Hazret-i Üstaz’ımızın büyük damadı, merhum Bey ağabey Kemal Kacar’ın pederleri, merhum Halil Kacar, İran İslâm Hanedanlığından, Kacarlar Hanedanına mensup yarı aristokrat bir zat idi. Sakarya’da, İstanbul’da fabrikaları, İstanbul’un iş merkezinde, Eminönü-Bahçekapısında hanları, İstanbul’da Müslüman zenginlerin tercih ettikleri, mutena semti Lâleli’de apartmanları olan, Türkiye’nin sayılı zenginlerinden birisiydi. Vefatından sonra büyük oğlu, Ağabey Kemal Kacar kardeşleri adına bu serveti idare etmişti.

Merhum büyüğümüz, Bey ağabeyimiz, sanayinin, ticaretin göbeğinde olduğu ve o devirde çek-senet, sanal bankacılık bulunmadığı, tedavülde yalnızca nakit paranın döndüğü bir devirde, Bankalarda, tediat, tasarruf ve kredi hesapları açtırmazdı. Faiz almaz-vermezdi, ateşten kaçarcasına ribadan uzak dururdu. Bahçekapısındaki çalışma ofisine yakın, Yeni Cami yanındaki Osmanlı Bankası, Yeni Cami Şubesinde kiralık kasaları vardı. Nukud, kıymetli evrak ve ziynet eşyasını bu kasalarda muhafaza ederdi. Cumhuriyet Döneminde gümüş-demir madenî paralar, İstanbul’da Darphanede basılıyordu. 1960’lı yıllara kadar Merkez Bankası’nın Banknot=kağıt para basma matbaası bulunmuyordu. Banknot=kağıt paraları, Merkez Bankası adına Osmanlı Bankası yurtdışında Paris’te bastırıyor, Türkiye’ye nakledilen kağıt paralar, balyalar halinde Türkiye’ye getiriliyor, Osmanlı Bankası tarafından bankalara ve alakalı kurum ve kuruluşlara dağıtılıyordu. Bey ağabey, el değmemiş hiçbir kimse tarafından henüz kullanılmamış, kağıt paraları paketler halinde kiralık kasalarda muhafaza eder, ihtiyaç halinde kullanırdı. Üzerinde daima bir bozuk para bir de banknot cüzdanı taşırdı. Kimse tarafından kullanılmamış, kıvrılmamış, kirlenmemiş gıcır gıcır paralar...

Talebenin iaşe ve ibate ihtiyacı, bina kiraları ve diğer hizmetlerde kullanılmak üzere, Efendi Hazretlerine bu kullanılmamış yeni  kağıt paralardan getirirdi.

Efendi Hazretleri evladından birisini bir hizmet için bir yere gönderirken, yol parası ve nevalesi, orada yerleşinceye kadar ihtiyaçları için, uzun ceketinin sağ iç cebinden sol elinin uzunca parmaklarıyla el değmemiş, mürekkep kokusu bile çıkmamış paralar çıkarır verirdi. Orada bulunanlardan safderun, tevâkuş kardeşlerimiz “Hazretimiz, keramet gösterdi, cebinden hiç kimsenin kullanmadığı yepyeni paralar çıkardı” diyorlardı. Kevnî kerametlerin zuhuru, elinde keramet zuhur eden zatın manevî derecesi, mertebesi düşer. Onun için Vâris-i Nebî, kevnî kerametlerden daima kaçınırlardı.

Kayserili Hacı Refik Bürüngüz, İstanbul’da cam ticaretiyle iştigal ederdi. Fatih’de, Gedikpaşa’da, Eminönü Mısır Çarşısının arkasında hanları, apartmanları, İstanbul’un diğer semtlerinde sayısız gayri menkulleri olan birisiydi. İş Bankası kuruluşlarından Paşabahçe Şişe ve Cam Fabrikalarının ortaklarından ve Türkiye Başbayii idi. 1950’li yıllarda, İstanbul’da az sayıda husûsî otomobili olanlardan birisiydi. Efendi Hazretlerini otomobiliyle gideceği her yere götürmek isterdi ve götürürdü de...

Bir günlük gazete Bâb-ı âli’de SABAH, bir haftalık gazete Ufuk, siyâsî gazete çıkardığımız kitapçılık yaptığımız. Matbaa işletmelerimiz olduğu yıllarda zaman zaman, geçici müddetlerle nakit ihtiyacı duyduğumuzda, Hacı Refik Amcaya müracaat ederdik. Karz-ı Haser talebinde bulunurduk. Küçük bir kağıt parçasına imzasını atar, bankaya gidin derdi. Halen İş Bankası müzesi olarak kullanılan bina o tarihlerde, İş Bankasının Yeni Cami Şubesiydi. Bankaya gider, o kağıt parçasını ibraz ettiğimizde “Ne kadar ödeyelim, ne kadar istiyorsunuz?” derlerdi. Biz de ihtiyacımız kadar bir miktar söylediğimizde hemen o miktarı öderdiler.

Hasretle, minnetle ve şükranla yad ettiğim bu iki merhum zattan misal vermemin sebebi, yurtlara gidip lezzet günlerinde bir kahvaltı yaparak ya da, tertip edilen kermeslerde ufak-tefek bir şeyler mübayaa ederek, hizmet ettiklerini zannedenlere ibret olsun diye yazdım...

“Ne oluyor size ki, Allah yolunda harcamıyorsunuz? Halbuki göklerin ve yerin mirası Allah’ındır. Elbette içinizden, fetihten önce harcayan ve cihad edenler, daha sonra harcayan ve cihad edenlerle müsavi değildir. Onların derecesi, sonradan infak eden ve cihad edenlerden daha yüksektir. Bununla beraber Allah hepsine de en güzel olanı vâ’detmiştir. Allah’ın yaptıklarınızdan haberi vardır.” (Hadîd Sûresi, 57/10)

(Buna göre Mekke’nin fethinden önce infak ve cihad edenler, fetihten sonra cihad ve infak edenlerden daha faziletlidir. Fâni malı bâki olan ahiret için harcamanın ehemmiyetine işaret edilirken, Hazret-i Ebû Bekir’e de işaret buyrulmuştur. Çünkü Haz.Ebû Bekir, imanıyla, infakıyla ve cihadıyla ilklerden ve birincidir.)

Bu âyet-i Kerime’nin, İslâm’ın ilk yıllarında, Uhud Harbine hazırlanılırken, bütün malını Allah yolunda infak eden, Peygaberimiz salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimizin “Malının tamamı infak ettin. Aile ferdlerine-çocuklarına ne bıraktın?” sualine “Onlara Allah’ı ve Resûlü’nü bıraktım, Yâ Resûle’llâh!” diye cevaplandıran, yetişkin erkekler arasında ilk Müslüman, Peygamberlerden sonra beşeriyetin en faziletlisi Hazret-i Ebû Bekr es-Sıddık radiya’llâhu anh Efendimiz ile, bütün muharebelerde yalınkılıç en önde çarpışan Hazret-i Ömer ile Hazreti Alî radiya’llâhu anhüma haklarında nazil olduğu bütün müfessirlerce beyan edilmiştir.

Nüzûl sebebinin hususiyeti, âyet-i kerimenin umuma delaletine manî değildir. Bu bakımdan, tarihin- zamanın seyri içerisinde her bir fetret devrinde, İslâm Dini, İslâm ile şerefyâb olanların kılleti ve nispeten müdâfaasız kalması gibi yeniden başladığı gibi gurbete düşerse, infak edenler, cihad edenler de aynen, Mekke’nin fethinden önce infak eden cihad edenler mükâfâtlandırlırlar.

Bir rejim değişimi ile Mütemâd’i Devlet-i Aliyyemizde, din, şerîat, ahkâm-ı İslâmiyye, ailenin temeli dinî nikah devlet tarafından yasaklanmış, medreseler kapatılmış, camiler yıktırılmış, satılmış, ahır haline getirilmiş “Allah!” demek bile yasaklanmış, bir anekdot: Bir kimse, günlük konuşmalarında adet  haline getirmiş, sık sık “Allah’ın izniyle, Allah bilir, İnşâ Allah! diye her konuşmasında “Allah!“ diyerek, din istismarında bulunuyor, dine siyasete, ticarete âlet ediyor, denilerek C.Savcılığına şikayet edilmiş, hakim, söyle bakalım, sen sık sık, Allah’tan bahsederek, dini siyasete, ticarete âlet ediyormuşsun? Ne diyeceksin? “Allah, Allah! hakim bey, ben, Allah, demenin yasak olduğunu, vallâhi, bi’llâhi, Tallâhi bilmiyordum” diye cevap vermiş... Medreseler kapatıldıktan sonra din eğitimi takakiyle yasaklandığı gibi, medreselerin lağviyle memleketlerine dönen müderrisler bırakın başkalarının çocuklarını kendi çocuklarına bile besmele çektirmediler” Rebb-i Yessir,”i öğretmediler.  

Böylece başlayan yeni fetret ve gurbet yıllarında, 1936 yılından itibaren, mürşid-i kâmil ve mükemmil, medâr mürşid ve müceddid, sahibizaman ve vâris-i nebî olarak, tasarruf ile vazifelendirilmesinden itibaren, tek başına, selli seyf eden, (kılıcı çeken) Hazret-i Üstaz’ımız yeryüzünden bütünüyle kalkmakta olan İslâmî ilimleri tedris için yola çıktığında, yanında-arkasında sadece iki elin parmakları kadar, infak eden ve cihad eden zevak vardı.

Yukarıda, İstanbul’da tekâmül’e alınan talebenin iaşe ve ibatesi için infak edenlerin isimlerini minnetle, hasretle, şükran ve rahmetle yâd ettiğim zevattan başka, Anadolu’daki medreselerde, mühâcir talebeye ensar olan, evlerini-konaklarını açan, köy odalarını, camilerin son cemaat yerlerini ve mahfillerini medrese haline getirip, buralarda kalan talebenin iaşe ve ibatesini temin eden, çok değerli narenciye ve muz bahçesinde en az 200 kişiyi barındıracak kurs yapan, mühacir durumundaki talebeye ensar olan onların iaşe ve ibatesini temin eden, muhterem, merhum ve merhumelerin isimlerini, hasretle, minnetle, şükranla ve rahmetle yâd etmek isterim. İstanbul dışında ilk tekâmül kursunun açıldığı, Alanya/Oba’dan, merhum Mustafa Arıkan’ı (Kıvrasıllı Mustafa Efendi) merhume refika-i muhteremeleri, Hatice Cihade Hanımı, Mustafa Çırpanılı Hocamızı, merhum Kerim Çağrıcı, Düzce’li, Cumayerinden, Hacı Ahmed Şen’i, Konya’lı merhum İsmail Yakutlu Topraklık’taki bağ evini ve geniş arazisini bağışlayan, Yakutlu ailesinin diğer ferdleri, Konya/Beyşehir, Doğanbey’de iki konağını tahsis eden merhum, Mustafa Doğanbey’i, köy odalarını ve kasabadaki boş evleri medrese haline getiren, Cum’a günleri kağnılar koşarak (kağnı, öküzler tarafından çekilen iki tekerlekli uzunca araba) ev ev, her hanenin kapısını çalarak, un, bulgur, ekmek (yufka), patates-soğan, turp, pekmez, sirke toplayarak yüze yakın talebenin iaşe ve ibatesini tek başına karşılayan, merhum Hacı Mehmed Tanık’ı Karaman’da Hafız Şükrü Taşkıran’ı (Emekli Karaman Vaizi) Ankara–Beypazarlı Ali Erol Bey’i, Rize’li, Mahmud Morgül’ü, (benzinci Mahmud), Anamurlu Hacı Yusuf Bey, kendisi, Hazret-i Üstaz’ımızla, Anadolu’daki medreseler arasında canlı posta idi. Kütahya’dan merhum, Hacı Nuri Temizerler, Kütahya-Emet’den, Hacı Süleyman Ekmekçi, oğulları, Hacı Halil ve Hacı Cemal Ekmekçi biraderleri, fetret devrinde infak ve cihadda bulundukları için, hasretle, minnetle, şükranla ve rahmetle yâd ediyorum....