“BU KÖTÜ VE YOKUŞ AŞAĞI BİR YOL, AMA BİZ BU YOL ÜZERİNDEYİZ. TAHVİL ALIM SATANLAR UYANIP, BİZİM YUNANİSTAN'DAN DAHA KÖTÜ DURUMDA OLDUĞUMUZU ANLAYINCA, BİZİ BU YOLDAN AŞAĞIYA DOĞRU KİLOMETRELERCE TEKMELEYECEKLER.” Boston Üniversitesi ekonomi profesörü Laurence Kotlikoff da, Bloomberg için kaleme aldığı bir makalede, ABD ekonomisinin iflas etmiş durumda olduğunu söylüyordu (12.08.2010). Bu görüşünü savunurken de, “IMF'in geçen ay yayınladığı yıllık raporda, ‘ABD'nin mali politikasının sonucu olan mali açık, mantıklı bir şekilde iskonto edilmeyecek bir düzeyde. Bu mali açığı kapatmak için yıllık bazda ABD Gayrı Safi Milli Hasılası'nın yüzde 14'ü kadar sürekli düzeltme yapmak gerekir” diyordu. Kotlikoff’un önemle altını çizdiği mali açık, “hükümetin önümüzdeki yıllar için öngördüğü harcamalar toplamının bugünkü değeri ile, gelir beklentisinin arasındaki farktan” oluşuyor. IMF, ABD ekonomisini, aralarındaki sözleşmenin 4.maddesi çerçevesinde inceliyor, rapor sunuyor. İnceleme sonunda hazırlanan rapor, 26 Temmuz’da, IMF İcra Direktörleri Kurulu’nda görüşüldü. Raporun ayrıntılarını IMF internet sitesinden okuyabilirsiniz. Rapordan anlaşıldığına göre, 2008-2009 yıllarında ABD’nin kamu borcu tutarı 11 trilyon dolar civarında. Bu borcun üçte biri ABD finans sektörü tarafından karşılanıyor. Bütçe Açığının yarısına yakın bölümü, Amerikan vatandaşları ve kurumları tarafından finanse ediliyor. İMF’DEN DELİ GÖMLEĞİ Kotlikoff, ABD Federal bütçesi gelirlerinin şu anda GSYİH'nın yüzde 14.9'u olduğunu, IMF'in önerdiği yüzde 14'lük artışın, kişilere ve şirketlere uygulanan vergilerin iki katına çıkartılması anlamına geldiğini belirtiyordu. Bu durumda, ABD bütçesinin yüzde 9 açık yerine yüzde 5 fazla vereceğini savunan Kotlikoff, ülkenin radikal kararlar alması gerektiğini, aksi halde üstesinden gelinemeyecek sorunlarla karşı karşıya kalınacağını söylüyordu. Sorun bu kadarla da bitmiyordu.. Kotlikoff, ABD Kongresi Bütçe Bürosu'nun (CBO)’nun Haziran ayında yayınlanan uzun dönemli bütçe tahmininde daha da büyük bir soruna dikkat çekiyordu ki, bu sorun aklı başında bütün ekonomistlerin, bütün bilimadamlarının uykularını kaçırıyordu. ABD Kongresi Bütçe Bürosu (CBO)'nun hesaplamalarında birçok borç kalemini, özellikle sosyal güvenlik ödeme ve katkılarını, başka isimlerle farklı kategorilere koyduğunu kaydeden Kotlikoff, CBO verilerine dayanarak yaptığı hesaplamalarda mali açığı, resmi borç yükünün 15 katı yani 202 trilyon dolar olarak hesapladığını yazıyordu. ABD’nin cari açığının 11 trilyon dolar olduğu göz önüne alındığında, 202 trilyon doların ABD ekonomisinin geleceği açısından ne kadar büyük tehlike olduğu kolayca görülebilir. Bu durum için, ‘bizim gibi yıllar yılı IMF’nin deli gömleğini giymeye mecbur bırakılan gelişmekte olan ülkelerin ahı tuttu’ denilebilir.2016 yılında ABD ekonomisinin Çin’in gerisinde kalacağını açıklayan aynı IMF, şimdi, bizlere giydirdiği deli gömleğini, gömleğin mucidi olan ABD’ye tavsiye ediyor. ABD’nin, açıklarını kapatabilmesi için, emekli olacaklara yapılan yardımlar düşürülecek, vergiler artırılacak, hükümet daha çok para basacak. ÖNLEMLER FAYDA SAĞLAYACAK MI? Sonra ne olacak, ABD’nin düze çıkmasına yetecek mi bu önlemler?.. Ne gezer.. Bu önlemlerin getirisi, faiz oranlarının, vergilerin artması, enflasyonun azması yani fakirlik olacak.. Kotlikoff’un makalesi de çok acıklı bir tabloyla son buluyor: “Bu kötü ve yokuş aşağı bir yol, ama biz bu yol üzerindeyiz. Tahvil alıp satanlar uyanıp, bizim Yunanistan'dan daha kötü durumda olduğumuzu anlayınca, bizi bu yoldan aşağıya doğru kilometrelerce tekmeleyecekler.” Şimdi sorumuza dönelim: ABD iflas mı etti? Yanıtı açık değil mi, ABD’nin durumunu Osmanlı’nın son dönemlerine benzetenler haksız mı? Açalım mı biraz daha, Osmanlı’nın son dönemini ABD’nin bugünü ile karşılaştıran bilimadamlarının yorumlarını daha ayrıntılı inceleyelim mi? Eomonn Fingleton, The American Consorvative’deki 1 Ağustos 2010 tarihli incelemesinde tarihteki bir imparatorluğun çöküşü ile ilgili olarak bir dizi soru sorduktan sonra “Kimdi bu Büyük Güç?” diyordu.. Fingleton’un değerlendirmesine temel oluşturan soruları şunlar: -Serbest uluslararası ticaret doğrultusunda seküler trendin öncülüğünü yapan “Büyük Güç” hangisiydi? -Savaş giderlerini karşılamak için ilk kez dış borç alan “Büyük Güç” hangisiydi? -Ülke sanayi ve alt yapısını büyük ölçekli dış yatırım yapısına ilk kez izin veren “Büyük Güç” hangisiydi? Fingleton, yukardaki soruları sıraladıktan sonra, “Bu soruların doğru yanıtı, ilk akla geldiği gibi, İngiltere ya da Amerika değil, Osmanlı İmparatorluğu’dur. Amerika’nın şu anki gidişatı, pek çok bakımdan Osmanlı filminin hızlandırılmış şeklidir” diyor. ABD-OSMANLI BENZETMESİ Osmanlı’nın son dönemi ile ABD ‘nin bugünkü durumunu kıyaslayan Fingleton, çok ilginç benzerliklere dikkat çekiyor. Sanayi Devrimi sonrasında iletişim ve ulaşım teknolojisinin gelişmesi, 1840’lar sonrasında imalat ekonomisini de etkilemişti. Başta İngiltere olmak üzere, üretimini artıran ülkeler, ürettikleri mallara daha geniş pazarlar bulma savaşına girmeleri sömürgeciğin yaygınlaşmasına neden oldu. İngiltere’de, serbest ticaretin devreye sokulmasının öncesinde, yeni palazlanan sanayi dallarının önünü açabilmek için, korumacı yöntemler geliştirmişti. Buna karşılık, dönemin en güçlü siyasi aktörlerinden olan Osmanlı İmparatorluğu, büyük ölçekli üretmenin getirdiği maliyet avantajı nedeniyle, Avrupa’nın ucuz mallarının pazarı oluvermişti. Ucuz ithal malları ülkeye su gibi akarken, Osmanlı, emekleme aşamasında sanayini korumak adına, herhangi bir gümrük vergisi uygulamayı düşünmemişti. Bu nedenle Osmanlı İmparatorluğu, 19. yüzyılın ilk yarısında tarihinin en büyük dış ticaret açığını vermişti. OSMANLI’NIN BORÇ BATAĞINA DÜŞMESİ Ekonomik durumun hızla kötüleşmesi, Osmanlı İmparatorluğu’nun Balta Limanı Anlaşması’nı imzalamak ve borç para istemek için Londra’nın kapısını çalmasına neden oldu. Bu da durumun düzeltilmesine yetmedi ve borcu yeniden borç alarak çevirmek girdabına kapılan Osmanlı İmparatorluğu çözülme sürecine girmiş oldu.. 1853’te İngiliz ve Fransızların, Rusların sıcak denizlere inmesini kendi çıkarlarına aykırı buldukları için yaptıkları baskılar sonrasında, Osmanlı’nın Kırım Harbi’ne katılması, askeri giderlerinin kontrol edilemez şekilde artmasına, dolayısıyla daha çok borç batağına saplanmasına neden oldu. Bir ülkenin, bir imparatorluğun tarih sahnesinde ömrü, ekonomisinin yönetiminde gösterdiği başarı ile doğru orantılıdır. Tarihte bunun pek çok örneklerini gördük ve bizzat yaşadık. Askeri bakımdan güçlü olmak, en üstün, en yeni silahlara sahip olmak olmak da ülkelerin ya da imparatorlukların kaderini değiştiremiyor. Osmanlı İmparatorluğu’nun 19 yüzyılın başlarında enbüyük askeri güç olduğu bütün tarihçiler tarafından kabul edilmektedir. Örneğin, 1829’da “Mahmudiye Kalyonları” ile takviye edilen Osmanlı donanması, zamanın en büyük deniz gücüydü ve bu ünvanını 1854 yılına kadar koruyabilmişti. İlk modern savaş olarak nitelenen Kırım Savaşı’nın, hem Rusların sıcak denizlere inmesini önlemek hem de Osmanlı’nın denizlerdeki üstünlüğünü zayıflatmak amacı ile İngiliz ve Fransızlar tarafından organize edildiği yaygın bir inançtır. Osmanlı’nın 16. yüzyılın ikinci yarısında zirve yaptığı düşünülürse, 250 yıllık hatırı sayılır bir askeri üstünlük, örneği tarihte az görülen bir başarıdır. Osmanlı’nın çöküş süreci, bugün için tarih bilimcilerin en önemli araştırma konularından biridir. Çünkü, ABD’nin Süper Güç, dünya ekonomisinin lokomotifi konumundan mali bağımlılığa geçişi, Osmanlı’ya oranla, çok daha kısa bir zaman diliminde gerçekleşmiştir. Eoman Fingleton’un da yazısında belirttiği gibi, Mali iç patlamanın hızı düşündürücüdür. Dün kadar kısa bir zaman dilimi öncesinde dünya tarihinin en çok borç veren bir ülkesinin, askeri harcamalar ve uzay çalışmaları nedeniyle, akıl almaz hızla en çok borç alan ülke konumuna düşmesi inanılmaz bir gelişmedir. 2. Dünya Savaşı galibi bir Amerika’nın, Süper Güç konumunu sürdürebilmek için, askeri harcamalarını sonsuza dek sıkıntısızca sürdürebileceği sanılıyordu. 60’lı yıllara kadar da böyle düşünüldü. 1971’deki ticaret krizi sonrasında ABD sermayesinin büyük bir bölümünü üretimden finans piyasalarına kaydırdı; paradan para kazanmaya yöneldi. Bu kararla bir tercih hatası mı yapılmıştı? Net bir şey söyleyebilmek için henüz erken.. 70’li yıllarda Breden Woods anlaşmasını tek taraflı bozan ABD, Osmanlı gibi, Hazine kağıtları satarak dış borç alma yolunu seçti. ABD Başkan Reagan döneminin son yıllarında, tarihinin en borçlu olduğu bir dönemi yaşadı. Baba bush, Clinton, W.Bush dönemlerinde, Sovyetlerin dağılmış olmasına rağmen, durm giderek kötüleşti. Hiç de inandırıcı olmayan gerçeklerle işgal edilen Afganistan ve Irak maceralarının Amerikan halkına pahalıya çok patladığı gün gibi ortada. Küresel kriz etiketi altında, büyük ekonomilerin etkisiyle yaşanabilecek en büyük çalkantılardan birini yaşamaktayız. Böylesine büyük çapta yaşanan ekonomik olumsuzlukların, ancak bir küresel ‘çalkantı’ ile son bulabileceğine işaret ediyor uzmanlar. Bunun anlamı, yeni bir dünya savaşı yaşama olasılığımızın oldukça yüksek olduğudur. “OSMANLI’NIN ÇÖKÜŞÜ NAZİKÇEYDİ” Fingleton, “Osmanlı’nın çöküşü nazikçeydi” derken ne demek istiyor acaba? ABD ekonomisinin yeniden kriz öncesi büyüme temposunu yakalayabilmesi sağlayacak olan ihracat sanayileri büyük yara almıştır. ABD’de ihraç malları üzerinde özel bir vergi uygulaması yok, ama ekonomi yorumcusu Path Choate’nin kitabında da işaret ettiği gibi, gelişmiş ülkelerin çoğu, satış vergisi yerine katma değer vergisini (KDV) tercih eder, fakat ABD’de satış vergisi ağır basar. Bu durum da, Amerikalı ihracata dönük imalat yapan sanayiciyi, küresel rekabette dezavantajlı duruma düşürmektedir. İzlenen politikalar sonrasında, kriz öncesindeki 2008 yılı itibariyle, cari açığı GSMH’nın yüzde 9’una ulaşmış durumda. 1989’a oranla yüzde 1.9’luk bir artış söz konusu. Osmanlı İmparatorluğu, ABD’nin yaşadığı bu çapta bir ticaret açığını, tarih sahnesinden çekilmesinden yalnızca 10 yıl önce yaşamıştı. “ABD iflas mı etti?” sorusuna yanıt ararken, Osmanlı’nın son 10 yılındaki ekonomik ve askeri durumuna bir göz atmakta yarar vardır. YARIN: MÜSLÜMALAR DÜNYAYI YÖNETMEYE HAZIR MI?