“Câlût ve askerleriyle savaşa tutuştuklarında; Ey Rabbimiz! Üzerimize Sabır yağdır. Bize cesâret ver ki, Sebât-ı Kadem edelim, (tutunalım,) Kâfir kavme karşı bize yardım et, dediler.” (Bakara 2/250) 

“Nîce Peygamberler vardır ki, beraberlerinde pek çok Allah erleri bulunduğu halde savaştılar da, bunlar, Allah yolunda başlarına gelenlerden dolayı gevşeklik ve zaaf göstermediler. Boyun eğmediler, Allah sabredenleri sever.” 

“Onların sözleri, sâdece şöyle demekten ibâretti; Ey Rabbimiz! Günahlarımızı ve içimizdeki taşkınlığımızı bağışla; Ayaklarımızı (yolunda) sâbit kıl; Kâfirler topluluğuna karşı bizi muzaffer kıl!” (Âl-i İmrân 3/146, 147) 

TARİH TEKERRÜR EDİYOR! 

Mısır ile Filistin arasında yaşayan Amâlika o devirdeki Kralları Câlût’un kumandasında İsrailoğullarına saldırdı ve onları perişân edip yurt’larından çıkardı. Bunun üzerine İsrailoğulları, o anda aralarında bulunan Peygamber’lerinden kendilerine bir kumandan ta’yin etmesini istediler. Devrin Peygamber’i, Tâlût adında halk’tan birisini hükümdar ve kumandan ta’yin etti. 

“Peygamber’leri onlara; Bilin ki Allah, Tâlût’u size hükümdar olarak gönderdi, dedi. Bunun üzerine; Biz, hükümdarlığa daha lâyık olduğumuz halde, kendisine servet ve zenginlik yönünden daha geniş imkânlar verilmemişken o bize nasıl hükümdar olur? dediler. “Allah sizin üzerinize onu seçti, ilimde ve bedende ona üstünlük verdi. Allah mülkünü dilediğine verir. Allah her şeyi ihata eden ve her şeyi bilendir,” dedi.” (Bakara 2/247) 

“Sonunda Allah’ın izniyle onları yendiler (hezimete uğrattılar.) Dâvud’da Câlût’u öldürdü. Allah ona (Dâvud’a) hükümdarlık ve hikmet verdi, dilediği ilimlerden ona öğretti. Eğer Allah’ın insanlardan bir kısmının kötülüğünü diğerleriyle def’etmesi (savması) olmasaydı elbette yeryüzü altüst olurdu. Lâkin Allah bütün insanlığa karşı lütuf ve kerem sahibidir.” (Bakara 2/251) 

İngiliz’lerin 20.Asr’ın başlarında, “Yenilmez Armada,” dedikleri, İngiltere Deniz Kuvvetlerinin en büyük ve en vurucu gemilerinin ismi, Amalika Kralı, Câlût’un isminden ilham alınarak verilmiş bir isimdi, “Golyat,” Golyat da diğer Düvel-i Muazzama, Ehl-i Salîp – Haçlı Ordusuyla birlikte İslâm’ı ve  Türk’lüğü boğmak, Aziz Türk Milletini Tarih’ten ve harita’dan silmek üzere Çanakkale önlerine kadar gelmişti. 

“Allah’ın yardımı ve fetih yetiştiğinde,” Allah’ın yardımı ve fetih yetişince, Adı, “NUSRAT” (Yardım) olan, küçük bir tekne ile Yahya Çavuş ve bir avuç arkadaşının boğaza döşedikleri mayınlardan birisi Golyat’a isâbet etmiş, yenilmez, mağrur Armada’nın en büyük ve en vurucu gemisi, Çanakkale Boğazı’nın derîn ve karanlık sularına gömülmüştü. Böylece, harbin, Tarih’in seyri değişmiş, Çanakkale’nin geçilmez olduğu ebed-müddet tescil edilmiştir. 

15 Temmuz 2016 gecesi, F.T.Ö. denen Câlût, Amalika Kralı Câlût’dan kat be kat zâlim, İngiltere Golyat’ından binlerce kere daha gaddâr ve zâlim F.T.Ö. Kelb-i Akûr’larını, (gözlerini kan bürümüş kudurmuş köpeklerini) Aziz Milletimize saldırttı. Vatanımızı müdafaa için eğitilmiş, asker urbası giymiş, Câlût’un gözünü kan bürümüş kudurmuş köpeklerin haricindeki, “Ordu Millet, Milleti Ordu,” anlayışıyla Vatan müdafaası için gözünü kırpmadan ölümü göze alan Askerlerimiz, Emniyet Kuvvetlerimiz, bombalandı. Millî İrâde’nin Tecelligahı, T.B.M.M.’si, Devlet’in başının ikâmetgahı Cumhurbaşkanlığı Külliyesi bombalandı. 

Azîz Milletimiz, göklerden ateş yağdıran çağımızın en öldürücü silahlara, yeryüzünün Dâbbetü’l-Arzı, ateş kusan Tank’lara, 15 Temmuz Şehidler Köprüsünün 165 metre yüksekliğindeki direğine çıkıp dürbünlü silahı ile Müslümanlara ateş eden hâinlerin hâini, sniper’a karşı, gözünü kan bürümüş ölümden-öldürmekten başka bir şey görmeyen Câlût’un Kelb-i Akûr’larına, (kudurmuş köpeklerine) karşı, elinde Ayyıldızlı Bayrağı, kalbinde imanı, dilinde tekbiri ile mü’minler, o gece, bütün Türkiye dahilindeki 80 binden fazla cami’in minarelerinden Arş-u Âlâ’ya yükselen Salâ ve Ezan sesleri, seccâde’lerine gömülmüş, göz yaşları sel olmuş takvâ sahibi, hâlis mü’minlerin dua’ları, İslâm’ın son kale’si, Tevhid’in son haddi düşmesin, diye Ricâl-i Ma’neviyye’nin ve Pîrân’ın himmet’leriyle, Allah’ın yardımı, lütfu-keremi, Nusret ve fethi ile Asr’ımızın Câlût’u ve onun üzerimize saldığı gözü dönmüş, gözünü kan bürümüş Kelb-i Akûr’ları def’edildi. Vatanımız kurtuldu, Milletimiz asırlar içinde başına gelebilecek büyük bir bâdireyi, Belâ-i Azîm’i şimdilik atlattı. 

Atalarımızın dedikleri gibi, “Su uyur, düşman uyamaz!” Dikkatli olmamız lâzım!... 

15 Temmuz 2016 gecesi, Aziz Milletimizin gösterdiği sebât, (Sübut-ü Kadem), direnme ve diriliş, şafak söktüğünde, zafer ve kurtuluş, pek çok analist tarafından tahlil edilmiştir; 

Yeniden Millî Mücadele denilmiştir. Doğrudur. 

Kuvâ-yi Milliye ruhudur, denilmiştir. Doğrudur. 

Çanakkale Ruhudur, denilmiştir. Doğrudur. 

Bu bir İstiklâl Mücadelesidir, denildi. Doğrudur. 

Bu bir Millî Mücadeledir, denildi. Doğrudur. 

İslâm-Türk Tarihine altın harflerle yazılmış, altın sahifeler olarak intikâl etmiş, Millî Mücâdele, İstiklâl Harbi, Kurtuluş Savaşı, aslında bir neticedir. Sebep-Sonuç bakımından mes’eleyi tahlil ettiğimizde, bu mücâdele niçin verilmişti?

Devlet-i Aliyye’miz, İttihadçı’ların elinde iyice inkıraza uğrayıp, dağılma noktasına getirildiğinde, asırlardır, Devlet-i Aliyye’mizin çöküşünü salyalarını akıtarak bekleyen, Ehl-i Salîp – Haçlı Orduları – devletleri, Devletimize son darbeyi, Sevr Antlaşmasıyla vurmuşlardı. “Artık, Boğaz’ların hasta adamı ölmüştür, mirasının paylaşılması zamanı gelmiştir,” diye bakıyordular. 

15 Mayıs 1919’da Yunan Palikaryası, İzmir’i ve ba’zı Batı Anadolu illerimizi, 

İtalyanlar Antalya’yı, 

İngilizler İstanbul’u, 

İngiliz’ler ve Fransızlar, Maraş, Antep, Urfa, Adana gibi bölgelerimizi, işgal ettiler. 

Millî Mücâdele ve İstiklâl Harbimizden önceki işgaller ba’zı cephelerdedir, ve mevziî’dir. 

Antep, Maraş, Urfa, Adana gibi Cenûbî şehir’lerimiz işgal edilmiş, Adana, Urfa, Maraş ve Antep şehir’lerin işgaline, cephe’de bulunanlar, o şehir’lerin Kahraman halkı son vermişlerdi. Onun için Antep, Gaziantep, Maraş, Kahramanmaraş, Urfa da, Şanlıurfa unvanlarıyla taltif edilmişlerdir. 

İzmir’e çıkarılan Palikarya, dizginleri-yular’ları ellerinde bulunan İngiliz’lerin sevk ve idaresinde, Batı Anadolu’nun ba’zı şehir’lerine, hattâ, Ankara’nın Polatlı İlçe’sine kadar işgal hareketinde bulunmuş ne hikmetse tersyüz olup, İzmir’e kadar kaçıp, İzmir Limanında demirli bulunan gemilerine binip Yunanistan’a tüyüp gitmişlerdi. Vatanımız bu şen’î işgal’den kurtarmak için, Batı Anadolu’da başlamak üzere, yurdumuzun bütün bölgelerinde, Kuvâ-yi Milliye, Müdafâ-i Hukuk cemiyet’leri teşkilatları kurulmuş, topyekûn Milletimiz, erkeğiyle, kadınıyla, genciyle, yaşlısıyla kızanıyla, çocuğuyla seferber olmuş, Aziz Vatanımızı işgalden kurtarmıştır. 

Topyekûn bu hareketlerin tamamına Millî Mücâdele, İstiklâl Mücâdelesi, İstiklâl Harbi, Kurtuluş ve Zafer denir. 

Düşman, 15 Temmuz 2016’da bir cepheden ve ellerinde çakar-almaz silahlarla değil, bütün cephelerden ve Aziz Milletimizin malı, son sistem silahlarla, gökten ve yerden ateşler kusarak bütün cephelerden, temel değerlerimizi tahrip ederek işgal etmeye kalktılar. 

Onun içindir ki, o gece düşman’a karşı verilen mücâdele elbette, Millî Mücâdele’dir, Kurtuluş Savaşı’dır. Aziz Milletimiz o gece, yalnız, Millî Mücâdele ruhuyla, yalnız Çanakkale ruhuyla değil, Bedir, Uhud, Hendek, Huneyn ve Yermuk ruhuyla da mücâdele etmiştir. 

Kazanılan zafer de Millî Mücadele zaferidir, İstiklâl ve İstikbâl zaferidir. 

50 yıllık yazı hayatımda, Azîz Milletimize hep güvendim, ısrarla bu Millete Azîz Millet ve bu Ümmete de “Ümmet-i Merhûme,” dedim. Azîz Milletim ve “Merhûme”, Ümmetim, beni yanıltmadı, Azîz Millet ve Ümmet-i Merhûme olduğunu bir kerre daha, 15 Temmuz gecesi isbat etmiştir.