Küreselleşen dünyamızda milli değerlerimizi yavaş yavaş yozlaştığı bir ülke haline geldiğimizi düşünüyorum. Kanaatimce, maddi ve manevi değerlerimize sahip çıkmadığımız sürece küresel güçlerin ekmeğine yağ süreceğiz. Zaten onların da en önemli amacı, milli kültürleri yozlaştırmak ve bozmaktır.

Bu bağlamda küreselleşmenin dile yansımasını çok önemsiyorum. Ziya Gökalp’in de ifade ettiği gibi; “Dil kültürün temel unsurudur.” Dil, kültürün temel unsuru olduğuna göre bir ulusun dil ile ifade ettiği sözlü ve yazılı her şey kültürün içerisine girer. Bu yüzden bir ülkede ‘dil birliğinin’ korunması önemlidir. Zira dilin bozulması kültürün de bozulması ve yozlaşmasıdır.

Dolayısıyla küreselleşen dünyada kaybetmememiz gereken kültür değerlerimizin en başında dilimiz gelmektedir. Bu denli önemli olan dili, insanlarımızın pek de önemli bulmadığını düşünüyorum. Beni bu düşünceye sevk eden şey, insanlardaki yabancı dil çılgınlığıdır. Fark ettiniz mi bilmem ama herkeste bir yabancı dil sevdası almış başını gidiyor.. Birçok kelimenin İngilizcesi hayatımızın içine sinsice girmiş durumda. Çoğumuzun pek önemsememesine rağmen dünyanın en zengin ve eski dillerinden biri olan güzel Türkçemiz giderek yabancı dillerin boyunduruğu altına girmektedir. Dükkânın store; mağazanın hiper, süper; çarpıcı ve önemli haberin flash haber; korumanın muhafızın bodyguard ve daha nice kelimelerin İngilizce olduğu, birde bunların üstüne internet ortamındaki yazışmalar, daha az kontör gitsin diye sadece ünsüz harflerle yazılan iletiler eklenince büyük bir tehlikenin bizleri beklediğini söylemek kaçınılmaz olur.

Yalnız biz miyiz yozlaşma tehlikesiyle karşı karşıya kalan? Tabi ki hayır. Artık çoğu dünya dilleri de buna maruz kalmaktadır. Örneğin Fransa yetmişli yılların başında dilini yabancı dillerin etkisinden özellikle-Amerikan İngilizcesinden-kurtarmak için yasalar, tüzükler ve genelgeler yayınlamıştır. Böylelikle dilinin yanlış kullanımına ve yozlaşmasına meydan vermemiştir. İtiraf etmeliyim ki güzel bir uygulama ama yine de ben yasalara gerek kalmadan bireylerde dil bilincinin zaten yerleşmiş olmasını isterdim.

Ülkemizde ise durum değişmekte ve deyim yerindeyse çığrından kopmaktadır. Şirketlerine, firmalarına yabancı isim veren birçok işletmeci bunu AB’ye girme sürecinde daha iyi bir ülke imajını yaratmak için yaptıklarını söylemektedir. Bunun altında yatan nedenin bu olmadığı açıktır. Daha iyi marka yaratıp akıllarınca kazanç sağlamak bu kişilerin öncelikli hedefidir.

Takdir edersiniz ki iyi bir marka yâda kazanç için yabancı bir isme gerek yoktur. Türkçemizde de araştırılırsa belki pek çok derin anlamı olan cevherler çıkacaktır. Hem AB’ye bu şekilde dilinden, kimliğinden ödün vererek girmek düşüncesi oldukça yanlıştır. Ülke olarak asırlardan beri süregelen kültürümüzle ve çok çalışarak girebileceğimiz unutulmamalıdır.

Bu konuda neler yapılabilir? İlk hedefimiz Türkçeyi seven, doğru kullanan nesiller yetiştirmek olmalıdır. Bunun için bilhassa yazarlara ve basın-yayın kuruluşlarına çok büyük sorumluluklar düşmektedir. Kullandıkları kelimelerden telaffuzlarına kadar hepsine özen göstermeleri gerekmektedir. Ayrıca zamanla dilimize yerleşmiş yabancı kelimeler dilimizden atılmalı, bunun yerine Türkçede karşılığı bulunan kelimeler kullanılmalıdır.

Cumhuriyetimizin kurucusu Atatürk Türk diline şüphesiz büyük hizmetler vermiştir. Dilin önemini: “Türk dili. Dillerin en zenginlerindendir, yeter ki bu dil şuurla işlensin. Ülkesini, yüksek istiklalini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır” diyerek ortaya koymuştur.

Unutulmamalıdır ki, Türkçeye yapılan ihaneti, Türkçe asla affetmez…