Akletmek ve düşünmek insanî birer melekedir.
Akletmeyen ve düşünmeyen bir kişinin insan olabilmesi mümkün değildir.
Kur’an akletmeyen ve aklını gereği gibi kullanmayanları Cual’e (Pislik böceği) benzetir ve akletmeyenleri pislik içinde boğacağını belirtir: (Bkz. Yunus 100. ayet)
Akıl, eşyanın güzellik, çirkinlik, kemâl ve noksanıyla ilgili sıfatını idrak eden özelliktir. İki hayırdan daha hayırlı; iki şerden daha az şerli olanını idrak etmekten ibarettir. Bu anlamda akıl insanoğluna verilmiş en büyük manevî kuvvetlerin başında gelir.
İnsan bu büyük güç ile hem bu dünyada hem de gerçek âlemde kendisine gerekli olan bilgileri elde eder. Bilgiyi elde eden güç İslâm'da insanı mükellef kılan akıl gücüdür.
İnsana kazandırdıklarını nazara alırsak akıl, Allah’ın (cc) insana kâr ve zararı seçmesi için verdiği en büyük nimettir. İnsan imanı bile bu aklı sayesinde kazanır. Öyle ki Allah (cc) aklını belli bir seviyeye getiremeyenleri (Akil baliğ olmayanları) İslâm’la muhatap bile yapmamaktadır.
Peygamber Efendimiz (sav), "Allah, akıldan daha yüce bir mahlûk yaratmamıştır." ifadesiyle insanoğlunun sahip olduğu aklın doğuştan olduğunu; "Hiç kimse kendisini hidayete götüren ya da tehlikeden alıkoyan akıldan daha faziletli bu özellik kazanmamıştır." hadisiyle de doğuştan verilen aklın selim akla (vahiyle nurlanmış, vahyin ışığında hâdiselere bakan) dönüşmesinin insanın aklını kullanmasıyla mümkün olabileceğini belirtmiştir.
Allah (cc) aklı olmayanlara (delilere) İslâmî yükümlülükte yüklememiştir.
Aklı olmayanlar yükümlülükten kurtulmuştur. Ya aklı olup da onu gerektiği gibi kullanmayanların durumu nedir?
Öyle ya Allah (cc) böyle büyük bir nimeti niçin vermiştir?
"Şüphesiz bunlarda akıllı olan bir ümmet için elbet Allah'ın birliğine delâlet eden ayetler vardır." (Bakara, 164)
Hâşâ Allah (cc) abes iş yapmaz. O’nun işleri hep hikmet iledir. Akıl gibi büyük bir nimeti insana vermesinin hikmetlerini de kerim kitabı olan Kur’an’da görüyoruz.
Kur’an yedi yüz küsur yerde akla havale ederek insanın düşünmesini, tefekkür etmesini ve akletmesini ister.
Aklın çalıştırılması içinde kâinattan, makro ve mikro âlemden örnekler vererek dikkatlerimize sunar. Yıldızları gösterdiği gibi, sivrisinek misali vererek üzerinde tefekkür etmemizi ister.
Niçin?
Çünkü tefekkür eden insan bu âlemin ve bâhusus âlemin en kıymetli mahlûku olan insanın yaratılış maksadını anlar. Edindiği idrak ufku ile bunca eşyanın başıboş olamayacağını düşünür ve bunları yapanın varlığını ve birliğini öğrenir. Zaten yaratılışın maksadı da bu değil midir?
Bu anlamda insanın en yüksek yaratılış maksadı Allah’a (cc) imandır. Büyüklerimiz buna “İmanı billâh” demiştir. Allah’a (cc) inanan insan bu noktada kalmayacak, aklını çalıştırarak nasıl bir Allah’a (cc) iman ettiğini de öğrenecektir. Bunun adı da “Marifetullah”tır. Allah’a (cc) iman eden ve nasıl bir Allah’a iman ettiğini bilen akıl sahibi bir insanın Allah’ı (cc) sevmemesi elbette düşünülemez. Çünkü Allah’ı (cc) isim ve sıfatlarıyla bilip de sevmemek mümkün değildir. Bunun adı da “Muhabbetullah”tır.
Büyüklerimiz aklını kullanıp “İmanı billâh”, “Marifetullah” ve “Muhabbetullah” ufkunu yakalayanların ruhanî bir lezzete kavuşacağını ve bu lezzetin de insana iki dünyada saadet getireceğini delilleriyle ortaya koymuşlardır.
Zaten Peygamber Efendimiz (sav) akıllı insanı şöyle tarif etmiştir:
"Akıllı, nefsini kontrol altına alıp ölümünden sonraki ebedi hayat için hazırlanan kimsedir."
Vahiyle nurlanmış akıl (Selim akıl), insanoğlunun en üstün vasfıdır. İlmin kaynağı ve kökü de akıldır. Çünkü, Allah'ın (cc) emanetleri, akıl sayesinde kabul edilir ve yine akıl sayesindedir ki insan, Allah'ın (cc) rızasını elde edebilir.
Peygamber Efendimiz (sav) şöyle buyururlar: "Her şeyin bir âleti, bir hazırlık ve kabiliyeti vardın. Mü’minin âleti akıldır. Her şeyin bir bineği var; kişinin biniti akıldır. Her şeyin bir direği var; dinin direği akıldır. Her kavmin bir dayanağı var; ibadetin dayanağı akıldır. Her kavmi bir çağıran var; âbitleri ibadete çağıran akıldır. Her tacirin bir sermayesi var; müçtehitlerin sermayesi akıldır. Her ailenin bir idarecisi var; sıddıklar evinin bakıcısı akıldır. Her harabenin bir tamircisi var; ahireti imar eden akıldır. Herkesin kendisini andıracak olan ardından bir geleni var; Sıddıkları andıracak olan akıldır. Her yolcunun bir çadırı var; mü’minin çadırı akıldır."
Aklını kullanmayan ve var oluşun sırlarını çözemeyenlerin akıbetinin korkunç olduğunu bize yine Kur’an haber vermektedir:
"Eğer duyup akıl edeydik biz de Cehennemlikler arasında olmazdık." (Mülk, 10)
Rabbim aklımızı hakkıyla kullanıp, kendisine hakkıyla kul olanlardan eylesin. Akılsızlıktan bizleri muhafaza etsin.