Bazı yazar ve -maalesef- devlet adamlarımızın- düşüncesizce-sarfettikleri, iç ve dış düşmanlarımızı sevindirecek ve onların batıl/sapık davalarına dayanak olabilecek kelime ve tâbirler var. Bunlardan birisi de "Anadolu Mozayiği" ifadesidir.  

Zaten son zamanlarda Türkçemizin çok yanlış kullanışlarına, üzülerek şâhit olmaktayız. Meselâ bir şahsın müsbet hizmetlerinden bahsederken "Her taşın altından o çıkıyor." diye vasfedilmesi gibi. Halbuki bu tâbir menfî mânâda kullanılır.  

Gelelim sadede, yukarıda zikri geçen "Anadolu Mozayiği" tâbiri de, Anadolu birliğini bölük pörçük edecek - Allah etmesin-, Anadolumuzun parçalanmasına çanak tutacak, pek yanlış bir vasfediştir.  

Üstelik "Mozaik" tâbiri federasyon/eyalet mefhumunu da ihsas/hisettirmekte ve bölünmeye kapı aralamaktadır. Böylece Türkiye'nin parçalanmasının, bu tâbirlerle, potansiyel enerjisini hazırlıyanlar, yarın ilk fırsatta bunun kinetik enerjiye, yâni düşünce safhasından fiiliyât/eylem safhasına geçirmenin fırsatını yakalamaya çalışacaklardır.  

Öyleyse kelime deyip geçmiyelim... Onları doğru yerde kullanalım, yoksa yanlış yerde telâffuz, dimağlarda tahribe, iç-dış düşmanlarımızın da aleyhimizde kullanmalarına yol açar.  

Tıpkı, daha önce bazı siyasilerimizi - oy kaygısıyla- halka hitaben: "Herkes birinci sınıf vatandaş olacaktır!" diyerek, sanki öyle değilmiş gibi, hem iç bozgunculara, hem de dış tahrikçilere, kendi elimizle koz vererek, başımıza daha fazla musallat etmekte baş rolü oynadığımız gibi.  

Adama "Bakın, sizin siyasileriniz, herkes birinci sınıf vatandaş olacaktır, diyorlar. Demek, ikinci sınıf vatandaş uygulaması var ki, bizzat siyasileriniz buna son vermneyi halka vâdeder konuşma yapıyorlar!" demezler mi?  

İşte "Anadolu Mozayiği" tavsifi de, iyi düşündüğümüz takdirde yarın, iç ve dış düşmanların Türkiye'ye Sevr'i uygulatma ham hayâllerine serrişte/ipucu yapacakları bir ifade tarzıdır. Çünkü "Mozayik" tâbiriyle -kelimeyi aslî mânâ ve mefhumundan saptırarak- Türkiye'de - istediği takdirde- müstakil/bağımsız, kendi başına bir bütünlük arzedebilecek ayrı ve farklı milletler var demek isteniyor.  

Bu mânâca "Mozaik" tâbirine "Terkîb"i değil "Karışım"ı ifade ettirmiş oluyorlar. Çünkü "Karışım" kum, akıl ve çimentonun bir yığın teşkil etmesi gibidir. Betonlaşma duruma almadıkça, kuvvetli bir rüzgarla târümâr/paramparça olması işten bile değildir.  

Halbuki betonlaşmış; kalıbı yerinden oynatmak ve en kuvvetli rüzgarlarla bile sarsmak mümkün değildir. Çünkü terkiptir. Terkip, tekrar kendisini meydana getiren parçalar ayrılmaz. O, artık yepyeni bir hüviyet, bambaşka bir keyfiyet arzeder.  

Demek ki, Anadolu, istendiğinde kendisini meydana getiren parçalara ayrılabilen bir "Mozaik" değil, artık ayrışması mümkün olmayan bir "Terkip"tir. Zira on asırlık birlik ve beraberlik, Anadolu insanını, menşei/kaynağı farklı olanları bile karışıp, kaynaştırmış, yepyeni bir hamule/yapı vücuda getirmiştir.  

Nasıl ki, harç, tuğlaları birbirine perçinliyerek duvarın oluşmasında baş rolü oynar, yani bir bütün haline getirirse, İslam harcı da, Anadolu insanlarına harç vazifesi yaparak İslam terkibini ortaya koymuştur.  

Anadolu insanı karışım mânâsında yorumlanmaya başlanan mozaik değil, kendisini meydana getirenlere ayrışması artık kabil olmayan bir terkip/sentez ve bir bütündür. Hiç bir güç, bu terkibi artık bozup parçalıyamaz. Hiç endişeye mahal yok. Belki zarar verebilirler, fakat Kıyamet'e kadar -inşallah- hiç bir iç  ve dış kuvvet, bu mübarek Vatan'ın, bu azîz Millet'in ve bu ebed-müddet Devlet'in varlığına hatime çekemez, mevcudiyetine son veremez. Çünkü bir şâirimizin dediği gibi:  

"Ölmez bu vatan, farz-ı muhâl ölse de hattâ,  

Çekmez kürenin sırtı bu tabut-ı cesîmi."  

İslâmiyet milliyetimiz, Kur'an aklımız olduğundan, öyle bir terkip/sentez/bütünüz ki, Allahımız bir, Kitâbımız bir, Peygamberimiz bir, Mâbedimiz bir, Vatanımız bir, Bayrağımız bir, Devletimiz bir, Bayramlarımız bir.. Bir, bir... Birliğimizin sayısız birleri var. Üstelik bunların her biri Uhud dağı hükmünde... Teferruata, madde ve menşe'plânında, ufak tefek ayrıntılar ise, ancak çakıl taşları mesâbesinde... Uhud dağına karşılık, çakıl taşları tercih edilmez...  

Kaldı ki, birlik, doğuşta değil, oluştadır. Çünkü birliğin harcı mânâdır, madde değil. Bizler mânevî değerlerimizle bir bütünüz. Nitekim Yüce Allah Kur'an-ı Keriminde: "İnneme'l-Mü'minûne ihvetün." /Ancak mü'minler/inananlar kardeştir, (x) diyor. Bir göz hatırı için, çok gözler sevilir kaidesince ve Koca Yunus'un ifadesiyle "Yaratılmışı severiz, Yaratandan ötürü." hakikati gereği, bütün insanlığı kucaklıyan cihân-şümûl bir dinin mensupları olarak, bizler mi birbirimize yabancı gözüyle bakacağız? Asla...  

Hakkari'den on erkek ve kadına, isimlerini sorsak Ahmet, Hasan, Hüseyin, Fatma, Ayşe, Hatice... diyecekler. Edirne'den on erkek ve kadına aynı soruyu yöneltsek, alacağımız cevaplar, yine aynı olacak. İşte bizi bir yapan müşterek noktalarımız. Bu isimlerin ortak oluşu, bütün vatan sathının mânâ aynîliğini göstermekte, hepimizin İslâm kültürünün kopmaz birer parçası olduğumuzu ortaya koymaktadır. Öyleyse:  

Gelin canlar bir olalım,  

Zaten bir ve bütün değil miyiz?  

Gelin canlar pîr olalım,  

Zaten bin yıldır bir değil miyiz?  

Yazımızı bitirirken, yazar-çizerlerimiz ve bilhassa siyasilerimizin sarfettikleri sözlere çok dikkat etmeleri gerektiğini, bir kere daha hatırlatır, sözün sihir gibi tesir kudretini hâiz olduğunu belirtmek isteriz.  

(x) Hucurât Sûresi, 10. Ayet-i Kerîme.