“Sonra Allah, Resûlü ile mü’minler üzerine sekînetini (sükûnet ve huzur hissi) indirdi, sizin görmediğiniz askerler-ordu (melekler) indirdi de kâfirlere azap etti. İşte bu, o kâfirlerin cezasıdır.” (Tevbe 9/26) 

“Ey iman edenler! Allah’ın size olan ni’metini hatırlayın; Hani size ordular saldırmıştı da, biz onlara karşı bir rüzgâr ve sizin görmediğiniz ordular göndermiştik. Allah ne yaptığınızı çok iyi görmekteydi.” (Ahzâb 33/9)  

“Andolsun, sizler güçsüz olduğunuz halde Allah, Bedir’de de size yardım etmişti. Öyle ise, Allah’tan sakınınız ki, O’na şükretmiş olasınız.” (Âl-i İmran 3/123) 

“O zaman sen, mü’minlere şöyle diyordun; indirilen üç bin melekle Rabbi’nizin sizi takviye etmesi, sizin için yeterli değil midir?” (Âl-i İmran 3/124) 

“Evet, siz sabır gösterir ve Allah’tan sakınırsanız, onlar (düşmanlarınız) hemen şu anda üzerinize gelseler, Rabbiniz, nişanlı (üniformalı) beş bin melekle sizi takviye eder.” (Âl-i İmran 3/125) 

Yukarıya Kur’ân-ı Kerim’den 5 âyet-i Kerime’nin meâllerini aldım. Bu meâller dikkatli bir şekilde okunduğunda görülecektir ki, Cenab-ı Hak, Bedir’de, Uhud’da, Humeyn’da, Ahzâb Harbinde, meleklerin göklerden indikleri, Müslümanlarla birlikte, müşriklere ve Yahûdî’lere, münafıklara karşı harbe iştirâk ettikleri, Ahzâb günü Allah’ın rüzgâr gönderdiği anlaşılmaktadır. 

Malazgirt Meydan Muharebesi’nde, 100 bin kişilik tam teçhizatlı Bizans ordusuna karşı beştebir kuvvetle 20 bin kişilik bir ordu ile karşı koyan Sultan Alpaslan’ın ordusuna, Haçlı ordularına karşı Kudüs’ü ebediyyen Ehl-i Salîp’ten kurtaran Salahaddin-i Eyyûbî’nin ordularına, Kosova’da Murad-ı Hüdâvendigâr’ın Osmanlı Ordusuna, -Şöyle ki, Kosova’da, Kurban Bayramının arifesi idi. Osmanlı Ordusu son bir hamle için Kosova Meydanı’na çıkmıştı. Ters esen şiddetli rüzgâr sebebiyle göz gözü görmez olmuş, yoğun toz bulutu sebebiyle iki metre önlerini bile göremiyorlardı. Murad-ı Hüdâvendigar, hemen çadırına çekildi, secde’ye kapandı, göz yaşları sel oldu. Gözünden akan yaşlardan secde mahalli çamur bataklığı haline gelmişti. Murad-ı Hüdâvendigâr du’â’sında, “Rabbim, bu Ordu İslâm’ın, Tevhîd’in, yeryüzündeki son ordusudur. Rabbim, Fethini, Nusretini ihsan eyle. Bu Mübârek Zafer için, beni de Kurban Kıl! Şiddetli rüzgâr, tersyüz olmuş, Osmanlı Ordusu Sırp’lara karşı kesin bir zafer kazanmışlardı, fakat, Murad-ı Hüdâvendigâr bir Sırp militanı tarafından hançerlenerek şehîd edilmişti. 

Çanakkale’de, Kore’de ve Kıbrıs’ta İslâm-Türk ordularına melek’lerin yardım ettiklerine inanılır. (Kore’de, Kunûrî muharebesinde, Çin ve Kuzey Kore birliklerince kuşatma altına alınan, Türk Tugayı’na, Sahibizaman’ın ve Ricâl-i Ma’neviyye’nin müdahale edip çekip çıkardıklarını daha önce bu köşe’de bütün tafsilatıyla yazmıştım.) 

Ben, 15 Temmuz, En Uzun ve En Karanlık Gece’de de, Allah’ın meleklerini, Nusretini gönderdiğine inanıyorum. Aksi halde, Tarihimizin, belki de, belki de değil, şüphesiz, dünya tarihinin en acımasız, en kalleşçe yapılan bu mel’un Deccâl’in Kelb-i Akûr’larının taarruz ve tecavüzlerine karşı koyamazdık. 

Bu meş’ûm gece’de, Azîz Milletimiz aramızda mevcud, bütün ayrılıkları, farklılıkları bir tarafa bırakmış, Millet-i İbrahim’den, Ümmet-i Muhammed’den olduğunun farkına varmış, bu hareketin bir işgal hareketi olduğunu görmüş, dinin, ezanın, Kur’ân’ın, İstiklâl’in-İstikbâl’in, Bayrağın, namus’un, ırz’ın, mal’ın, mülkün, hürriyet’in elden gitmekte olduğunu gördü, abdestini aldı, ölürsem şehîd, kalırsam gazî olurum, diyerek, sokağa çıkamayacak durumdaki hasta, yaşlı ve çocuklarla helâlleştikten sonra, elinde Ayyıldızlı Bayrak, dilinde tekbir, kalbinde iman ile, Meydan-ı Gazâ’ya çıktılar. 

Her harbin, her mücâdele’nin, her müdafaa’nın, her zafer’in ve her feth’in kahramanları, şüphesiz, bu mücâdelelere katılan Millet efradı’nın tamamıdır. Ancak, Bedr’in sembolleri, Şühâdâ-i Bedîr, Uhud’un sembolü, Resis’ş-Şüedâ Haz.Hamza radiya’llâhu anh, İstanbul’un Fethi’nin sembolleri, Feth’in ma’nevî Mi’marı, Akşemseddin, Sur’lara Sancağı dikip şehid edilen Ulubatlı Hasan, Çanakkale’nin sembolleri, 267 Kg. Top mermisini, tek başına “Yâ Allah!” diyerek, kaldırıp topun namlusuna süren Seyid Onbaşı, Nusrat Teknesiyle Çanakkale Boğazı önlerine mayın döşeyen, Yahya Çavuş ve arkadaşları nasıl bu fetih, zafer, müdafaa ve kurtuluşların sembolleri olmuşlarsa, son Kurtuluş Mücâdelemiz, 15 Temmuz, Zaferimizin de sembolleri vardır. Ahzâb-Hendek harbinde, dört koldan Medine-i Münevvere’ye saldıran ve Peygamberimizle bir avuç Ashabını hedef alan, mutlâk surette hezimete uğratacak ve mağlûp edeceklerine inanan Ahzâb orduları: Kureyş, Ehâbîş, Kinâne ve Tihâmeden onlara tabi olanlar, Necid’den Gatafan ile onlara tâbi olanlar, Nadîr ve Kureyzâ Yahûdîleri gibi Arabistan’ın önemli bütün kabilelerinden toplam yirmi dört bin kişiydiler. 

Ahzâb Ordularının Medine’ye müteveccihen hareket ettiklerini haber alan Sevgili Peygamber’imiz, tedbir olarak ashabıyla istişâre ettikten sonra, Dünya Harp Tarihinde bir ilk olmak üzere, Medine çevresine, hendek kazımına bizzat ve fiîlen katılarak Hendek kazdırdı. Ahzâp Orduları hendeğin karşı tarafından, az sayıda İslâm ordusu bu tarafında yaklaşık, bir ay kadar bekleştiler. Azgın müşrikler, Küheylân Arap atlarıyla Hendeği geçip Ashab-ı Güzîn’e saldırmak istedilerse de Allah ters taraftan, önlerinden müthiş bir rüzgâr, bir kasırga gönderdi. Gözlerini kör eden, atlarını, develerini hareket edemez hale getiren müthiş toz bulutları sebebiyle çekilmek durumunda kalmışlardı. 

15 Temmuz – En Uzun ve En Karanlık Gece’de, Milletimize, Vatanımıza, Dinimize, İstiklâl ve İstikbâlimize taarruz edenlerin arkasında da, Batılı ülkelerin, İsrail’in, Siyonizm’in, Vatikan’ın, Amerikan Neocon’larının, Avanjelistlerin, Dünya Kiliseler Birliği’nin, Yahûdî lobilerinin olduğundan kimsenin şüphesi yoktur. 

Hedef, Vatanımızı işgal, Milletimizi bölüp-parçalama olunca, öncelikle Devleti ve Milletimizin birliğini temsîl makamındaki Cumhurbaşkanı’nı derdest edip, ifna etmek, elbette ilk hedefleriydi. Bunun için, Devletimiz için çok özel hizmetlerde kullanılmak üzere, hiçbir fedakârlıktan kaçınılmadan eğitilen, yetiştirilen SAT komando’larından, (Sualtı Taarruz), MAK, (Muharebe-Araştırma) Komando’larından, hâin bir Tuğ.Gn. emir ve komutasında, 37 kişiden müteşekkil bir imha çetesi oluşturmuşlar. Cumhurbaşkanı’nın geçici olarak kaldığı turistik belde’nin koordinatlarını, kaldığı villâ’nın şemasını, ihânette sınır tanımayan Cumhurbaşkanı’nın Başyaverinden almışlar ve helikopterlerle baskına gitmişlerdi. 

Cumhurbaşkanı’nın kaldığı otel’in sahibi, kendisine, “Efendim, durum çok vahim görünüyor, isterseniz, sizi sür’at bottumla Yunan adalarından birisine 10 dakîka içinde nakledebilirim,” diyor. Cumhurbaşkanı böylesine bir teklife çok sert reaksiyon gösteriyor, “Ben, ya Ankara’ya, ya da İstanbul’a giderim. Şu anda bütün hazırlıklarımız ve tedbir’lerimiz bunun içindir,” diyor. 

Kızı Esra Hanım’a, Damadı, Enerji ve Tabiî Kaynaklar Bakanı, Berât Albayrak ve torunlarına, çok yakın çalışma ekibiyle, yakın korumalarına, “Hazır olun,” emrini veriyor. Cumhurbaşkanı, abdestini alıyor, iki rek’at sefer namazını kılıyor, “Tevekkeltü ve Tevekkelnâ Ale’llâh!” denilerek, hazır beklemekte olan, Cumhurbaşkanlığı helikopterine geçiliyor. Hedef, Dalaman Hava Meydanı, Cumhurbaşkanı ve maiyeti helikoptere binip kapılar kapanınca, Cumhurbaşkanı, helikopter’in pilotlarına, “Lütfen, samîmî ve dürüstçe söyleyiniz, hangi taraftasınız?” Pilotlar, büyük bir samimiyet içerisinde ve dürüstçe, “Efendim, bizler kesinlikle sizin yanınızdayız, Devletimizin ve Milletimizin emrindeyiz,” dediler. Öyleyse havalanabiliriz. Havalandılar, fakat gökyüzü tehlikelerle doluydu. Helikopter’in altından-üstünden vızır vızır, F16’lar geçiyordu. Eskişehir’deki Hava Kuvvetleri Harekât Merkezi, Türkiye semaları için yayınlaması gereken bülteni yayınlamadığı için, o anda Türk semalarında uçan bütün uçaklar, helikopter’ler, “Meçhûl Hava Aracı,” olarak göründüğü için, Cumhurbaşkanlığı helikopteri olduğu fark edilmedi, Dalaman Hava Meydanına salimen indi. 

Cumhurbaşkanlığı Helikopter’i, Dalaman Hava Meydanı’na inmeden 15 dakîka önce, Deccâl’in Kelb-i Akurları, bir helikopterle Dalaman Hava Meydanına inmişler, Hava Meydanında beklemekte olan, Ata Uçağının içine girmişler Cumhurbaşkanının ve maiyetinin uçağın içinde olup-olmadığını kontrol ettikten sonra ayrılmışlar. 

Takdir-i İlâhî! Cumhurbaşkanı ve maiyeti, Marmaris’ten 15 dakîka daha geç ayrılmış olsaydı, ya da, Dalaman Hava Meydanı’na 15 dakîka, erken inseydi, gözü dönmüş, kudurmuş köpeklerce imha edilmeleri muhakkak görünüyordu. 

Ata Uçağı, Dalaman’dan İstanbul’a müteveccihen havalandığında, Yeşilköy Hava Meydanı’nın pist’leri karartılmış, Hava Kontrol Kulesi işgalci’lerin işgali altındaydı. Cumhurbaşkanı, İstanbul Emniyet Müdürü Mustafa Çalışkan ve 1. Ordu Komutanı, Org. General Ümid Dündar ile hep temas halindeydi. İstanbul Emniyet Müdürü, Mustafa Çalışkan’a, “Biz, Dalaman’dan havalanıyoruz, yarım saat, en geç bir saat zarfında, Kontrol Kulesinin işgaline son verebilir misiniz?” 

Emniyet Müdürü, “Ümid ediyorum, Sayın Cumhurbaşkanım!” 

Diğer taraf’tan, Cumhurbaşkanı, Ata Uçağının Kaptan Pilotu’na, “Kaptan, pist ışıkları açılmaz-açılamaz ise, uçağın far’larıyla Yeşilköy’e inebilir misiniz?” 

Kaptan Pilot, “Sayın Cumhurbaşkanım! Çok risk’li, fakat mecbur kalırsak ineriz.” 

Cumhurbaşkanı ve maiyetindekileri taşıyan Ata Uçağı, Gönen-Bandırma semalarına geldiğinde, Yeşilköy Hava Kontrol Kulesi’ndeki işgâl sonlandırılmış, pist ışıkları yakılmıştı. Cumhurbaşkanı’nın, bütün iletişim kanalları engellendiği için, 4,5G vasıtasıyla çok kısıtlı, akıllı cep telefon’larından, cep telefonu ekranlarından, muhtelif televizyon kanallarından, “Sokağa çıkın, Hava Meydanlarına yürüyün, ben de sizlerle birlikte meydanlarda olacağım,” da’veti üzerine, oluk oluk, sokaklara, meydanlara, hava meydanlarına çıkan halkımız, Yeşilköy’ü Hava Meydanı’nda da, mahşerî bir kalabalık oluşturmuştu. Yeşilköy Hava Meydanı ve Kontrol Kulesi işgal’den kurtarılmıştı, fakat, yanı başındaki Askerî Hava Alanı, işgal altındaydı, Yeşilköy Hava sahasında da vızır vızır, F16’lar alçaktan uçuyor, süpersonik patlamalarla kulakları sağır ediyordu. 

Bu şartlar altında, Rees-i Cumhur, (Cumhur’un başı), Cumhur ile buluşmuş, kavuşmuş, yekvücûd olmuş, emsaline aslâ rastlanmamış ve rastlanmayacak manzaralar husûle gelmiştir. 

İşgal, darbe, bölme-parçalama harekâtında dönüm noktasıydı. O zamana kadar ikircikli bir hal içerisinde, “Bakalım ne olacak, bu hareket hangi yöne çevrilecek,” diye bakanlar, Devletin ve Millet’in duruma hâkim olduğunu görmüşler, Devletin ve Milletin yanında olduklarını açıklamaya başlamışlardır. 

15 Temmuz – En Uzun ve En Karanlık Gecenin aydınlığa çıkmasındaki ma’nevî dinamiklerin en başında, Cumhurbaşkanı, Recep Tayyip Erdoğan vardı...