“Hoşunuza gitmediği halde savaş size farz kılındı. Sizin için daha hayırlı olduğu halde bir şeyi sevmemeniz mümkündür. Sizin için daha kötü olduğu halde bir şeyi sevmeniz de mümkündür. Allah bilir, siz bilmezsiniz.” (Bakara 2/216)

15 Temmuz 2016, gece’sinde, Türkiye’miz ve İslâm âlemi, Gönül Coğrafyamız için, bir devir kapanmış, yeni bir devir açılmıştır. Artık, bu tarih’ten sonra hiçbir şekilde, “Vesâyetler Dönemi,” dediğimiz eski döneme dönülmeyecektir. 1453, Haz.Peygamber’in işâret buyurduğu, müjdelediği, Mekke’nin feth’inden sonra dünya tarihinin en önemli, fethî, Konstantıniyye’yi, İslâmbol, İstanbul, haline getiren fetih, karanlık bir çağ’ın (Batılı’lar, “Ortaçağ”, diyorlar), kapanmasına, aydınlık, nurlu bir Çağ’ın başlamasına vesiyle olmuştu. Aslında, Karanlık Çağ, Orta Çağ, ehl-i Salîp içindi. Yoksa, İslâm Âlemi, Âhirzaman Peygamber’i ve Allah’ın Kitabı Kur’ân ile, çoktan, nurlandığı halde, ehl-i Salîp, zulmün, küfr’ün ve cehâlet’in, dehlizlerinde debeleniyordu. Köle’ler, Arena’larda, aslanlara yem olarak veriliyor, cinnet getirenler, “içine şeytan girmiştir”, denilerek, ayaklarından asılıp, ölünceye kadar dövülülerdi. Meşhûr Galile, “dünya yuvarlık,” dediği için, idâm edilmişti. 

Belki, “büyük bir iddia’dır,” denilecek ama, iddia ediyoruz ki, 15 Temmuz 2016, 29 Mayıs, 1453 gibi, bir devri kapatan bir başka devri açan tarih olacaktır. 

Farkında değiliz, fakat pek çok şey değişmiştir. 

Türkiye Cumhuriyeti’nin, 4. Cumhurbaşkanı, Merhûm Cemal Gürsel’e, rahatsızlığı sebebiyle hekimler tarafından, “Vazife’lerini deruhte edemez,” raporu verilmesi üzerine, günün şartları müvâcehe’sinde, konjöktür gereği, devrin, Genelkurmay Başkanı, Org.Cevdet Sunay, T.B.M.M.’sinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin 5. Cumhurbaşkanı olarak seçilmişti. Cevdet Sunay Paşa, Askerî Üniformasını çıkarmış, sivil elbisesini giyinmiş, devrin Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı, Ferruh Bozbeyli’nin refakatında, Çankaya Köşkü’ne çıkmıştı. 

Cumhurbaşkanı, Cevdet Sunay, Makam Koltuğu’na otururken, ancak, çok yakınında bulunan’ların duyabileceği, pes bir sesle, “Bismillâhirrahmani’r-Rahîm,” diyerek Besmele çekmişti. Bir gün sonraki, bütün devrimbaz ve vesâyet rejmi’nin emrindeki, güdümlü matbuatta, yazılı basında, manşetler, “Atatürk’ün Koltuğuna, Besmele çekerek oturdu,” tarzında çıkmış, devrimlerin sarsıldığından, irtica’nın hortladığından, dem vurulmuştu. (Merhûm, Cumhurbaşkanı, Cevdet Sunay ile daha sonraki yıllarda yaptığımız bir mülâkatta, bize, “Çocuklar, Benim Babam, Alay Müftüsüydü. Ben, 14 yaşında, Kuleli Askerî Lise’sinde öğrenciyken, Çanakkale’ye sevk edildim. Babamla birlikte Çanakkale Gazisi olarak, Madalya ile taltîf edilmiştik. Bu insanlar, benim makam koltuğuna otururken, “Besmele,” çekmemden niçin rahatsızlık duydular, anlamış değilim,” demişti.) 

Daha sonra gelen Cumhurbaşkan’ları, Merhûm Turgut Özal ve Merhûm Süleyman Demirel, ilk yıllar’da, Cum’a Namaz’larını, Çankaya Köşkü dahilinde bulunan, Muhâfız Alayı Cami’i’nde kılarlardı. Başka cami’lere Cum’a Namazı için gittiklerinde, sivil plâkalı vasıtalarla giderlerdi. Ancak, her ikisi de, Cumhurbaşkanlığı fors’lu, araç’larla, son yıllarında cami’lere gidebilmişlerdi. 

Çocukluk çağından beridir, hiç terk etmediği, beş vakit namazını kılan, forsu açık, makam aracıyla, korumalar konvoyu eşliğinde, kimseden perva etmeden, İstanbul’da, Ankara’da ve bulunduğu her yerde, Cum’a ve bayram namazlarına giden, imkân buldukça, şehîd’lerin, âlîmlerin cenaze namazlarına iştirâk eden, tabutlara sırt veren, mezarları başında, ta’ziye ziyâretleri sırasında, ta’ziye çadırlarında ve evlerinde, Kur’ân okuyan, -Söz aramızda, Cumhurbaşkanı, Kur’ân-ı Kerimi, tecvid, Mahâric-i Huruf ve Tashîh-i Huruf kâidelerine uygun, tegannî’ye kaçmadan okuyor. Sesinin de güzel olduğunu söyleyebiliriz.- bir Cumhurbaşkanı… 

Kur’ân-ı Kerim’i baş tacı eden, her fırsatta, halkımız arasına karışan, Yüce Kitabımız, Kur’ân-ı Kerim’den bölümler okuyan ve Kur’ân-ı Kerim’in emirlerini, Mehmâ İmkân, yerine getirmeye gayret eden bir Cumhurbaşkanı!... 

12 Eylül 1980 Hükûmet Darbesi yapıldığında, Türk Silahlı Kuvvetlerinin, Genelkurmay Başkanı, Org.Kenan Evren Paşa idi. Darbe sonrası, kendisini, Millî Güvenlik Konseyi Başkanı ve Devlet Başkanı olarak da ilân ettiği için, artık, unvanı, “Genelkurmay Başkanı, Millî Güvenlik Konseyi Başkanı ve Devlet Başkanı,” idi. Bu unvanlarını gururla ifade ettiği günler’de, Devlet Başkanı sıfatıyla, diğer Cumhurbaşkanları gibi, Çankaya Köşk’ünde ikâmet etmekteydi. Refikası Sekîne Hanımefendi, çok ciddî rahatsızdı, Rahmetli oldu. 

Cenâze Namazı, Ankara-Hacıbayram Cami’i’nde kılınacaktı. Devlet Başkanı’nın eşi olması hasabiyle, Devlet töreni tertip edilmişti. Hacıbayram Cami’i’nde çok kalabalık bir cemaat vardı. Eski siyâsîler, yeni dönemin adamları, başta Kuvvet Komutanları, Konsey Üyeleri Komutanlar olmak üzere, Ankara Garnizonu’nda bulunan, general, subay ve ast. subaylar, mahşerî bir kalabalık… 

Cenâze Namazı için saf tutulduğunda, Genel Kurmay, Millî Güvenlik Konseyi ve Devlet Başkanı, Kenan Evren Paşa da, en ön safta yerini almıştı. Fakat bir gariplik vardı. Millî Güvenlik Konseyi üyeleri, Kuvvet Komutan’ları ve Jandarma Genel Komutanı ile, üst rütbeli ba’zı generaller, saf tutmamışlar, bir kenar’da, Çelenk Kümesi’nin yanında, cenâze namazının kılınmasını bekliyordular. Kalabalık Cemaat, Cenaze Namazı için, niyete da’vet olunduğunda, bir başka garâbet daha yaşanmıştı. Kenarda bekleyen üst rütbeli generallerden birisi, bir Kor. General, Kenan Evren Paşa’nın önüne geçti, sert bir topuk selâmından sonra, 

- “Sayın Devlet Başkanım! Lütfen cenâze namazını kılmayınız! Lâikliğe aykırıdır,” dedi. 

Kenan Evren Paşa, safı terk etti, kenarda bekleyen, diğer üst rütbeli generallerin yanına geçti ve cenaze namazının kılınmasını oradan seyretti. Daha sonra gelen halefleri, Genelkurmay Başkan’ları da, aynı istikâmette hareketle, en yakın arkadaşlarının veya Türk Silahlı Kuvvetlerinden şehîd düşen, subay, ast subay, erbaş ve erlerin cenazelerine katılsalar bile, saf tutup cenaze namazlarını kılmadılar. Yemin merâsimlerinde, asker’lerin nineleri, anneleri, ablaları, kız kardeşleri, eğer başörtülü iseler, kışla’lara alınmadılar. Subay ve ast subaylar, Orduevlerinde, düğün yaptıklarında, nine’leri, anne’leri, abla ve kız kardeşleri, eğer, başörtülü ise, erkek ve akraba yakınları, sakallı, nisbeten geniş kıyâfetli iseler, Orduevindeki düğünlere kabûl edilmediler. Subay ve ast. subay’ların yakınları, Orduevlerinde kalabildikleri halde, subay ve ast. subayların yakınları, eğer, sakallı, geniş kıyâfetli veya başörtülü iseler, aslâ Orduevlerinde kabul edilmediler. Bir önceki Genelkurmay Başkanımız, Necdet Özel Beyefendi, Ordu ile Millet arasına örülen duvar’ların yıkılması için, büyük gayret sarf etti. Şehîd, subay, ast. subay, erbaş ve erlerin cenaze’lerine katıldı, cenaze namazlarında saf tuttu. Başı açık, başı kapalı, şehîd ailelerinin yanına gitti, ta’ziyetlerini sundu. 

Türk Ordusu, Asâkir-i Mansur-u Muhammedî’dir. 

Azîz Türk Milleti, Ordu Millettir, bu Büyük Millet’in bağrından çıkan ordu da, Millet’in Ordusu’dur. Tugay-Tabur imamlığı, Alay Müftülüğü kadro’ları hâlen mevcud olup, zaman zaman, bu kadrolara, İlâhiyat’la, din’le, alakaları bulunmayan, sözde, İlâhiyatçı kimseler ta’yin edilmektedir. 1966-1968 yılları arasında, İzmir-Bornova’da, 57. Top. Er. Eğitim Tugayı Komutanlığı’nda, yakası yeşil biye’li, din subayını, Subay Gazinosu’nda vazifelendirmişlerdi. Devrin, 57. Tümeni Komutanı, Merhûm, Tüm. Gen. Muzaffer Toygar, Tugayı ziyâretlerinde birisinde, bu sözde, din subayına, “Üsteğmen, Kur’ân-ı Kerim’deki içkiyi haram kılan âyetleri bir okur musun?” diye sorduğunda, “İçki Haram değildir,” diye cevap vermişti de, “Komutan’ın, seni niçin Subay Gazino’suna görevlendirdiğini daha iyi anlıyorum,” dedi ve veçhesinde acı bir tebessüm belirmişti. 

Türk Ordusu’nda, hâlen, karavana saatinde, yemeğe başlanılmadan, topluca, Besmele ile başlanır. Ramazan aylarında, oruç tutmak isteyenler, önceden tespit edilerek, sahur yemeği hazırlanır, mesâî, iftar vaktine göre ayarlanır. Ramazan aylarında, imkânlar ölçüsünde, tâze et’li yemekler çıkarılır. 

Büyük Kışla’ların ekserisinde, Cum’a ve bayram namazlarının da kılındığı, Minâre’li, büyük cami’ler vardı. Minâre’lerden beş vakit hoparlörlerle Ezan-ı Muhammedî okunurdu. 

27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980, 28 Şubat 1998 ve ta’kip eden yıllar’da, Milletle, Millet’in Ordusu arasına kalın duvarlar ördüler. Asker’ler, gündüz’leri, kışla’da, Pazar ve diğer ta’til günleri, subay ve ast. subay gazino’larında, Orduevlerinde, gece’leri, yalnız askerler için inşa ettirilen, getto lojmanlarda, bütünüyle Aziz Milletimizden soyutlandılar, uzaklaştılar. Ordu ile Ordu Millet arasına örülen bu duvarlar, bilhassa genç subay ve ast. subayları, maalesef, Millî ve Ma’nevî değer’lerden uzaklaştırdı.