Konu başlığı “Suriye” olsa da, ilgililerin ilgi alanı Suriye ile sınırlı değil. “Suriye” başlıklı konu, küresel dönüştürme operasyonun bizi en yakından ilgilendiren bölümü. Bizi derken de kastımız, yalnızca Türkiye değil, tüm “Arap Baharı” coğrafyası yani tüm İslam Alemi’nin ekonomik varlıkları  ve İslamiyet’tir.
Küresel egemenlik peşinde olanların Ortadoğu’yu Balkanlaştırdıklarının farkında mısınız? Kuzey Afrika’dan Pakistan’a uzanan ve büyük oranda Müslüman olan coğrafyada, derinden derine, bir kimlik ve mezhep savaşı körüklenmekte. Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemlerinde Balkan coğrafyasında yaşanan ayrıştırma operasyonları, bugün, iletişim ve ulaşım teknolojisinin olanakları da kullanarak, daha etkili bir biçimde aynen sürdürülmektedir.

İSLAM ALEMİ BİR KİMLİK VE MEZHEP AYRILIKLARI EKSENİNDE BİR İÇ SAVAŞA MI SÜRÜKLENİYOR?

İslam ülkelerinde Arap Baharı eşliğinde yaşanmakta ya da yaşatılmakta olan değişim ve dönüşümün nasıl bir sonuç doğurabileceğini görebilmek için, hem İslam Alemi’nin hem de küresel güçlerin birbirlerini nasıl algıladıklarını anlamamız, bilmemiz gerekir. Tarih penceresinden baktığımızda, İslam coğrafyasında 21. Yüzyılın başlarına, on yıllık bir zaman dilimi içinde yaşanan değişim ve dönüşümün, daha önceleri, ancak yüzyıllarla ölçülebilen bir süreçte yaşandığı dikkate alındığında, bu süratli evrimin yalnızca İslam’ın iç dinamiklerinden kaynaklanmadığı kolayca görülebilir.
Peki, İslam dünyasının 21. Yüzyılın başlarında böylesine süratli bir değişim ve dönüşüm geçirmesinin nedeni nedir? Bu doğal bir süreç midir, kurgulanmış tuzak mıdır?
“Ilımlı İslam” söylemleri eşliğinde Yeni bir Haçlı Seferi mi yaşanmaktadır? 11 Eylül 2001 İkiz Kuleler şoku eşliğinde Afganistan ve Irak’ın işgal operasyonları başlatıldığında G.W. Bush’un “Haçlı Seferleri başladı!” çığlıkları neo-conların gönüllerinde yankılanan heyecanın dışa vurumu değil miydi?
Geçtiğimiz günlerde Allah’ın rahmetine kavuşan Roger Graudy’nin kapitalizmi kıyasıya eleştirmesi, insanlılığın mutluluğu İslamiyet’te bulacağını söylemesi Hristiyan muhafazakarlarını çok derinden sarsmamış mıydı? Kitapları Batı’da yasaklanan Graudy, Ortadoğu’da gözlenen Siyonist terör olaylarının aslında Batılıların bir kurgulaması olduğunu ve bunun giderek bir İslamofobiye bağlı olarak bir Müslüman avına dönüşeceği uyarısında bulunmamış mıydı?
Bunlar üzerinde durulması gereken ciddi sorulardır.
Kuzey Afrika ve Ortadoğu’da Arap Baharı eşliğinde yaşanmakta olan değişim ve dönüşümün belli bir aşamadan sonra Güney Asya İslam coğrafyasında da yaşanabileceği öngörüleri hiç de yabana atılacak bir değerlendirme değildir.
Gelişmeleri, uluslar arası rekabet ve küresel egemenlik teorileri açısından değerlendiğimizde, bugün Bop coğrafyasında yaşanmakta olan değişim ve dönüşümün mimar ve uygulayıcıları olan Batılıların, ekonomilerine kriz öncesi büyüme temposunu yeniden kazandırabilmeleri, Asya’da yükselen rakip küresel güçler karşısında ezilmemeleri için, önce İslam Alemi’nin daha sonra da Türk Dünyası’nın elindeki enerji kaynaklarını ve dağıtım yollarını kontrol altına almaları gerekiyor. Bunun için de küresel egemenlik teorileri paralelinde yeni hedefler ortaya koymaları gerekmektedir. Bu hedefler, öncelikle, Batıların ekonomik ve siyasi hedeflerini hayata geçirmede yardımcı olacak “yeni bir liberal kuşak oluşturmak, NATO şemsiyesini kullanmak dahil, bu yeni liberal kuşağın güvenliğini sağlayacak ve küresel denklemde rakip kutuplar olarak yükselmekte olan Rusya ve Çin’i ‘etkisiz eleman’ konumuna getirecek önlemler almak” şeklinde özetlenebilir.  

KAYGILI OLMAMIZ GEREKİR, DAYANIŞMA İÇİNDE OLMAMIZ GEREKİR

İslam ülkelerinin bu değişim ve dönüşüm sürecini kendi lehlerinde kullanabilmeleri için, her konuda dayanışma içinde olmaları gerekirken, mezhepsel eksende cephelerin oluşmasına neden olabilecek davranışlar sergilemeleri, İslam dünyasının geleceği açısından kaygılanmamıza neden olmaktadır.
İslam Alemi’nin geleceğinde, Mısır merkezli uluslar arası bir teşkilat olan Müslüman Kardeşler’in tutumu da belirleyici olacaktır. Müslüman Kardeşler Lideri milyarder işadamı Al Şater Mısır’ın yönetimi konusunda askerle anlaştıklarını, ABD ile görüştüklerini açıklarken, “Amerika ile stratejik ortaklık kurmak, uluslar arası kredi piyasalarından yararlanmak, meşruiyet kazanmak açısından önem taşıyor” demişti.
ABD’nin Müslüman Kardeşler’e verdiği destek kafalarda soru işaretlerinin doğmasına neden oluyor. Ortadoğu medyasında konu enine boyuna tartışılıyor. Müslüman Kardeşler ABD ile dost geçinip Tunus’tan Ürdün’e ve Suriye’ye uzanan bölgede daha etkili olmaya mı çalışıyorlar, yoksa ABD, Ortadoğu’nun değişim ve dönüşüm operasyonlarında Müslüman Kardeşleri bir “koç başı” olarak mı kullanmak istiyor?
Özetle söylemek gerekirse, dünya enerji rezervlerinin yüzde 65’lik bölünme sahip olan İslam ülkelerinin bir kimlik, bir mezhep savaşına tutuşmaları, ellerindeki servetin ucuza satılmasına ya da silah tüccarlarının kasasına gitmesine neden olacaktır ki, istenen, arzulanan ve Arap Baharı rüzgarları eşliğinde hedeflenen sonuç da budur. İşin ilginç ve acı veren yönü, ekonomik yönden güçlü olanların, ellerindeki güçlü propaganda silahlarından da yararlanarak, kültürlerini ve inançlarını da egemen kılmak isteyecek olmalarıdır.
11 Eylül İkiz Kuleler şoku eşliğinde  Afganistan’ın işgali başlatıldığında G.W. Bush, bu atılımı, “Yeni Haçlı Seferleri başladı!” şeklinde duyurmuştu.
Uyumayalım, Haçlı Seferleri devam ediyor.