18 Ekim’de biraraya gelerek yayınladıkları bildiriyle Türkiye’yi insan haklarına, hukuka ve demokrasiye saygılı olmaya davet eden ve bu hadsizliklerini Viyana Sözleşmesi’nin 41. Maddesi’ne dayandıran ABD Büyükelçisi ile yörüngesindeki 9 büyükelçiyi, aynı sözleşmenin 41. Maddesi’nin 1. Fıkrası’nı okumaya çağırıyoruz. 

ABD’nin başkanlık ettiği 10 ülkenin büyükelçileri, 18 Ekim Pazartesi günü, sömürge valisi edasıyla kaleme alınan tweetlerle Türkiye’ye ültimatom vererek bazı şeyler yaptırmaya kalkıştılar. ABD Büyükelçisi’nin başkanlığında biraraya gelen büyükelçiler, resmen Türkiye’nin içişlerine müdahale ediyorlar ve Osman Kavala’nın derhal serbest bırakılmasını istiyorlardı. 

98. kuruluş yılı coşkusunu yaşamakta olan Türkiye Cumhuriyeti yeni bir Rahip Bronson olayı ile karşı karşıya.. “10 Elçi Krizi” aşılamayacak bir kriz değil, ama Türkiye’yi yoracağa benziyor. 

Cumhurbaşkanı böyle bir davranışı asla kabul edemeyeceğimizi ifade ederek, Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’ndan, Türkiye’ye ültimatom vermeye kalkışan 10 büyükelçinin istenmeyen adam ilan edilmesini net bir dille istemişti. 

10 ülkenin büyükelçilerinin istenmeyen adam ilan edilme olasılığının giderek yükselmesi Merkez Bankası’nın faiz indirim kararıyla biraraya gelince,   yabancı yatırımcıların başlattıkları kaçış görüntüsü döviz fiyatlarının hızla yükselişe geçmelerine neden olmuştu. Piyasalardaki bu hareketlenme, ABD Başkanı Biden’ın, “Erdoğan’ı ekonomi silahı ile devireceğiz, muhalefeti destekleyeceğiz” tehditlerini ve “Kürtleri yedirtmeyeceğim” sosuna bulanmış PKK/YPG teröristlerini savunma çabalarını akla getirmişti. 

Döviz fiyatlarının tırmanışa geçmesi Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kararlı duruşunu etkilemeyince arka kapı diplomasisi devreye girdi. Bakanlar Kurulu’nun, “10 elçinin istenmeyen adam ilan edilmesi” gündemiyle toplandığı gün, söz konusu 10 büyükelçi, 1961 yılında imzalanan, fakat ancak 1964 yılında yürürlüğe giren Viyana Sözleşmesi’nin 41. Maddesi’ne saygılı olduklarını belirten zincirleme tweetler attılar. ABD Büyükelçisi mesajında, “ABD, Diplomatik İlişkiler Hakkındaki Viyana Sözleşmesi’nin 41. Maddesi’ne riayet etmeyi teyit eder” deniyor ve diğer 9 büyükelçi de bu tweeti kendi hesaplarında paylaşıyorlardı.

Son yılların en önemli diplomatik krizlerinden birini yaşamış olduk. Türkiye’nin Batı ile ilişkilerini ne yönde ve nasıl etkileyeceği kestirilemeyen “10 Elçi Krizi”, Dışişleri Bakanlığı’nın yönettiği yoğun bir arka kapı diplomasisi sayesinde,  “şimdilik” kaydıyla atlatılmış oldu. 

Krizin daha da tırmanmasına izin verilmeden yumuşatılması, diplomatik bir başarı olarak memnuniyet uyandırsa da, bulunan çözümün devamını daha önemli duruma getirmişti. Çünkü, arka kapı diplomasisiyle uykuya yatırılan krizin hemen sonrasında yapılacak G-20 Zirvesi ve 30 Kasım’da yapılacak Avrupa Konseyi toplantıları vardı.

 G-20 Zirvesi’nde gerçekleşmesi beklenen Erdoğan-Biden buluşmasının Glaskov’a kaydırıldığı söylense de, bu haber henüz doğrulanmış değil. AİHM’nin verdiği karaların uygulanmasını denetleyen Avrupa Konseyi’nin 30 Kasım’da Strazburg’taki  toplantısında, Mahkeme’nin Osman Kavala hakkında tutukluluğunun son verilmesine ilişin verilmiş ve 20 Mayıs 2020’de kesinleşmiş karar gündeme gelecek. 

AİHM’nin kararlarının uygulanmasını Avrupa Konseyi’nin Bakanlar Komitesi denetliyor ve bu Komite, Konsey üyesi 47 ülkenin temsilcilerinden oluşuyor. Yani “10 Elçi Krizi”yle karşımızda oluşan cephenin üye sayısı 10’dan 47’ye çıkmış olacak. 

30 Kasım’da Strazburg’da yapılacak Avrupa Konseyi toplatısını Türkiye açısından önemli kılan husus, Avrupa Bakanlar Komitesi’nin 16 Eylül’de aldığı karar. Bu karara göre Türkiye, 30 Kasım 2021 tarihine kadar, Osman Kavala’nın serbest bırakılmasına ilişkin kararı konusunda herhangi bir adım atmamışsa, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 46/4 maddesi uyarınca Türkiye’ye “ihlal prosedürü” işletme kararı uygulanacak. 

Türkiye’ye karşı “ihlal prosedürü”nün uygulanması isteği ile AİHM’ne gidilebilmesi için, Konseye üye 47 ülkeden 32’sinin “evet” oyu kullanması gerekiyor. Yani, Türkiye, önümüzdeki ay AİHM’sinin Osman Kavala’nın serbest bırakılmasına ilişkin verdiği karar konusunda bir adım atmazsa, Avrupa Konseyi Bakanlar Kurulu Türkiye’ye karşı “ihlal prosedürü”nü başlatarak bir dizi önlemler uygulama kararı alabilecek. Bu da Türkiye karşıtı cephenin giderek genişlemesi anlamına geliyor. 

Diplomatlar, bu gibi krizlerin aşılmasında önemli roller oynayan görünmez kahramanlardır. Partilerin de, bu gibi krizlerin olası olumsuz sonuçlarını dikkate alarak, iç politika malzemesi olarak kullanmama konusunda çok dikkatli olmaları gerekir. 

ELÇİLER TÜRKİYE’Yİ AİHM KARARLARIYLA ZORA SOKMAYI MI HEDEFLİYOR?

“10 Elçi Krizi”nin kurgulanışı, içeriği ve kamuoyuna duyurulması dikkate alındığında, kolayca küllenecek bir “yangın” değildi. İmzacı elçiler, Türkiye’yi insan hakları, hukuk ve demokrasi konularında eleştiren ve Osman Kavala’yı derhal serbest bırakmaya davet eden bu operasyona Ankara’nın sert tepki vereceğini öngörebiliyorlardı. Çünkü bu tweetli operasyon, net olarak, bir ülkenin içişlerine müdahaleydi. 

Bu açıdan bakıldığında “10 Elçi Krizi” Türkiye’ye yönelik bir kaos planının başlama vuruşuydu. Türk Dışişleri Bakanlığı’nın uyguladığı arka plan diplomasisiyle yumuşatılmış olsa da, devamı gelecekti. Çünkü “10 Elçi Krizi”, Türkiye’nin, imzaları bulunan ülkelerle olan ilişkilerinde bir deprem etkisi yaratmıştı ve bu deprem, artçı sarsıntılarıyla, uzun süre gündemde kalacağa benziyordu. 

Nitekim, hem iç siyasette hem de dış siyasette yaşanan bazı gelişmeler, örneğin CHP’nin son tezkere oylamasında HDP ile birlikte red oyu kullanması, “10 Elçi Krizi” ve özellikle de Biden’ın, “Erdoğan’ı tasfiye edeceğim; askeri yöntemlerle, darbeyle değil, ama demokratik yöntemlerle. Kürtleri yedirmeyeceğim ona’ söylemi bağlamında değerlendiriliyor. 

Elçileri, “istenmeyen adam” ilan etme girişimi kararlı bir duruş sergilemekti, fakat bu kararı alırken karşı tarafın misilleme hakkını da dikkate almak gerekirdi. Bu nedenle, ne gibi sonuçlar üreteceği kestirilemeyen krizleri yönetme sürecinde çok dikkatli olmak gerekiyordu. 

Bizi, elçilerinin attıkları ya da paylaştıkları mesajlar üzerinden insan hakları, hukuk uygulamaları konuşlarında uyaran 10 ülkeyle NATO, AB, AGİT ve G-7 gibi çeşitli kuruluşlarda ortaklığımız ve ilişkilerimiz var. 

Krizi kontrol altına alınamadığımızda ya da ilişkileri koparacak şekilde tırmandırdığınızda, üretebileceği olumsuz sonuçlara da katlanabilmeniz gerekir. Yani, “attığınız taş ürküttüğünüz kurbağaya değmeli”.

KİM GERİ ATMIŞ OLDU?

“10 Elçi Krizi”nde olduğu gibi, her iki taraf içinde olumsuz sonuçlar üretecek şekilde büyüme eğiliminde olan krizlerin çözümünde kullanılan ve her iki tarafa da “biz kazandık” deme şansı kazandıran “yapıcı belirsizlik” formülü ABD ve Türk basınında farklı yorumların yayınlanmasına yol açtı. 

Türk basınındaki “ABD geri attı” şeklindeki yorumlar, Okyanus ötesinde krizin çözüm şeklinin sorgulanmasına neden oldu. ABD’li gazeteciler Beyaz Saray Sözcüsü Jen Psaki’yi soru yağmuruna tuttular. Sorgulamanın özeti, “gerçekten geri attık mı? Sorusuydu. 

Sözcü Psaki’ye yöneltilen sorular, ABD’nin Türkiye karşısında geri adım atıp atmadıklarını sorguluyordu: “Türkiye’de büyükelçimizi geri gönderme tehdidi oldu. Bunun üzerine Viyana Sözleşmesi’ne uyduğumuzu doğruladığımız bir açıklama yaptık. Bu açıklama, bütün bu işin başlamasına yol açan, tutukluluğunun sürmesiyle (Osman Kavala’dan söz ediyor) ilgili metinden geri çekildiğimiz anlamına mı geliyor?” 

Sözcü Psaki bu soruları, “konuya bu açıdan bakılmaması gerektiğini” söyleyerek yanıtlamaya çalıştı. 

ELÇİLER VİYANA SÖZLEŞMESİ’NİN 41. MADDESİNDEN ÖNCE 46. MADDEYİ GÖRMELERİ GEREKMİYOR MU?

Gazeteciler Beyaz Saray Sözcüsü Jen Psaki’nin yanıtlarından tatmin olmamış olacaklar ki, aynı soruları ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Ned Price’a da yönelttiler. Sözcü Price, “18 Ekim’de diğer dokuz büyükelçilikle birlikte yayınladığımız açıklama Viyana Sözleşmesi’nin 41. Maddesi’ne uygundur. 18 Ekim açıklamasındaki llkeler, taahhütler paylaştığımız evrensel ilke ve taahhütlerdir” diyordu. 

Sözcü Price’a soruyoruz, Ankara Büyükelçinizin, 18 Ekim’de attığı tweetle Türkiye’yi insan haklarına, hukuk ve demokrasi ilkelerine uymaya davet eden açıklamasını Viyana Sözleşmesi’nin 41. Maddesi’ne dayandırmanıza saygı duymamız için, Viyana Sözleşmesi’ni bir bütün olarak kabul etmeniz gerekmiyor mu? 

Sayın Price, Viyana Sözleşmesi’nin 46 Maddesi de şöyle diyor: 

“Viyana Sözleşmesi’ni kabul eden devletlerin kanunlarına ve nizamlarına riayet etmek… bu gibi ayrıcalıklardan ve bağışıklıklardan yararlanan her kişinin görevidir. Anılan devletin içişlerine karışmamak da, keza, bu kişilerin görevidir.”

Büyükelçinizi ve yörüngesindeki büyükelçileri baş tacı ettiğiniz Viyana Sözleşmesi’nin 46. Maddesi’ne uymaya davet ediyoruz. 

YARIN: ÇÖZÜMÜN ANAHTARI “YAPICI BELİRSİZLİK”