(BİRLİK OLMAZSAK GÖZYAŞIMIZ DİNMEZ)

Kırım Savaşı'ndan bu yana, Balkanlarda, Kuzey Afrika'da, Kıbrıs'ta, Türkistan coğrafyasında, bugünlerde Ukrayna/ Kırım'da yaşamakata olduğumuz acıların en önemli nedeni, Doğulu ve Batılı emperyalistlerin hırslarını törpüleyecek bir denge unsurunun olamamasıdır; bu debge unsuru, 300 milyonluk bir nüfusa ve Altaylar'dan Akdeniz'e uzanan engin bir coğrafyaya sahip olan Türk Dünyası'dır. Türk Birliği'nin bir denge unsuru olarak küresel denkleme katılmaması durumunda, emperyalistler arasında süre gelen çıkar çatışmaları, dün olduğu gibi yarınlarda da dünya barışını tehdit edecektir.
Kırım Savaşı'ndan bu yana, Balkanlarda, Kuzey Afrika'da, Kıbrıs'ta, Türkistan coğrafyasında, bugünlerde Ukrayna/ Kırım'da yaşamakata olduğumuz acıların en önemli nedeni, Doğulu ve Batılı emperyalistlerin hırslarını törpüleyecek bir denge unsurunun olamamasıdır; bu debge unsuru, 300 milyonluk bir nüfusa ve Altaylar'dan Akdeniz'e uzanan engin bir coğrafyaya sahip olan Türk Dünyası'dır. Türk Birliği'nin bir denge unsuru olarak küresel denkleme katılmaması durumunda, emperyalistler arasında süre gelen çıkar çatışmaları, dün olduğu gibi yarınlarda da dünya barışını tehdit edecektir.
 1990'da Sovyetle birliği dağıldı; Türkistan coğrafyasında kardeş devletler kendi bayraklarıyla yeniden tarih sahnesine çıktılar. Gazi Mustafa Kemal, yıllar öncesinden, "Türk birliğini görüyorum ve ona inanıyorum" demişti, ama biz bu söze inanmamıştık, hazır değildik.. Tarihin çok önemli bir dönüm noktasında önümüze çıkan böylesine muhteşem bir fırsatı değerlendiremedik. Küresel egemenlik teorileri Türkistan coğrafyasını işaret etmiş olmasına rağmen, bu muazzam coğrafyanın dünya siyaseti, ekonomisi ve barışı açısından önemini kavrayamadık; Türk Birliği'ni bir devlet politikası olarak benimseyemedik.
"Dilde birlik, fikirde birlik, işde birlik" diyen Kırımlı ideolog İsmail Gaspıralı'dan Prof. Dr. Turan Yazgan'a uzanan süreçte Türk Birliği çağrısı yapan bütün ideologları ve bilim adamlarını saygı ile anıyoruz, fakat, bu konudaki önerileri hayata geçirme konusundaki çalışmalarından dolayı, Turan Ata'nın tarhimizde çok ayrıcalıklı bir konumu vardır. Bugün bölgemizde ve Türkistan coğrafyasında yaşananlara baktıkça, Cennetmekan Hocamızın ne kadar haklı olduğunu anlıyoruz.
Sovyetlerin dağılması sonrasında önümüze çıkan tarihi fırsatı değerlendiremedik; aynı dili konuştuğumuz kardeş ülkelerle elele vererek "fikirde ve işde birlik" oluşturamadık. Onların yeni dünya düzenine ve serbest piyasa ekonomisine geçmelerinde, deneyimlerimizle yardımcı olamadık.
İsmail Gaspıralı'nın mefküresini hayata geçirebilmek uğruna hayatını vakfeden Turan Yazgan Hoca'nın, kurucusu olduğu Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı çatısı altında yaptıkları asla unutulmayacaktır. Turan Yazgan Hoca'nın Süleymaniye Kürsüsü'nden söylediklerinin, Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı çatısı altında gerçekleştirdiklerinin önemi, Doğulu ve Batılı emperyalistler arasında enerji kaynaklarını yağmalama  çatışmalarının yaşandığı bugünlerde çok daha net anlaşılmaktadır. Bir denge unsuru olarak Türk Birliği'nin, Türk Dünyası'nın eksikliği daha net hissedilmektedir.
Kardeş ülkelerde açtığı okulların başarısı nedeniyle "devletin yapamadığını yapan adam" olarak anılan Turan Yazgan Hoca, siyaset arenasından beklediği desteği hiçbir zaman bulamadı. Turan Yazgan Hoca, küresel bir denge unsuru olacağına inandığı Türk Birliği konusunda şöyle diyordu:

 “DİLDE BİRLİK, FİKİRDE BİRLİK, İŞDE BİRLİK”


"Arkadaşlar, Türk Dünyası dediğimiz husus bir ütopya değildir. Bir his meselesi değildir. ‘Allah onlarla bizi kardeş yarattığı için, onlarla birleşelim’ meselesi değildir.
Nedir?
Akıl meselesidir.
Bu akıl Osmanlı devletinde vardı. Bu akıl Selçuklu devletinde vardı. Bu akıl Mustafa Kemal Atatürk’te de vardı. Abdulhamit Han da vardı.
Abdülhamit Han Türkistan’a yüzlerce Türk subayı göndermiştir. Atatürk de göndermiştir. Oradan da buraya getirmiştir. Subay yapmıştır, yetiştirmiştir. Ve Nahcıvan üzerinde özellikle durmuştur. Arkadaşımızın açılış konuşmasında söylediği nutku söylemiştir. (…) Yani Bize “hazırlanın” diye vasiyet etmiştir, emir vermiştir.
Ama bu emri, ondan önce, Atatürk’ten önce İsmail Gaspıralı vermiştir. Daha doğrusu vasiyet etmiştir, nasihat etmiştir. “Dil birliğine gidin, fikir birliğine gidin, iş birliğini gidin” demiştir. Niçin? İktisadi önemi dolayısıyla.
Hiç bir zaman bir bayrak dememişlerdir. Bir devlet dememişlerdir. Bir vatan dememişlerdir.
Ne demişlerdir? Bir dil, bir fikir ve iş birliliği.
Bir dil, belli. Hangisi? Türkçe; Türkiye Türkçesi olacak. Nerede? Yazı dilinde. Konuşma dilinde her şive kendisini elbette kayıtsız şartsız devam ettirecek. Ama,  Yakutistan’da basılan kitap İstanbul’da okunacaktır. Anlayamazsanız, lügate bakıp okuyacaksınız. Bu, dil birliği demektir.
Fikir birliği, ‘eğer bir yerde bir Türk’ün burnu kanıyorsa, bütün Türkler aynı anda aynı sesi çıkaracak’ demektir. Yani, Kıbrıs meselesi var, hepimiz ayağa kalkacağız. Veya Azerbaycan’da bir milyondan fazla kaçkın denilen evsiz, yersiz, yurtsuz insan, aç biilaç yaşıyorsa, bundan dolayı hepimiz gereken fedakârlığı yapacağız demektir.
İşbirliği ise; Allahın Türk coğrafyasına bahşettiği kritik kaynakların tamamının Türkler tarafından Türkler için, Türklerle birlikte kullanılması demektir. Yoksa oraya domates satmak, oradan deri almak değil. Onu Yunan da yapıyor. Bulgar da yapar. Fransa da yapar.”

PUTİN'İN DEVREYE GİRMESİYLE
EMPERYALİSTLER ARASINDAKİ KAVGA BÜYÜDÜ  


Bugün küresel güçler arasında Ortadoğu merkezli bir enerji yataklarının ve dağıtım yollarının kontrolü konusunda bir savaş yaşanmaktadır. ABD'nin ve Avrupalı ortakları, küreselleşme, yeni dünya düzeni, Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) bağlamında gerçekleştirdikleri işgal operasyonlarıyla, Arap Baharı rüzgarlarıyla Kuzey Afrika'dan Afganistan'a uzanan bölgenin enerji kaynaklarını ve dağıtım yollarını büyük ölçüde kontrol altına almışlardı.
"Büyük Kürdistan"ın hayata geçirilmesini de kapsayan bu operasyon, Rusya ve İran'ın karşı çıkması nedeniyle Suriye parselinde tıkandı. Arap Baharı rüzgarlarıyla kaosa sürüklenen Suriye'de Esad rejimini devirmek mümkün olmadı. Suriye'nin Tartus Limanında büyük bir askeri üssü olan Rusya, daha doğrusu Putin devreye girerek, Esad'ı kimyasallarını teslim etmeye ve muhaliflerle Cenevre'de masaya oturmaya ikna ederek inisiyatifi ele aldı.
Putin, ABD'nin, AB ülkeleriyle birlikte, Ortadoğu enerji yataklarını ve dağıtım yollarını kontrol altına almayı, İsrail'i bölgenin enerji terminaline dönüştürmeyi ve "Büyük Kürdistan" paravanasını hayata geçirerek Rusya'yı devredışı bırakmayı planladığını biliyordu. Bu nedenle, Suriye'den sonra Mısır'a el attı, Mursi'yi deviren General Sissi ile iki milyar dolarlık silah anlaşması imzaladı, Kıbrıs'ta toplumlararası görüşmelerin başladığı gün iki savaş gemisiyle Limasol'da bayrak göstererek, "12. Afrodit Parseli'ndeki doğalgaz konusuyla ben de ilgileniyorum" mesajı verdi.
Devekuşu misali, başımız iç siyasete gömülü olduğundan, bizi yakından ilgilendiren gelişmeleri yalnızca izlemekle yetiniyoruz. Halbuki Ukrayna/Kırım'da yaşananlar 1853-56 Kırım Savaşı'nın devamıdır. Kırım Savaşı'nın amacı, Rusya'nın Akdeniz'e ve sıcak denizlere inmesini önlemek, Osmanlı'yı borç batağına sürükleyerek tarih sahnesinden silmekti. Rusya'nın Kafkaslar üzerinden Basra Körfezi'ne uzanmasını engellemek amacıyla bir "Büyük Kürdistan" kurma çalışmaları da Kırım Savaşı sonrasında başlatılmıştı. Güneyimizde ve kuzeyimizde yaşanmakta olan gelişmeler doğrudan bizim geleceğimizle ilgiliydi.
Kırım Savaşı kaldığı yerden devam ediyor. ABD ve Batılı ortakları Putin'in Ortadoğu'daki ataklarına Ukrayna/Kırım'da Rus yanlısı Yanıkoviç'in devrilmesine neden olan Turuncu Devrim benzeri bir atakla karşılık verdiler. Ukrayna'yı ve Avrupa ülkelerini Rusya'nın doğalgaz hegemonyasından kurtarmak için de, Kıbrıs'ın güneyindeki 12. Afrodit Parseli'nden çıkarılacak doğalgazı Türkiye üzerinden ulaştırılması planlanıyor. Kıbrıs'ta toplumlararası görüşmelerin ABD'nin yoğun çabası sonucunda başlatılmasının nedeni, Kıbrıs'ın güneyindeki doğalgazın ABD'li NOBLE şirketi tarafından çıkarılıp Ukrayna ve Avrupa ülkelerine biran önce ulaştırılması arzusudur.

PUTİN'İN SİLAHI OLAN DOĞALGAZ
ASLINDA TÜRKMENİSTAN GAZIDIR


Putin'in bugün Ukrayna'ya ve Avrupa ülkelerine karşı bir silah olarak kullandığı doğalgaz, aslında Türkmenistan doğalgazıdır. Mutlaka anımsayanlarınız olacaktır; Sovyetler Biriği'nin dağılması sonrasında bağımsızlığına kavuşan Türkmenistan'ın Devlet Başkanı rahmetli Türkmenbaşı, aynı doğalgazı, bin metrekübü 42 dolardan bize teklif etmişti; "Paramız yok, boru hattını kurun, hem kullanın hem satın" demişti. Aynı tarihlerde benzer bir teklif Azerbaycan Devletbaşkanı Cennetmekan Elçibey'den gelmişti; rahmetli, Şah Deniz yataklarını birlikte çalıştırmayı ve bugnkü Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattını birlikte kurup çalıştırmayı teklif ediyordu. "Büyük vizyon sahibi" olarak anılan devlet adamlarımız bu iki teklife olumlu yanıt vermemelerinden dolayı, Türk Dünyası'nın  önüne çıkan tarihi fırsat edilmiştir.
Bu konu açıldığında hep, "İzin verirler miydi?" sorusu gündeme gelir. Tarihi başkalarının yazmasına izin verdiğin sürece, yazılan kaderi yaşamaya mahkum olursun; başkalarının yazdığı kaderin de bizim mutluluğumuz ne kadar saygı gösterdiğine ilşikin pekçok örnek vardır tarih kitaplarında.
Gözden kaçırmamamız gereken bir başka jeopolitik ve jeostratejik gerçek vardır günümüzde; Altaylardan Akdenize uzanan Türk Dünyası, sahip olduğu yeraltı ve yerüstü kaynaklarıyla, bileşik kaplar misali birbiriyle yakından ilişkili kültür zenginliği ile ve demografik yapı ağırlığı ile kolayca hayata geçirebilecek bir küresel güçtür, küresel barış açısından çok önemli bir denge unsurudur. Bu kadar geniş bir coğrafyanın el değmemiş yeraltı ve yerüstü zenginlikleri, yüzyıllardan beri, Doğulu ve Batılı emperyalistler arasında yaşanan pekçok çatışmanın nedeni olmuştur, olacaktır. En taze örnek, Ukrayna/Kırım'da yaşananlardır. Rusya'nın, doğalgaz silahı kullananarak Ukrayna, Avrupa ve Türkiye üzerinde  baskı kurabilmesi, Türkmenistan gazı sayesinde mümkün olmaktadır.

TÜRK DÜNYASI'NIN KAYNAKLARI YAĞMALANDIKÇA...


Sözün özü, Türkmenistan coğrafyasında Kırımlı ideolog İsmail Gaspıralı'nın "Dilde birlik, fikirde birlik, işde birlik" mefküresi çerçevesinde oluşturulacak bir Tür Birliği, bu coğrafyada yaşayan insanların sömürülmesine son vereceği gibi dünya barışı açısından çok önemli bir denge unsuru olacaktır. Ne diyordu, Cennetmekan Turan Yazgan Hoca bu konuda, anımsayalım:
 “Bizim işbirliğimiz, Allahın Türk coğrafyasına bahşettiği kritik kaynakların tamamının Türkler tarafından, Türkler için kullanılması demektir. Artan kısmının da, eskiden olduğu gibi, dünya fiyatlarıyla dünyaya satılması demektir. Yani, bizim 16. asırdaki durumumuza gelmezsek bile, hiç değilse dik başlı, hür, emir almayan bir devlet haline gelmemiz ve bugünkü gibi değil, daha müreffeh bir millet haline gelmemiz demektir. İşte Türk Dünyası ile bunun için uğraşıyoruz. Yoksa ütopya için değil. Kardeşlik için, dostluk için, arkadaşlık için değil. Onlar zaten Allahın emri. Çünkü Allah bizi de Türk yaratmış. Onları da Türk yaratmış. Allah’a hürmetimiz, Allah’a saygımız varsa, zaten mecburuz onların derdiyle dertlenmeye, onların ıstıraplarıyla ıstıraplanmaya. Gerekiyorsa, onlara yardım etmeye. Veya onların da bize yardım etmesine. Bu Allahın emridir. Bu değil söylediğimiz; aklın gereği olan dil birliği, fikir birliği ve iş birliğidir.”
300 milyonluk bir Türk Dünyası, bugün yaşanmakta olan bütün çatışmaları önleyebilecek bir denge unsuru olacaktır. "Türk Dünyası dediğimiz husus bir ütopya değildir. Bir his meselesi değildir. ‘Allah onlarla bizi kardeş yarattığı için, onlarla birleşelim’ meselesi değildir.
Nedir?
Akıl meselesidir.
Bu akıl Osmanlı devletinde vardı. Bu akıl Selçuklu devletinde vardı. Bu akıl Mustafa Kemal Atatürk’te de vardı. Abdulhamit Han da vardı."
Osmanlı'da, Selçuklular'da, Mustafa Kemal'de, II. Abdülhamit'te olan akıl bizde var mı? Onu tarih gösterecek, ama 300 milyonluk bir Türk Dünyası hayata geçirilmiş olsaydı, bu küresel denge unsuru sayesinde, dünyanın çeşitli coğrafyalarında, bugünlerde Kırım'da yaşanmakta olan acılar, Kıbrıs'taki dayatmalar yaşanır mıydı?