’Şehit’ denilince pek çok kişinin aklına; düşman silahıyla ebedî âleme intikal eden veya bölücü terör örgütünün militanları tarafından kahpece hayatına son verilen asker, polis… gibi güvenlik güçlerinin elemanları gelir.
Evet! Belirtilen durumlarda dünya hayatı sona eren kişiler şehittirler. Fakat şehitlik bunlardan ibâret değildir. Peygamber (sav) Efendimiz sordu: ‘Şehit kime denir?’ Sahabeden Ubade cevaplandırdı: ‘Allah (cc) yolunda, vatan müdâfaasında ölen şehittir.’ İki cihan serveri buyurdular: ‘Evet! Bunlar şehittir. Öyle olunca ümmetimden şehitler çok azdır. Vebâdan ölen, suda boğulan, doğum yaparken ölen kadın, aile fertlerine helal rızık temin etmek için çalışırken ölen, ilim yolunda iken ölenler de şehittir.’
Hz. Ebubekir (ra) diyor ya… ‘O söyledi ise vallahi doğrudur!’
Prof. Dr. Abdulhakim Yüce; ‘Şehitlik ve Şehitlerin Hayatı’ isimli eserinde, ‘karın ağrısından ölen de şehit olur mu?’ diye düşünenlerin tereddütlerini, ikna edici açıklamalar ve delillerle gideriyor. Bu kadarla da yetinmiyor, birçok konuda hayat rehberliği yapıyor, verdiği bilgilerle, öğütlerle okuyucularına âdeta cennetin anahtarlarını sunuyor. Ne mutlu o anahtarları kullanmasını bilenlere…
O satırlardan tadımlık satırlar:

“Annelik, Allah tarafından kadınlara mukaddes bir vazife olarak yüklenmiş ve ona büyük değer atfedilmiştir. Çocuğu dünyaya getirmek, emzirmek ve beraberinde getirdiği çeşitli sıkıntılara katlanmak, başlı başına büyük bir imtihandır. Kur'an'da, anne-babaya iyilikten söz eden bir âyette bu durum şöyle dile getiriliyor: ‘Biz insana, anne-babasına iyilik etmesini tavsiye ettik. Annesi onu zahmetle taşıdı ve zahmetle doğurdu. Taşıması ile sütten kesilmesi, otuz ay sürer.’ (Ahkaf, 46/15) Âyette, çocuğun yaklaşık iki yıl emzirilmesine işaret edilerek, anne ve çocuk sağlığı açısından emzirme ve anne sütünün önemi de vurgulanmaktadır. Yüce Allah, annenin bu zor görevi severek yerine getirmesi için, onu çocuğuna karşı engin bir sevgi ve merhametle donatmış, çocuğa karşı fitrî bir meyil ve istek yerleştirmiştir. Diğer taraftan annenin bu zor görevine karşılık, daha kız çocuğu olarak dünyaya geldiği andan itibaren vefatına kadar, el üstünde tutulması için gerekli tedbirleri almış ve ikazlarda bulunmuştur. Kız çocuklarının erkeğe nazaran çok değersiz olduğu, kadının toplumda aşağılık bir derecede bulunduğu hattâ bazılarının diri diri gömüldüğü bir dönemde nâzil olan İslâm, Peygamber'in diliyle şunları söylüyor: ‘Bir kimsenin bir kız çocuğu olur da onu incitmez, onu küçümsemez ve erkek çocuğunu ona tercih etmezse, Allah o kimseyi cennete koyar.'  Bir başka hadiste, saygı gösterilme ve çocuk üzerindeki hakları açısından anneyi babadan üç kat üstün tutmuştur. Erkeğin yapmakla mükellef olduğu bazı ağır görevleri kadına yüklemeyen İslâm, az bir gayretle aynı sevaba nail olacağını müjdelemiştir. Aile hukuku ile ilgili eserlere bakıldığında, daha başka birçok unsur bulmak mümkündür.
Günümüzde, çokları yanlış anlayışların ürünleri olan, çocuk doğurmanın ve emzirmenin kadın vücudunu fizikî açıdan bozduğu, yıprattığı, hastalıklara sebep olduğu vs. şeklindeki iddialar ve sosyal hayatta kadına istediği gibi hareket etme, sosyal etkinliklere, gün ve partilere katılma, dışarıda çalışma, vb. faaliyetlerde, hürriyetini kısıtladığı anlayışının yaygınlaştığı da hesaba katılırsa, sosyal, psikolojik, ekonomik baskılara karşı ciddî bir mücâdele ile çocuk doğurup beslemenin ne kadar önemli olduğu ve bu mukaddes vazifeyi başarıyla yerine getirirken ölen kadının şehit sevabına nail olacağı daha iyi anlaşılır kanaatindeyiz.
Hadis-i şerifte, hâmile ve emzikli kadının, iç ve dış düşmana karşı nöbet bekleyen kişiye (murabıt) benzetilmesi ayrı bir inceliği ortaya koymaktadır. Çocuğun, hâmileliğin ilk gününden itibaren her türlü psikolojik ve fizikî tehlikeye karşı hassasiyetle korunması, şefkat ve sevgi ile terbiye edilip eğitilerek insanlığa yararlı bir fert hâline getirilmesi annenin mukaddes görevleri arasındadır. Bu göreviyle anne, sınır boylarında düşmana karşı nöbet bekleyen askerin veya nefis ve şeytana karşı mücâhede eden kişinin uyanıklık ve titizliğini göstermelidir.’

Prof. Yüce, İslam’ın cihad anlayışını, büyük ve küçük cihad ile şehitlik kavramlarını açıkladıktan sonra şehitliğin türlerini;
1-Kâmil şehit veya dünya ve ahret şehidi, 2- Dünya şehidi, 3-Âhiret şehidi  olarak 3 grupta izah ediyor.
Âhiret şehidi başlıklı bölüm, 20 alt başlık altında anlatılıyor.
Eserin 2. Bölümünde ‘Şehitliğin Fazileti’, 3. Bölümde ‘Şehitlerin Hayatı’ mevzularına yer veriliyor.
‘Netice’ başlıklı son bölümde; ‘insan hayatının, ruh ve bedenle irtibatı neticesinde oluştuğu, Ruhun bedenle irtibatının kesilmesi ile ‘ölüm’ hâdisesinin meydana geldiği, ruhun ölümsüz olduğu’ belirtiliyor.
Prof. Dr. Abdulhakim Yüce, kitap boyunca ele aldığı her mevzuda derinlemesine bilgi sâhibi olduğunu ortaya koyuyor. Kitabı okuyanların, şehitlik kavramı ile ilgili düşünceleri yenileniyor, yanlışlar düzeltiliyor, hiçbir boşluk kalmamacasına bilgiler tamamlanıyor.
Günümüzde yazılı, sesli ve görüntülü medya şehitlik kavramını; gözyaşlarının, acıların ve elemlerin kaynağı imiş gibi kamuoyuna sunuyor. Oysaki şehitlik; yüceltilmesi gereken, gıpta edilecek bir mazhariyettir. Kültürümüzde insanlarımız şehitliğe özendirilir. İstiklal Savaşı’nda vatanın kurtuluşu, sonrasında korunması, ancak gerektiğinde gazi ve şehit olmayı göze alacak mücâhitlerin fedakârlıklarıyla sağlanmıştır.
Mevzu sâdece vatanımızı, bağımsızlığımızı, bayrağımızı koruma meselesi değildir. İlmin geliştirilmesi ve yaygınlaştırılması, Allah adının yüceltilmesi, İslamiyet’i öğrenmek ve öğretmek, ahlaklı, dürüst ve çalışkan nesiller yetiştirmek mecburiyetindeyiz. En önemlisi de insanın kendi nefsi ile mücâdele edip ‘topluma örnek insan’ olabilmesidir. Şehitlik, yalnızca bu mücâdele içerisinde iken ölen veya öldürülenlerin ulaşacağı bir yüce mertebe değildir.  Hayatı boyunca bu yolda çalıştıktan sonra rahat yataklarında ölmüş olsalar bile hiç şüphe olmasın şehittirler. 
Özetle şehitlik, yalnızca ölümle ulaşılacak bir mertebe değildir. Asıl şehitlik, yaşarken, tercih edilen hayat tarzı ile ulaşılabilecek zirvedir. Cenab-ı Allah, hiçbir kuluna ölmeyi emretmiyor. Asıl gaye, Allah (Subhanehu ve Teâla)’nın koyduğu emr-i bi'l-ma'ruf nehy-i ani'l-münker / iyiliği emretme kötülükten men etme esasları dâiresinde yaşamak suretiyle şehit olmaktır.
Eserin yazarı Prof. Dr. Abdulhakim Yüce; ifâde kabiliyeti yüksek selis bir Türkçe ile bilinen gerçekleri unutulmayacak bir şekilde gönüllere nakşediyor.
13,5 X 19,5 santim ölçülerinde 189 sayfalık kitap, 2004 yılında yayınlandı.
IŞIK YAYINLARI:    
Emniyet Mahallesi Huzur Sokağı Nu: 5 Kısıklı, Üsküdar, İstanbul. Telefon: 0.216-318 60 11 Belgegeçer: 0.216-318 42 02 www.isikyayinlari.com        

Prof. Dr. ABDULHAKİM YÜCE


1962 yılında Batman'da doğdu. 1986'da, Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'ni bitirdi. İki yıl boyunca, alanında araştırma yapmak gayesiyle görev almayıp, özel dersler aldı ve ilmî araştırmalar yaptı. 1988 yılında Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nde doktora çalışmalarına ve Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde vaizlik görevine başladı. Başkanlığın görevlendirilmesiyle, Almanya'nın Köln ve Fransa'nın Paris şehirlerinde, belli sürelerle görev yaptı.
1992'de doktora yaptığı fakültenin Tasavvuf Anabilim Dalı'na asistan olarak tâyin edildi. Aynı yıl, Mefatîhu’l Gayb’ın İşarî Yönü (Razî'nin Tefsirinde Tasavvuf) adlı tezini bitirerek, alanında doktor oldu. 1993 yılında Yüzüncü Yıl Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Tasavvuf Anabilim Dalına Yar. Doç. Dr. olarak tâyin edildi. 1997'de Doçent, 2003'te Profesör oldu.
İngilizce ve Arapça bilen Yüce, hâlen bu görevine devam etmektedir.
Yayınlanmış Kitapları:
*Razi'nin Tefsirinde Tasavvuf: Nil Yayınları, 1996. *Kalb Hayatı (Muhâsibî'den çeviri): Işık Yayınları, 1997.  *Gece İbâdeti: Işık Yayınları, 1999. *Şehitlik ve Şehitlerin Hayatı: Kaynak Kitaplığı, 2001. *Tasavvuf ve Bid'at: Nil Yayınları, 2001.*Konuşma Sanatı ve Hitâbet: Işık Yayınları, 2013. *İtikâf: Işık Yayınları. *Bizim Yuvamız: Işık Yayınları

KUŞBAKIŞI:


SOKRAT ÖNCESİ VE SONRASI:


Francis Macdonald Cornford’un yazdığı, A. M. Celal Şengör ve Senem Onan tarafından dilimize çevrilen kitap, 15 X 23 santim ölçülerinde, 104 sayfa olarak Haziran 2015’te yayınlandı. Kitapta;  Sokrates’in eski Yunan ve bütün Avrupa Medeniyeti içindeki yerinin sebepleri ortaya konuluyor. Sokrates’ten önce İyonya’daki ilim çalışmaları, Sokrates, Aristoteles ve Platon’un felsefî sistemlerine de yer veriliyor. 
TÜRKİYE İŞ BANKASI KÜLTÜR YAYINLARI:
İstiklal Caddesi Meşelik Sokağı Nu: 2 Kat: 4 Beyoğlu, İstanbul (T. İş Bankası Parmakkapı Şubesi üzeri)
Telefon: 0-212 252 39 91 Belgegeçer: 0.212-252 39 95 www.iskultur.com.tr  e-posta: [email protected]

TÜRKİYE’NİN GÖÇ TARİHİ:


Türkler, Ötüken’den, Altay’dan Ural’dan sonraki yıllarda İdil ve Tuna boylarından bu gün yaşamakta olduğumuz topraklara göç etmişlerdi.  Bu sebeple olmalı, gerek Osmanlı Devleti devrinde gerekse Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan bu yana göç ederek Anadolu’ya gelen herkese kucak açtık; açmaya, her geleni bağrımıza basmaya devam ediyoruz. Temelinde İslam bulunan millî kültürümüzün gereğini yapıyoruz.  
1468 yılında Fatih Sultan Mehmed Han, Arnavutları, Fatih’in Oğlu Sultan İkinci Beyazıd Han 1492’de İspanya’nın kovduğu Musevileri Türkiye’ye kabul eti. 1828-1829 yıllarında Çerkezler, 1830’da Polonyalılar, 1850’li yıllardan itibâren Kırım Türkleri, 1878’de Boşnaklar, 1922-1938 yılları arasında Yunanistan’da, 1923-1949 yılları arasında Romanya’da yaşayan Türkler geldiler. 1924-1936 yılları arasında Makedonya’dan gelenler oldu. 1925’ten 1949 yılına kadar Bulgaristan’dan devam eden göçler 1951-1953, 1968-1979 ve 1989-1990 yıllarında devam etti. 1945-1951 ve 1953-1967 yıllarında Suriye’den, 1950’da Doğu Türkistan’dan, 1979’da Afganistan’dan, 1988 ve 1991 yılları arasında Irak’tan çok sayıda göçmen kabul ettik. 2011 yılında Suriye’den başlayan göçler, günümüzde devam ediyor. Sayılarının 2.000.000’u aştığı belirtiliyor.
M. Murat Erdoğan ve Ayhan Kara tarafından derlenen Türkiye’nin Göç Tarihi isimli eserde bunlar anlatılıyor. 19 X 24 santim ölçülerinde 392 sayfalık kitap, Haziran 2015’de yayınlandı.
İSTANBUL BİLGİ ÜNİVERSİTESİ YAYINLARI:
İnönü Caddesi, Nu: 6 Kuştepe, Şişli, İstanbul. Telefon: 0.212-311 61 64 Belgegeçer: 0.212-216 24 15  
e-posta: www.bilgiyay.com  e-posta: [email protected]

16 TÜRK DEVLETİ:


Cumhurbaşkanlığı Arması’nı da süsleyen ‘Bağımsız 16 Büyük Türk Devleti’, Türkiye’nin devlet geleneğini ve Türk milletinin geçmişini anlamak hususunda, önemli olduğu iddia edilmekle birlikte ancak sembolik bir mânâsı vardır. Konu Hüseyin Nihal Atsız’ın bir makalesinde etraflı bir şekilde ele alınmıştır. Bu defa kitap hacminde ele alınması, ümit edilir ki Türklük şuurunun pekişmesini sağlar. Çünkü bu devletlerin tarihi, bize gerek siyasî gerekse ahlakî açıdan büyük dersler sunmaktadır. Unutmamalıyız ki, tarihinden utanan değil tarihini kucaklayan bir neslin yetişmesinde hepimizin sorumluluğu vardır.Ayrıca kitap, tarih bilincini kaybetmiş devletlerin talihsiz örnekleriyle doludur. Geçmişini bilmeyen toplumlar, medeniyetle bağını koparmamış ve tarihinin bilincinde olan toplumları taklide muhtaçtır. Taklit eden değil, taklit edilen model bir medeniyetin sâhibi olabilmemiz için, tarihimizi gelecek nesillere aktarmak büyük ve mühim bir sorumluluktur.            
Sinan Yağmur’un kaleme aldığı eser, Mayıs 2015’te yayınlandı. 13,5X 21 santim ölçülerinde, 280 sayfadır.
HAYY KİTAP: Zeytinoğlu Caddesi, Şehit Erdoğan İban Sokağı Nu: 36 Akatlar 34335 İstanbul.
Telefon: 0.212-52 00 50 Belgegeçer: 0.212-352 00 51 www.hayykitap.com   e-posta: [email protected]      

KISA KISA… KASA KISA…


5.1-20. YÜZYIL TÜRK HALK ŞAİRLERİ: Emir Kalkan / Ötüken Neşriyat   
5.2-AHMET MİTHAT ANLATILARINDA KİMLİK İNŞASI VE MODERNİZM: İbrahim Tüzer / Akçağ Basım Yayım 
5.3-GİZLENEN TÜRK TARİHİ ve Hz. MUHAMMED: Muharrem Kılıç / İrfan Yayınevi   
5.4-KOCA REİS / FAHRİ UZUN: Prof. Dr. Kenan Erzurumlu / Bilgeoğuz Yayınları. 
5.5-KUR’AN-I KERİM’DEN DUA ÂYETLERİ: Sâlih Suruç’un Önsözü ile / Timaş Yayınları

DERKENAR:


ÂL-İ İMRAN SÛRESİ MEAL VE TEFSİRİ


‘Allah yolunda öldürülenleri sakın ölüler zannetmeyin! Bilakis onlar diridirler; Rab’leri katında rızıklanırlar. Allah’ın fazlından verdiği nimetlerle mutludurlar. Ayrıca, henüz kendilerine katılmamış olan şehit kardeşlerine de hiç bir korku ve keder bulunmadığı müjdesinin sevincini duymaktadırlar. Onlar, Allah’tan gelen bir nimet ve keremin müjdesi ile sevinirler. Muhakkak ki Allah-u Teâlâ müminlerin ecrini zayi etmez.’ Buyrulmaktadır. 
Allah yolunda şehit olanların ‘ölü’ olduklarını düşünmek doğru değildir. Çünkü ölü, hayatı sona eren, duyuları yok olan, bu sebeple hiçbir şeyi algılayamayan kimse demektir. Oysa Allah yolunda öldürülenler böyle değildir. Onlar görünürde ölmüş olsalar bile Allah'ın kendilerine bahşettiği özel bir hayatla diridirler. Onların hissetme, lezzet ve zevk alma kabiliyetleri vardır; Allah katında onlara bol nimetler, geniş rızıklar sunulmakta ve mutlu bir hayat yaşamaktadırlar. Fakat dünyadaki insanlar bunu fark edemezler. Çünkü şehitlerin hayatları mâhiyet ve boyut bakımından dünyadakilerden farklıdır.
Umumiyetle müfessirler bu tür âyetleri ruhun ölümsüzlüğü inancıyla açıklamışlardır. Onlara göre ölüm hâdisesi, ruhun bedenden ayrılmasından ibârettir. Ölen ruh değil bedendir. Ölümden sonra iyilerin ruhları âhiretteki güzel makamlarını görerek onunla mutlu olurlar. Kötülerin ruhları da cehennemdeki yerlerini görerek bundan elem duyarlar. Şehitler sadece yüksek makamlarını görmekle kalmaz, Allah nezdinde dünyalılara verilenden daha güzel ve daha büyük nimetlere mazhar olurlar.
Şehitler Allah'ın kendilerine lütfettiği nimetler sebebiyle sevinip mutlu oldukları gibi, şehit olarak kendilerine katılmamış olan mücâhitlerin İslâm uğrundaki cihadlarının Allah katında zayi olmadığı için herhangi bir korku ve tasanın bulunmadığı müjdesini alarak sevinirler. Allah öldürülen şehitlerin ruhlarının dünyadaki sevdiklerinin sevinç veren hallerinden haberdar olduklarını söylemektedir.
171. âyet hem bir önceki âyeti pekiştirmekte hem de şehitlerin sadece arkada bıraktıkları müminler için korku ve tasa olmadığını öğrenmeleri sebebiyle değil aynı zamanda Allah'ın kendilerine vereceği nimeti ve müminlerin ecrini zayi etmeyeceği vaadi dolayısıyla da sevineceklerini ifade eder.
KUR’AN YOLU / TÜRKÇE MEAL VE TEFSİR: Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları. Ankara 2006