Türkiye, Rusya ve İran’ın katılımıyla Ankara’da gerçekleştirilen “Suriye’nin geleceği” başlıklı zirve sonrasında yayınlanan sonuç bildirgesini ve satır aralarına gizlenmiş mesajları doğru okumak gerekir. Böylesine önemli zirveler sonrasında yayınlanan sonuç bildirgeleri, şifreli alfabelerle yazılmış kutsal metinler gibidir; görünen anlamı ile deruni anlamları çok farklı olabilir.

Suriye hükümetinin, Ankara zirvesi öncesinde BM Genel Sekreteri’ne yazdığı mektup, PKK uzantısı YPG’yi terörist örgüt olarak niteleyen Türkiye ile ortak görüşte olan Ruhani’nin ve terörist grupların temizlenmesinde rejim güçlerine destek vermekte kararlı olduklarını belirten Putin’in konuya ilişkin açıklamalarıyla birlikte değerlendirildiğinde,  Astana ortakları arasında yeni bir işbirliği arayışının şekillenmekte olduğu görülüyor. 

Suriye sorununa siyasi bir çözüm bulunmaya çalışıldığı bir süreçte, Astana Süreci ortakları, birbirlerine olan güvenlerini her zamankinden daha özenle korumaları gerekmektedir.

Türkiye, Rusya ve İran liderlerinin katılımıyla Pazartesi günü Ankara’da gerçekleştirilen “Suriye’nin Geleceği” başlıklı zirvenin en önemli sonucu, Astana Süreci’nin sürdürülüyor olmasıdır. Bölgeye ilişkin sorunların bölge ülkeleri tarafından çözülmesini hedefleyen Astana Süreci’nin yaşatılması, yalnız bölge ülkeleri açısından değil, dünya barışı açısından da çok önemlidir. Çünkü bugün Suriye, yeni bir dünya düzeni kurma peşinde olan küresel aktörlerin güç gösterisi yaptıkları bir çatışma alanına dönüşmüştür.

Fırat’ın doğusundaki güney komşumuz, bölgede kalıcı olabilmek için oluşturmaya çalıştığı kukla devlet oluşumu önünde en büyük engel olarak gördüğü Astana Süreci ortaklığını dinamitleyebilmek için fırsat kolluyor. O nedenle, Suriye hükümetinin Anara zirvesi öncesinde BM Genel Sekreteri Guterres’e yazdığı mektupta, Fırat’ın doğusudaki “davetsiz misafir”in alandaki en büyük ortağı” olan Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) vurucu gücü PYD/YPG’yi “ayrılıkçı terör örgütü” olarak nitelemesi, uzmanlar tarafından, “Türkiye’ye verilmiş önemli bir mesaj; ‘Fırat’ın doğusundaki ve batısındaki terörist grupları birlikte temizleyelim’ daveti” olarak değerlendiriliyor. 

ASTANA ORTAKLARI ARASINDA YENİ İŞBİRLİĞİ ARAYIŞI

Suriye hükümetinin, Ankara zirvesi öncesinde BM Genel Sekreteri’ne yazdığı mektup, PKK uzantısı YPG’yi terörist örgüt olarak niteleyen Türkiye ile ortak görüşte olan Ruhani’nin ve terörist grupların temizlenmesinde rejim güçlerine destek vermekte kararlı olduklarını belirten Putin’in konuya ilişkin açıklamalarıyla birlikte değerlendirildiğinde,  Astana ortakları arasında yeni bir işbirliği arayışının şekillenmekte olduğu görülüyor. 

Bunun nasıl bir işbirliğini öngördüğünü değerlendirmek açısından Putin’in ve Ruhani’nin Suriye’de terörün bitirilmesine ilişkin görüş ve önerilerini peşpeşe okumak gerekiyor. 

Ne diyordu Rusya Devlet Başkanı Putin: “Suriye’nin bu bölgesinde (Fırat’ın doğusunda) istikrarın güvenli bir şekilde sağlanması meşru hükümetin kontrolü eline almasıyla mümkündür.” 

İran Devlet Başkanı Ruhani de, “İdlib’te teröristlerle mücadele etme ve Suriye hükümetine yardım etme gereği var. Bu ihtiyaç, aynı zamanda, Fırat’ın doğusunda Amerikalıların kontrol ettiği ve bir grup teröristin yönettiği bölge için de geçerlidir.” 

Rusya da, İran da, “Suriye’nin toprak bütünlüğünden söz edebilmek için, öncelikle,  Esad rejiminin Fırat’ın doğusunda kontrolü ele geçirmesini sağlamamız gerekir” mesajı veriyorlar. ABD’nin, sınırlarımızın hemen güneyinde yeni bir devlet oluşturma çabalarını ne ölçüde etkiler bilinmez, ama Astana ortaklarımızın çağrısı bu. Yani, “Türkiye’nin güney sınırları boyunca gelişmekte olan terör tehdidini önleyebilmek için, Suriye hükümetini desteklemeliyiz” deniyor. Rusya ve İran’ın diplomatik bir dille verdikleri mesajın röntgeni şu: “Suriye ile daha samimi ilişkiler kurma zamanı geldi.” 

Astana Süreci’nin Ankara’da yapılan 5. Zirvesinde ortaklık yeni bir aşamaya girmiş oluyor. 

SONUÇ BİLDİRGESİNİN ŞİFRELERİ

Yemenli Husilerin bin kilometre uzaklıktaki Suudi Arabistan devi ARAMCO’nun Abqaiq ve Hujrad Khurais’teki rafinelerini insansız hava araçlarıyla vurdukları, petrol fiyatlarının yüzde 20 arttığı günlerde, Ankara’da gerçekleştirilen “Suriye’nin geleceği” başlıklı zirve sonrasında yayınlanan sonuç bildirgesini ve satır aralarına gizlenmiş mesajları doğru okumak gerekir. Böylesine önemli zirveler sonrasında yayınlanan sonuç bildirgeleri, şifreli alfabelerle yazılmış kutsal metinler gibidir; görünen anlamı ile deruni anlamları çok farklı olabilir. 

Gazeteler, Suriye’nin geleceğinin masaya yatırıldığı Ankara Zirvesi’nden çıkan en önemli sonucun, “anayasa komitesi üyelerinin belirlenmesiyle ilgili pürüzün aşılmış olmasından dolayı”, “Anayasa Uzlaşması” olduğunu duyurdular. Anayasa konusundaki uzlaşma elbette sevindirici bir gelişmeydi, ama sonuç bildirgesinde zamana bağlı olarak anlam değiştirebilecek çok önemli ifadeler de vardı. 

TARİHİ ZİRVE VE ASTANA SÜRECİ MİMARI NURSULTAN NAZARBAYEV

16 Eylül günü Ankara’da gerçekleştirilen zirve, kapsama alanı ve sonuçları dikkate alındığında, tarihi bir zirvedir. Türkiye, Rusya ve İran’ı Ankara’da biraraya getiren bu tarihi zirvenin Astana Süreci çerçevesinde gerçekleştirilen 5. Zirve olduğunu ve bu sürecin mimarının Kazakistan Kurucu Cumhurbaşkanı, Türk Dünyası’nın Aksakalı, tarihin akışını değiştiren bilge lider Nursultan Nazarbayev olduğunu unutmamak gerekir. 

Pazartesi günü bütün dünya Ankara’da yapılan üçlü zirveye odaklanmıştı. Zirvede yalnız Suriye’nin değil, bölgenin, dolayısıyla küresel barışın geleceği masaya yatırıldı. Zirvenin sonuç bildirgesi dünyanın bütün başkentlerinde dikkatle okundu, değerlendirildi. 

Pazartesi günkü Ankara zirvesinde, aslında, Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrasında, Saddam’ı Kuveyt’ten çıkarma bahanesiyle, Batılı koalisyon ortaklarıyla birlikte kurguladıkları I. Körfez Savaşı’yla (1991) bölgeye gelen ABD’nin uygulamaya koyduğu Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP/GBOP) geleceği konuşulmuştu. ABD, sonradan kapsama alanı ve hedefleri değişen BOP haritasıyla, bölgedeki 22 ülkenin sınırlarını değiştirmeyi hedefliyordu. BOP’un en önemli hedeflerinden biri de, Irak ve Suriye’nin kuzey bölgelerinden Akdeniz’e uzanan “Büyük Kürdistan” görünümlü bir “Büyük İsrail” oluşturmaktı. 

11 Eylül 2001’deki İkiz Kuleler şoku sonrasında, “Demokrasi götürüyorum” gerekçesiyle Ortadoğu’ya gelen ABD, 2011’de estirilen Arap Baharı rüzgarlarıyla kaosa, içsavaşa sürüklediği Suriye’deki varlığını “DEAŞ’la mücadele” gerekçesine bağlamıştı. DEAŞ’ın kullanma süresi dolunca, Suriye’de uzun soluklu kalabilmek için, BOP’un en önemli hedeflerinden biri olan “Büyük Kürdistan”ı hayata geçirme çalışmaları hız kazanmıştı. PKK terör örgütü uzantısı YPG bu amaç için eğitilip donatılmış ve ordulaştırılmıştı. Irak’ın kuzeyinde olduğu gibi Suriye’de de önce bir özerk bir yapı oluşturulacak sonra bağımsız devlete dönüştürülecekti.  

Astana Süreci ortakları, Ankara’da, bu sürece dur diyebilmek amacıyla biraraya gelmişlerdi. O nedenle 16 Aralık’ta Ankara’da yapılan üçlü zirve, Suriye’de 9 yıllık iç savaşı noktalayabilecek siyasi çözümü başlatacak adımların atıldığı bir zirveydi. 

Altını öncelikle çizmek gerekir; Cenevre öncesinde, Suriye’nin geleceğini belirleyecek anayasa komitesinin belirlenmiş olması, zirvenin en önemli sonuçlarından biridir. 

Ankara zirvesinin en dikkate değer sonuçlarından biri de, Astana Süreci ortaklarının Fırat’ın doğusuna, bu aşamada, aynı açıdan bakıyor olmalarıydı. Sonuç bildirgesindeki şu satırlar, Türkiye’nin ısrarla, büyük bir kararlılıkla vurguladığı “milli güvenlik” açısından çok önemliydi: “Gayrimeşru özyönetim teşebbüsleri dahil olmak üzere, terörle mücadele kisvesi altında yeni gerçeklikler yaratılması girişimlerini reddederek, Suriye’nin toprak bütünlüğünü zayıflatmayı amaçlayan ve komşu ülkelerin güvenliğini tehdit eden ayrılıkçı gündemlere karşı durma kararlılığı vurgulanmıştır.” 

Buradaki, “Komşu ülkelerin güvenliğini tehdit eden ayrılıkçı gündemlere karşı durma kararlılığı” satırlarının altını özellikle çizmek gerekir. Bu satırlar, ülkesini güney sınırları boyunca kuşatacak terör uşağı oluşumuna asla razı olmayacağını her fırsatta vurgulayan Türkiye’nin kararlı duruşunun, Astana ortakları tarafından da desteklendiğinin açıkça beyanıdır. Türkiye’yi Ortadoğu denkleminin dışına savurmak ve yalnızlığa mahkum etmek isteyenlerin girişimlerini boşa çıkaracak bir vurgulamadır. Ankara zirvesi sonuç bildirgesi, Astana Süreci’ninin hem Türkiye hem de diğer ortaklar açısından değerini bir kez ortaya koyan bir dayanışma belgesidir. 

  Bu karalı vurgulamayla Astana ortakları, ABD’nin yönlendirmesiyle PYD/YPG eliyle kurulmak istenen özerk yönetime kesinlikle karşı olduklarını bir kez daha duyurmuş, bölgenin kaderine el koymuş oluyorlardı. 

ASTANA SÜRECİ’NİN ÖNEMİ GİDEREEK NETLEŞİYOR

Ankara’daki üçlü zirveyi değerlendirirken, Astana Sürecinin bir ortağı olarak, Türkiye’nin de, Rusya’nın da, İran’ın da daha güçlü oldukları net olarak anlaşılmıştır. O nedenle, Suriye sorununa siyasi bir çözüm bulunmaya çalışıldığı bir süreçte, Astana Süreci ortakları, birbirlerine olan güvenlerini her zamankinden daha özenle korumaları gerekmektedir.