İslam Hukuku Ana bilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. FARUK BEŞER Hoca ile KURBAN VE HAC Hakkında Konuştuk.

Oğuz Çetinoğlu: Hocam, Kurban ve Hac günlerindeyiz. Sizinle bu iki konuyu, bilinen ve bilinmeyen taraflarıyla, doğru bilinen yanlışlarıyla konuşmak istiyorum. Hayvan kesilmesine karşı olanlar, kurban kesmek yerine bedelini ödemek suretiyle mükellefiyetin yerine getirilebileceğini iddia ediyorlar. Ne dersiniz?

Prof. Dr. Faruk Beşer: Kurban başka bir şeyle karşılanamaz.

Güya hayvan severlik yapıp kurban yerine değeri kadar para vermek, kurban yerine geçmez. Her ibâdet nasıl meşru kılınmışsa öyle yapılmalıdır.

Çetinoğlu: Kurban kesmeyi ‘hayvan katliamı’ olarak isimlendirenlere cevabınızı lütfeder misiniz?

Prof. Beşer: Kurbanı hayvan katliamı gibi görenler, sene boyunca kebabın alasını yiyebilenlerdir. O yedikleri kebaplar da yine bir hayvanın etidir. Hayvanları da Allah insanlar için yaratmıştır ve onları gerektiğinde boğazlayıp yemek hayatın kaçınılmaz bir kanunudur.

Çetinoğlu: İstanbul’da herkes görüyor: Sâhillerde ve Galata Köprüsü üzerinde balık avlayanların oltasına gelen balıklar, çırpınarak, can çekişerek ölüyor. Bu durum, kurban kesmeye; ‘hayvan katliamı’ diyenlerin nedense hiç ilgisini çekmiyor. 

Kestiği kurbanla övünenlerin durumu nedir? 

Prof. Beşer: Kurbanda övünme olmaz.

Kurban keserken filanca en büyüğünü kesti, bizim kurbanımız onlarınkinden küçük olmamalı, biz eşraftan bir aileyiz; bir hayvanı tek başımıza kesmeliyiz gibi duygular kurbanın gayesine terstir ve riya içerebilir. Riyanın günahı kurban kesme sevabından daha büyüktür. Kuralımıza göre bunlardan biri olmadan diğeri olmayacaksa, kurban kesmemek daha az günahtır.

Çetinoğlu: Kurbanın fiyatı sonradan belirlenebilir mi?

Prof. Beşer: Kurbanın fiyatı, kesildikten sonra belirlenmez.

Görüşlerine değer verdiğim bazı hocalarımızın caiz görmesine rağmen bendeniz kurbanın etinin kesilip tartılarak, mesela 20 liradan anlaşılıp, etin miktarının ve toplam fiyatın kesildikten sonra tespit edilmesi şeklinde bir anlaşmanın caiz olmadığı kanaatindeyim. Bu bizim fıkhımızın akit nazariyesine uymamaktadır. Öyle bir akit yapıyorsunuz ki, hayvanı kesmekle geri dönüşü kalmıyor, ama toplam fiyatın ne olduğunu da henüz bilmiyorsunuz. Çıkan et umulanın çok altında ya da çok üstünde olması halinde kişinin bundan cayma hakkı kalmıyor.

Eğer hayvan kesilmeden önce böyle bir anlaşma ile akit tamam oldu derseniz, toplam fiyat belli olmadığı için bu durum akdi fasit kılar. Akit toplam fiyat belli olduktan sonra gerçekleşmiş olur derseniz, o zaman da hayvanı alanın kesildikten sonra ve akit henüz oluşmadan önce bundan cayma hakkının olması gerekir. Bu da satana zarar oluşturur.

Bunu fıkıhtaki; bir yığın buğdayın gösterilip, kilesi beş liradan satılmasına benzetmek uygun olamaz, çünkü ölçme, boğazlama gibi geri dönüşü olmayan bir eylem değildir.

Bu da elbette bir kanaatten ibarettir.

Ancak kilo fiyatı şu kadar diyerek canlı iken tartılıp satılması caiz olmalıdır.

Çetinoğlu: Kurban eti satılabilir mi?

Prof. Beşer: Kurban eti satılmaz.

Kurban bir bakıma her şeyiyle Allah’a adanmış bir ibâdettir. Kurban kesen insanın kendi kurbanının hepsini ya da bir parçasını satması, Allah’a verdiğini geri alması gibidir. Ancak Mecelle’deki ‘Bir şeyde mülk edinme sebebinin değişmesi, o şeyin değişmesi yerine geçer’ (Madde 98) kuralı gereği, kurban eti alan kimse ya da kurum elindeki eti satıp bedelini alabilir.

Çetinoğlu: Kurbanda nisab meselesi hakkında okuyucularımızı bilgilendirir misiniz? 

Prof. Beşer: Bilindiği gibi zekâtta bir nisab, yâni zekât mükellefi olabilmek için bir zenginlik ölçüsü vardır. Bu ölçü kurban ve hac için de aynıdır. Ancak kurbanın nisabı iki açıdan zekâtın nisabından farklıdır: 1- Kurban için kişinin servetinin üzerinden bir yıl geçmiş olması gerekmez. 2-  Kurban için servetin zekâtta olduğu gibi servetinin artan/nâmi bir mal olması da gerekmez. Dün zengin olmuş olsa bu gün kurban kesmelidir.

Çetinoğlu: Eve ve araba için kurban kesilir mi?

Prof. Beşer: Kesilmez. İbâdetlerde ölçü; ‘Allah Rasulü’nün öğrettiğine hiçbir şey eklememe ve ondan hiçbir şey çıkarmamadır. Ekleme veya çıkarma bidattir ve bütün bidatler cehenneme götürür.’ Yeni yapılan bir eve, alınan bir arabaya, veya büyük sanılan bir zatın gelişine kurban kesmek hiçbir mezhepte caiz olmadığı gibi, pek çok fakihe göre şirktir.

Çetinoğlu: Bu çok mühim bilgiyi çok kişi bilmiyor. Teşekkür ederim. Kurbanlık hayvanda bulunması gereken özellikler hakkındaki tereddütleri de giderelim. Bir hayvanın kurbanlık olmasına engel teşkil eden hususlar nelerdir?

Prof. Beşer: Allah Rasulü, yaşı dışında kurbana engel durumların dört olduğunu söyler: 1- Ayaklarından biri kırık olup ve kurban yerine yürüyemeyen. 2- İki gözü olmayan. 3- Bir gözü olmayan, 4-İliği kalmamış derecede zayıf olan.

Çetinoğlu: Boynuzu kırık olan…

Prof. Beşer: Boynuzunun kırık olması kurbana mâni değildir, ancak hayvanın değerini düşüren bir boynuzsuzluk kurbanı mekruh kılar.

Çetinoğlu: Allah razı olsun Hocam. Hac farizası ile alakalı umumî bir değerlendirmenizle hac bahsine geçebilir miyiz? 

Prof. Beşer: Hac İslam'ın beş temel direğinden biridir ve Müslüman bir mükellefe haccın farz olması oraya gidebilmenin yolunu ve imkânını bulmasına bağlıdır. Yâni zengin olması şart değildir. 

Hac, kastetme, yönelme demektir. Ama dünyada kastedilecek en önemli şey Kâbe'yi ziyaret etmek olduğu içindir ki, hac orayı kastetmenin özel adı olmuştur.

Çoğu insan işin şekil şartlarına olması gerekenden fazla sarılıp, haccın asıl mânevî boyutunu ihmal ediyor. Olmazsa olmaz şekil şartlarına riayet önemlidir ama asıl hac, dünyaya ait zaman ve mekândan çıkıp, öbür âlemin zamanını ve mekânını yaşama provasıdır. Haccın zamanın öbür âleme geçiş anı olduğu içindir ki, hacdaki bütün yorgunluklara rağmen kişi her seferinde yine oraya gidebilmenin özlemini yaşar. Elbette bunu prova olmaktan çıkarıp hakikate dönüştürebilecek maneviyata sahip pek çok hacı adayı ve görevlisi de vardır.

Çetinoğlu. Ana mesele itibâriyle hac nedir?

Prof. Beşer: Hac aynı zamanda bir ahlak eğitimidir. Pintilik yapmamanın, cömert olmanın öneminin kat kat daha arttığı yerlerden birisi hac yolculuğudur. Bu sebeple eğer imkânı varsa hac yolcusunun harçlığını bol alması, muhtaçlara, yol arkadaşlarına hep ikramda bulunması ama israf sayılan harcamalardan kaçınması gerekir. Hayırda israf olmaz, israfta da hayır olmaz. İsraf yapmadıktan sonra hac yolundaki harcamalarından ferahlık duyması, içinin daralmaması gerekir.

Yolculuklar ve özellikle de hac yolculuğu ahlaklı olabilmek için insanın nefsiyle ve şeytanı ile kıyasıya mücâdele etmesi gereken zamanlardır. Güzel ahlak başkasına eziyet vermemek değil, arkadaşlarından ve komşularından gelecek eziyetlere tahammül edebilmektir. Yolculuk anlamındaki 'sefer' kelimesinin sözlük anlamı; ‘açma ortaya koyma’ demektir. Bizim açık saçıklık dediğimiz şeye Araplar bu kökten olarak ‘süfûr’ derler. Yolculuğa sefer denmesinin sebebi yol arkadaşının ahlakını, tıynetini açıp göstermesidir. Gidenler bilirler, özellikle hac ve umre yolculuklarında sanki insanın arkadaşlarına sataşması için özel şeytanlar görevlendirilir. Belki bu sebeple Allah (cc) ‘Hacda çirkin sözler söyleme, sövüp sayma ve tartışma olmaz’ buyurmuştur. Aslında bunlar hac dışında da olmaması gereken şeylerdir, ama özellikle hac için zikredilmesi anlamlıdır.

Çetinoğlu: Hac farizasının hikmetleri hakkında neler söylemek istersiniz?

Prof. Beşer: Öncelikle her işin başı, sağlam bir niyettir. Bu sebeple hacca niçin gidiyorum sorusunun cevabı önemlidir. Allah bunu benden istiyor, onun emrini yerine getirmek, O'nun şiarı olan Kâbe'yi ziyaret etmek, böylece Allah ile olan ahdimi yenilemek, günahlarımdan arınmak ve artık o günahları işlememek üzere karar vermek için gidiyorum. Allah'ın elçisini de ziyâret edip selam vermek, O’nu görmüş gibi hissetmek, sünnetine artık bağlı kalacağıma söz vermek, bütün dünya Müslümanları ile farklı ırklardan kardeşlerimle kucaklaşmak için gidiyorum… Eğer içimizde bu ve buna benzer duygular galipse haccın niyeti sağlam demektir. ‘Ameller niyetlere göre değer kazanır.’ Aynı işi yapan bir mümin sadece hac farzını üzerinden düşürmekle kalırken, bir başkası sırf bu sağlam niyeti sebebiyle bunun yanında dünyalar kadar sevap kazanabilir. Kul hakkı hâriç, bütün günahlarını sildirmeyi başarır. Âdeta kilometreyi sıfırlar, hayatında tertemiz yeni bir sayfa açar.

İkinci önemli husus, hacca helal imkânlarla gitmektir. Allah'a isyan anlamına gelen haramla, Allah'a ibâdet ve itaat olmaz. Bunun için en iyi hac parası borç alınan paradır derler. Çünkü haram olmadığında şüphe olmayan tek para, vermek niyetiyle alınan borçtur. Onu öderken belki haramla ödemiş olabilirsiniz, ama borç olarak aldığınız paranın helal olduğu kesindir.

Çetinoğlu: Hac esnasında zorluk çıkaran görevlilere bir şeyler verilmesi mâkul karşılanabilir mi?

Prof. Beşer: Gazali kendi zamanı için diyor ki, makbul ve mebrur bir hac için önemli olan hususlardan biri de kapılarda, gümrüklerde, vizelerde rüşvet almadan işlem yapmayan memurlara asla boyun eğmemek ve onlara metelik vermemektir. Çünkü onların bu yaptıkları zulümdür, haksızlıktır. Onlara para vermek zulme ortak olmaktır. Böyle olmaktansa nafile olan hacca gitmemek daha evladır. Sanıyorum bu durum şu anda Türkiye için, hamdolsun, hemen hemen hiç geçerli değildir.

Çetinoğlu: Hac esnasında namazla ilgili hüküm nedir? 

Prof. Beşer: Meşhur Aliyyulkârî'nin hac ahkâmı ile ilgili kitabında şöyle bir görüş var: ‘Hac yolculuğunda en az bir vakit namazı vaktinde kılamayacağını kesin bilen birisinin hacca gitmesi uygun olmaz.’ Belki bu da nafile hac için söylenmiş olabilir, hatırlamıyorum, ama namazın önemini anlatması bakımından önemli bir görüştür.

Çetinoğlu: Hac ile lüks ve konfor kavramları bağdaşır mı?

Prof. Beşer: Hacda keyif ve konfor aramak hoş değildir. Resulüllah'ın ifâdeleriyle 'Hacı üstü başı dağınık, toz toprak içinde olan adamdır.’ Elbette böyle olayım diye toprağa yatılmaz. Bunun anlamı, hacının keyif yapmaya zaman bulamamasıdır. Bu açıdan beş yıldızlı otellerde, Zemzem Tower'da hac yapmak ruhu çıkarılmış bir hac olsa gerektir. İnsan zengin olabilir ama orası ihramıyla dahi imaj arama yeri değil, tevâzu eğitimi yeridir, âciz bir kul olduğunu gösterme yeridir.

Haccın farklı ibadetlerinin her birine ve bunların yapıldığı yerlere mensek (çoğulu: manasik) denir. Bu kelimenin kök anlamındaki ağırlıklı mânâ ibâdettir ama aslında temizleyip arındırma anlamı da vardır. Bu sebeple hacı adayının haccın her farklı mekânında/manasikinde orayla ilgili mânâları düşünüp anlamaya çalışması, böylece onu dünyaya bağlayan duygulardan arınması beklenir.

Mesela Arafat, marifetten, bilgiden gelir, Allah'ı hakkıyla tanımayı temsil eder. Meş'ar-ı haram, Allah'a isyan anlamına gelebilecek şeylerin bilincinde olmayı ifâde eder, şuur kelimesinden gelir. Şeytan taşlama, orada hazırolda bulunan bir varlığı taşlama demek değildir, insanın kendisini azdırıp saptıran her duygusunu, yâni herkesin kendi şeytanını taşlamayı ve ondan kurtulmayı anlatır. Kurban, kişiyi Allah'tan uzaklaştıran her sevgiliyi O'nun uğrunda fedâ edip O'na yaklaşmanın adıdır. Tıpkı İbrahim'in İsmail'ini kurban etmek istemesi gibi, herkesin kendi İsmail'ini fedâ edebilmesi demektir. Mina, ümniyye ve arzu anlamındadır. Hac menasikini hakkıyla yapan birisinin artık umduklarına nail olabilmeyi umabileceğine işâret eder. Orada artık ihrama girmekle birlikte başlayan telbiyenin kesilmesi de bundan olmalıdır. Hacı o ana kadar Allah'ın emrine amade olup geldiğini ilan edilirken, sanki o andan itibâren artık bunun karşılığını beklediğini anlatır.

Kâbe Allah'ın birliğini ve sonsuzluğunu temsil eder. Tavaf eden ona bakarken cennette Allah'ı görmeyi umut ederek bakar. Günahları sebebiyle O'nun cemalini görememekten korkar ve kendini toparlar. Yedinci kat gökte, Kâbe'nin tam hizasındaki Beytülmamur etrafında tavaf eden melekler topluluğunu düşünür, onların derecesine yükselmenin umudunu yaşar.

Hacerulesved'i selamlama ceya öpme kulun Allah'la musafaha ediyormuş gibi O'na olan ahdini yenilemesidir. Çünkü Abdullah bin Abbas'ın benzetmesiyle Hacerulesved sanki Allah'ın yeryüzündeki sağ elidir. Bu söz hadis olarak rivayet edilir ama Resulüllah'a ait değildir. Ama kul bunu yaparken Allah'ı yaratılmışlara benzetme hatâsına da düşmemeye çalışır, Hz. Ömer'in sözünü hatırlar: ‘Ey Hacerulesved, ben senin insanlara ne faydası ne zararı olan bir taş olduğunu biliyorum. Bu sebeple Resulüllah seni öpmüş olmasaydı ben de öpmezdim. Ama O’nun sünnetine uyarak ben de öpüyorum.’

Ve nihayet Medine-i Münevvere'yi, Nurlu şehri ve Resulüllah'ın mübârek kabirlerini ziyâret ederek Allah'ın bütün bu güzellikleri bize öğrettirdiği elçisine vefa borcunu ödemiş olmayı düşünür. O’nun yolunda olduğu, bu yoldan ayrılmamayı, arkadaşlarının O’nu canları ve malları pahasına korudukları gibi, O’nun sünnetini koruyacağı bilincini tazeler, bunun sözünü vermiş olur. Allah'ın şu vaadini hatırlar: ‘Eğer onlar kendilerine zulmettiklerinde sana gelselerdi de Allah'tan mağfiret isteselerdi, Peygamber de onlar için mağfiret isteseydi, kesin Allah'ı Tevvâb/tövbeleri çokça kabul eden, Rahîm/çok merhametli bulurlardı.’ (Nisa 4/64). Kabri şerifi bu ümitle ziyaret eder ve artık kalan hayatında istikametten ayrılmamaya çalışır.


Prof. Dr. FARUK BEŞER:

22 Nisan 1952 tarihinde Trabzon’da doğdu. İlkokulu Trabzon´da, Ortaokulu İzmit İmam Hatip Okulunda, Liseyi de       Yozgat İmam Hatip Lisesinde okudu. Buradan 1972 yılında mezun oldu. 

Atatürk Üniversitesi İslamî İlimler Fakültesi’ni 1978 yılında bitirdi. Mezun olduğu Fakültede İslam Hukuku dalında ‘İslam’da Sosyal Güvenlik’ başlıklı teziyle 1985 yılında ‘doktor’ unvanı aldı. 

Bu arada Diyanet İşleri Başkanlığı’na bağlı olarak 8 yıl muhtelif görevler yaptı. Ardından İSAV İlmî sekreterliğinde bulundu. 1986-1993 yılları arasında özel bir ilmî araştırmalar merkezinde 6 yıl kurucu müdür olarak çalıştı.

Malezya International Islamic University’e öğretim üyesi olarak gitti ve orada 1993-1994 yıllarında iki sömestr Mukayeseli İslam Hukuku ve İslam Milletler Hukuku dersleri okuttu.

Döndükten sonra Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ne öğretim üyesi olarak intisap etti. 12.10.1994 tarihinde İslam Hukuku Anabilim Dalından doçent, 2000 Yılında da Profesör oldu.

Aynı fakültede iki yıl dekan yardımcılığı yaptı. University of Pittsburgh´un dâveti ile Visiting Professor olarak 1999 yılında ABD´ne gitti ve adı geçen üniversitede altı ay araştırmalarda bulundu.

Sakarya Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde İslam Hukuku Anabilim Dalı Başkanı ve öğretim üyesi olarak çalışmakta iken, 2012 yılında Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ne geçti. Halen burada öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır.

Prof. Dr. Faruk Beşer, evli ve dört çocuk babasıdır.