, devlet yönetme mantığıyla bir alakası olamaz.