Bugün artık ayan beyân ortaya çıkmıştır ki, 28 Şubat hareketi, bir “post-modern” darbe’dir. Bu darbe’yi plânlayanlar, uygulayanlar Türk Adaleti önünde hesap veriyorlar. 
28 Şubat döneminde, TBMM’sinden çıkarlıan kanunlarla getirilen mevzûat, büyük ölçüde, TBMM’since çıkarılan kanunlarla ortadan kaldırılmıştır. 28 Şubat döneminin en tahripkâr kanunu, sekiz yıllık mecbûrî eğitim sistemi, 4+4+4’le belli bir nisbette ta’mir edilmiştir. 
28 Şubat döneminin idare’ye yerleştirdiği, mevzuât ve hukuksuzluklar, T.C. Başbakanı tarafından, bütün neticeleriyle birlikte bir Başbakanlık Genel Ta’limatı ile ortadan kaldırılmıştır. 
Eğitimde, sosyal hayatta, hattâ ordu’da bile, 28 Şubat “post-modern” darbe’nin bütün izleri, tortuları bütünüyle silinmiştir. 
28 Şubat darbecileri bu süreç’te pek çok kurum ve kuruluşa mürâhale etmiş, hattâ Türk İş Hayatı’nın, Türk İş âleminin bir bölümüne “Yeşil Sermâye” denilerek, boykot edilmiştir. 
28 Şubat döneminde, en fazla müdâleye ma’ruz kalan kurum, T.C. Diyânet İşleri Başkanlığı oldu. 
- Bu dönemde, herhangi bir vasfı ve kanûnî bir salahiyeti olmayan birisi, Diyânet’teki her şeyden mes’ul olmak üzere, Diyânet’te vazifelendirildi. Bu müddet zarfında, Diyânet İşleri mensupları, “Hangi mezhep’ten oldukları, hangi tarîkate mensup oldukları, siyâsî görüşlerinin ne olduğu ve daha pek çok yönden sorgulandılar ve fişlendiler. 
- Süreç’te, vazife yapan, Diyânet İşleri Başkanı olan zât kuklalaştırıldı, “Evet Efendim, Sebet Efendim,” mantığıyla zihniyetin her dediğini tereddütsüz yerine getirir hâle getirildi. 
Bu zât, kendisinin görevden alınıp yerine bir başkasının getirileceğini öğrenince, “Bana ne emrettiniz de yerine getirmedim, ne düşünüyorsanız, ne yapmak istiyorsanız, ben emrinizdeyim, her şeyi yapmaya hazırım,” diyecek hâle getirildi. 
- Bu süreç’te, merkezî sistem va’az, merkezî sistem ezan yaygınlaştırıldı. 
Merkezî sistem va’az, merkezî sistem ezan ne demektir? 
İl ve ilçe’lerin merkezî bir yerindeki cami’de ezan okunuyor. Bu ezân o il ve ilçe’nin merkez’deki cami’lerinde, taşra’daki ilçe, kasaba, köy ve mezrâ’larda bulunan bütün cami’lere, radyolink vasıtasıyla aksettiriliyor. Yine, il ve ilçe’lerin merkezî yerinde bulunan herhangi bir cami’de, il veya ilçe’nin müftüsü, ya da herhangi bir vâiz va’az ediyor. Bu va’az, il, ilçe, kasaba, köy ve mezra’ların cami’lerine, yine radyolink vasıtasıyla aksettiriliyor. Önce ezanı bir inceleyelim. 
Cemaatle namaz kılınan her yerde ezan okunması Sünneti Müekke’dedir; cami’lerin birbirine uzaklığı-yakınlığı farketmez. Her cami’de ezan okunması şarttır. İstanbul’da, Selâtîn Cami’i’lerin çok yakınlarında, daha küçük cami’ler ve mescid’ler bulunmaktadır. Bunların ba’zıları Külliye’ye dâhildir. Meselâ, Fatih Saraçhâne’de bulunan, Şehzâde Cami’i’nin etrafında, simitrik olarak dört ayrı mescid daha vardır. Fatih-Eminönü’nde Yeni Cami’in hemen önünde, Arpacılar Cami’i, Arpacılar Caddesinin karşı yakasında, Hidâyet Cami’i bulunmaktadır. 
Selâtîn Cami’de, Dâvûdî sesli bir müezzin, civardaki cami’lerde de bülbül sesli hafızlar ezan okurdular. Zaman zaman da, ezanı düet yaparak okurdular. Herhangi bir cami’de canlı olarak ezan okunmuyor da halkımızın taktığı adla “Teneke Ezan” yâni uzak bir cami’den hoparlöre aksettirilen (Teneke’den aksettiriliyorsa) bu cami’de ezan okunmamış, namazın en önemli sünneti terk edilmiş demektir. 
Ezan’ın terki, herhangi bir sünnetin terki değildir, Ramazan ayında o beldenin cami’i’nde, mukâbele hiç değilse bir kişinin Ramazan ayının son on gününde, belde’nin cami’lerinden birisinde, i’tikâfa girmesi gibi, ezan da Sünnet-i Hüdâ’dır. Bir beldede Sünnet-i Hüdâ terk edilirse o beldeye Allah belâ ve musîbet gönderir. 
Merkezî sistem ezan’ın bir başka dinî mahzuru da şudur:
Meselâ, Trakya illerimizden, Tekirdağ’da, merkez’deki bir cami’de bulunan Ezan-ı Muhammedî, Tekirdağ’ın bir hayli batısında ve uzağındaki Şarköy’ün köylerine de radyolink vasıtasıyla aksettirilmektedir. Oysa, Tekirdağ ile bu köyler arasında, güneş’in doğumu ve batımında, en az dört dakîkalık bir zaman farkı vardır. Böyle olunca da Şarköy’ün ba’zı köylerinde, namazlara vakit girmeden başlanmakta, oruçlar, iftar vakti gelmeden açılmaktadır. 
Merkezî Sistem’de verilen va’az ve nasîhatten sâdece va’az’ın canlı olarak yapıldığı cami’dekiler istifade etmekte, diğer cami’lerin cemaati hoparlörle aksettirilen konuşmayı asla dinlemiyorlar. Ezan okunup namaz başlayıncaya kadar cami’lere bile girmiyorlar. 
Arap’lar, telefon’a gâip’ten gelen ses ma’nasında, “Hâtif” derler. Hatibi rûberû, (yüzyüze) dinlemek, beden dilinden, mimiklerinden istifade etmek varken, görmediği-göremediği, hâtif’ten gelen bir sese niçin kulak versin ki! 
Sevgili Peygamber’imiz, “ilmi, ilim adam’larının ağızından alınız,” buyurmuştur. Merkezî sistem va’az her şeyden önce, irşâd ve ihdâ usulüne aykırıdır. 
Geçen yıl Ramazan ayı’nı, memleketim Konya-Beyşehir’de geçirdim. Bütün Türkiye’de olduğu gibi, maalesef, Beyşehir’de de merkezî sistemler uygulanıyor. Müftülüğün izniyle, Beyşehir merkezindeki cami’lerde va’az ettim. Terâvih’ten önce va’az ettiğim cami’lerin çok değerli imam-hatip kardeş’lerim lütfedip, minarelerden anons yaptılar, “Bu akşam terâvih namazından önce cami’i’mizde canlı olarak va’az edilecektir. Mahalle sâkinlerine duyurulur.” Bu anonsu duyan Müslüman’lar, merkezî sisteme bağlı cami’lerin cemaatinden olanlar bile, bölük bölük, canlı olarak va’az edilen cami’e, yüzyüze vâizi dinlemek üzere koştular. 
Bu da gösteriyor ki, Müslüman’lar, rahmete hasret topraklar gibi va’az ve nasihate hasrettiler. Merkezî sistemler maalesef cemaati tatmin etmemektedir. 
- Diyânet İşleri Başkanlığı, 22.06.1965 tarih ve 633 Sayılı Kuruluş ve Görevleri Hakkındaki Kanunun Birinci Maddesi:
Görev: 
Madde 1- İslâm Dini’nin İnançları, ibâdet ve ahlâk esasları ile ilgili işleri yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve ibâdet yerlerini yönetmek üzere Başbakanlığa bağlı Diyânet İşleri Başkanlığı kurulmuştur. 
a) İslâm Dini’nin inançları, ibâdet ve ahlâk esasları ile ilgili işleri yürütmek. Bu hususlarda fikir ve siyâset üretmek, makro plânda plânlama ve uygulama esasları üretmek, Başbakanlığın ve Başbakanlığın en yüksek organı Din İşleri Yüksek Kurulu’nun görevi olması gerekir. 
b) İbâdet yerlerini yönetmek. İbâdet yerlerini idare etmek, Başbakanlığın, Din İşleri Yüksek Kurulu’nun koyduğu esaslar çerçevesinde, il ve ilçe müftülüklerince yapılmaktadır. 
İl ve ilçe müftüleri, bölgelerinde Diyânet İşleri Başkanlığı’nı temsil eder, din hizmetlerini, dinî müesseseleri yönetir ve din görevli’lerinin hizmetlerini düzenleyip denetler. 
Günümüzde müftüler, mülkî idare âmiri’nin emrinde, herhangi bir dâire’nin başında, tahakkuk âmiri durumundadır. 
İl ve ilçe müftü’leri asıl vazifelerinin dışında, bulundukları il ve ilçe’de Türkiye Diyânet Vakfı’nın birer şube başkanıdırlar. Vakit’lerinin tamamını, Diyânet İşleri Başkanlığı’nın veya Türkiye Diyânet Vakfı’nın organize ettiği yardım kampanyalarının ya da diğer il ve ilçe’lerden vâki yardım taleplerinin koordinasyonuna harcamaktadır. 
Diyânet İşleri Başkanlığı’nın aslî hizmetlerini düşünme ve uygulama için vakitleri yoktur. 
c) Toplumu aydınlatmak. 
İman, ibâdet ve ahlâk esasları hususunda toplumumuzu aydınlatmak hususunda asıl vazife Dinî Yayınlar Genel Müdürlüğü’ne düşmektedir. Dinî Yayınlar Genel Müdürlüğü, değişik isimler altında da olsa, Başbakanlığın kurulduğu tarihten i’tibâren, çok başarılı bir kitap yayını gerçekleştirmiştir. 
En başta, Merhûm Diyânet İşleri Başkanlarından, Ahmed Hamdi Akseki’nin büyük gayretleriyle, Elmalı’lı, Muhammed Hamdi Yazır’ın, “Hak Dini Kur’an Dili” Tefsiri, Merhûm Ahmed Naim Bey’in başlayıp, Dersiâm Kâmil Miras’ın tamamladığı, “Sahîh-i Buhârî Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercümesi” olmak üzere, pekçok eser yayınlanmıştır. Son yıllar’da kitap yayınlarına ilâveten, elektronik vasıtalar cd, vb. yayınlar TRT ile yapılan protokoller ile televizyon yayınlarıyla da toplumumuz, dîni, ibâdet, i’tikâd ve ahlâk konusunda aydınlatılmaya çalışılmaktadır. 
Bütün bu vâsıtalarla, toplumu dinî konularda aydınlatmak aslâ yeterli değildir. Toplumumuzu dinî konularda asıl tenvir edecekler, Peygamber’imizin Zâhirî ilminin vâris’leri, vâiz’lerdir. 
“Din Nasîhattir! Din Nasihattir! Din Nasîhattir! Din, Nasihatle kâimdir.” İrşâd ve ihdâ metodu, ilmin, bilgi’nin, nasîhatin, doğrudan, rûberû, (yüzyüze) vâiz’lerin ağızından alınması esasına dayanır. 
Va’az Müessesesinde ideal olan, her cami’e, en azından merkezî cami’lerden her birine bir “KÜRSΔ vâiz’inin ta’yin edilmesidir.