YAŞAMAYI BİLME -GÖRGÜ- SANATI

Eskiler ‘Âdab-ı Muaşeret Kaideleri diyorlardı. Günümüzde ‘Görgü Kuralları’ olarak anılıyor.  İsmi ne olursa olsun bu kavram, bir arada yaşayan toplum fertlerinin daha rahat, daha huzurlu ve zevkli yaşamalarını sağlamak maksadına yöneliktir. 

Görgü kuralları; kanunla sağlanan düzenlemeler dışındaki insan ilişkilerini belirleyen; örf, âdet ve gelenekler ile dinî inanışlara, millî olan kültüre ve beynelmilel olan medeniyete dayalı davranış normlarıdır. 

Görgü kurallarına uymayanlar, resmî makamlar tarafından yargılanmaz ve cezalandırılmaz. Kurallara uymayanlar, yalnızca toplumun diğer fertleri tarafından kınanır, ayıplanır, uyarılır. Görgü kurallarına uymamayı alışkanlık hâline getirenler dışlanır. Kurallara uymayanları medenî ölçüler içerisinde ve lisan-ı münâsiple uyarmak,  tepki göstermek, toplumun her ferdinin vazifesi olmalı.  Aksi takdirde, kural dışı hareketler yaygınlaşır ve toplumdaki huzursuzluk artar, insanî ilişkiler zedelenir. Fertler arasında dayanışma ve yardımlaşma azalır. Bu olumsuzluklar, devletin gücünü de törpüler. Devlet güç kaybedince bağımsızlık tehlikeye girer. 

Batıda görgü kuralları ile ilgili ilk düzenlemeler on altıncı yüzyılda başlatılmış. İtalyan Yazar Baldasare Castiglione,  Nezâket Kitabı isimli çalışmasını 1528 yılında yayınlamış. İngilizler Brummel ve Amerikalılar Eleonar Life ile konuya 9 ve 12 yıl sonra girebilmişler. 

Kur’an-ı Kerim’in ve Hadis-i Şerif’lerin dünya hayatı ile ilgili bölümleri, biz Müslümanların uymak mecburiyetinde olduğumuz görgü kurallarının temelini oluşturur. O kuralları titizlikle uygulayan ilk insan da şüphesiz Hazret-i Muhammed (sav) Efendimiz olmuştur. 

Batılılar daha selâm vermeyi bilmezlerken,  Müslümanlar bir araya geldiklerinde kimin daha önce selâm vereceği konusunda bilgi sâhibi idiler.  İslâmiyet’te; insanın ve insanlığın hayrına olmayan hiçbir emir ve yasak yoktur. İslâm’da her ne varsa, insan içindir, insanın menfaatinedir. O halde dinî hükümler arasında yer alan görgü kurallarına uymak, geniş anlamda ibâdettir.  

İslâmiyet’in koyduğu görgü kurallarından batılılar hâlâ haberdar değildirler. Meselâ: Gıybet… Avrupalının ayıp bile saymadığı bu hareket, inancımızda kesinlikle yasaklanmıştır. 

Temelinde İslâm bulunan kültürümüzde görgü kuralları, imbikten geçerek saf bir nezâkete, inceliğe,  alçak gönüllüğe, samimiyete ve insanlığa dönüşen hareketlerle zenginleşmiştir. 

Bütün bu hakikatleri bilen Belma Aksun Hanımefendi, bilgilerini Yaşamayı Bilme -Görgü- Sanatı isimli estetik, şık ve zarif eseri ile okuyucuya sunuyor. 14 X 21,5 santim ölçülerinde, plastik kapak içerisinde 320 sayfa hacimli kitap, mevzu ile alakalı karikatürümsü resimlerle zenginleştirilmiş olarak Temmuz 2018’de kitapçı vitrinlerindeki yerini aldı. 

Eserde, günlük hayatımızın her safhasında ve her mekânda riâyet edilmesi gereken kaideler, ders veya öğüt verir gibi değil, kişiler arasında geçen hâdiseler anlatılarak, öğretmen edâsıyla değil, dostça sohbet tarzında hâfızalara nakşediliyor. 

Tebessüm ettiren, düşündüren kısa hikâyeler; şanlı geçmişimizi hatırlatıp gururlandıran; nezâkete ve zarâfete imrendiren satırlarda; dâvete katılmanın, iştirak edilen bir toplantıdan ayrılmanın usulleri, hemen herkesin kullandığı kartvizitin özellikleri ve nasıl nerelerde kullanılabileceği, telefonda konuşma adâbı, selamlaşma, el sıkışma, fıkra anlatma, espri yakıştırma, sofra adâbı, sigara, giyim kuşam hakkında bilgiler veriliyor. Denilebilir ki hayatın hiçbir safhası, insanoğlunun bulunabileceği hiçbir mekân ihmal edilmemiş. 

Çok az kişi, hangi renkle hangi rengin uyum içerisinde bir arada kullanılabileceğini düşünmüştür. Bilenlerin sayısı da fazla değildir. Aksun Hanımefendi, bu konuda da yardımcı oluyor. Mücevher kullanımı, imkân meselesi olduğu kadar; zevk, incelik ve kültür meselesidir de... Belma Hanım’ın konu ile alakalı engin bilgisi, kitabının sayfalarında emrinizdedir.  

Yürüyen merdivenlerin, hayatımızın her safhasına girmesinin üzerinden on yıllar geçti, Yürüyen merdivenlerde bekleyenlerin sağda durulması gerektiği sözlü ve yazılı olarak hatırlatılmasına rağmen, bâzı kişiler tarafından hâlâ dikkate alınmıyor. ‘Yaa’sız konuşamayanlar,  teşekkür etmesini bilmeyenler; söze başlarken, izin isterken, kazara çarptığında… ‘Pardon’dan başka kelime kullanamayanlar, umumî taşıma araçlarında kocaman spor papuclarının tabanını yanındakine gösterecek şekilde oturmayı kendine güven duygusunun gereği olduğunu zannedenler, bardak tutan elin serçe parmağının kalkık olmasını kibarlık olarak düşünenler… ve daha niceleri… Her türlü görgüsüzlüklerin bolca sergilendiği kalabalıkların içerisinde yaşıyoruz. 

Bunları görüp rahatsız olanlar var. Kim hangisini düzeltebilecek. Üstelik bir veya iki dakika sonra ayılacağımız ortamda yan yana olduğumuz insanı uyarmak, daha tatsız olaylara sebebiyet verebilir. Böyle bir uyarının fayda sağlayacağı da şüphelidir. 

O halde?

İnsanlar görgü kuralları ile alakalı kitapları okumak suretiyle kendi kendilerini düzeltebilirler. Görgü kurallarıyla alakalı kitaplar, Millî Eğitim ve Kültür bakanlıkları tarafından okullara ücretsiz olarak verilebilir.  

En iyisi, herkes birkaç adet görgü kuralı kitabı almalı, birini başucu-el kitabı olarak kendisine ayırıp okumalı ve uygulamalı, diğerlerini dostlarına hediye etmeli. 

Görgü kurallarını ihlal edenlerin sayısının artması, şimdilik rahatımızı kaçırıyor. Daha sonra huzurumuzu bozar hâle gelecek. 

Hepimizin, Belma Aksun Hanımefendi’ye şükran; O’nun eserini okuyup uygulayanlara teşekkür borcumuz var. 

ÖTÜKEN NEŞRİYAT A. Ş. 

İstiklal Caddesi, Ankara Han Nu: 63/3 Beyoğlu 34433 İstanbul Telefon: 0.212- 251 03 50 

Belgegeçer: 0.212-251 00 12 e-Posta: [email protected]  www.otuken.com.tr  

BELMA AKSUN: 

1938 yılında Konya'da doğdu. Konya Kız Öğretmen Okulu'nu bitirdi. Gazeteciliğe Tercüman Gazetesi’nde başladı. Yaklaşık yirmi yıl boyunca yazılı basında ilk defa kesintisiz olarak her gün yayınlanan kadın köşesi olan ‘A'dan Z'ye Kadın ve Ev’ köşesini hazırladı. Bunun yanı sıra araştırma yazıları yazdı. ‘Dünya Kadınları’, ‘Kadınlarımız’, Sovyetler Birliğinin çökmekte olduğunu dünyaya ilk defa haber veren Helene Carrerre d’Encausse'un ‘Çatırdayan İmparatorluk’ adlı eserini tercüme etti ve Tercüman Gazetesi’nde tefrika edildi. Basında yankı uyandıran ‘Uzak Komşumuz Suriye’ ve ‘Selam Para Kelam Para, Merhaba Amerika’ röportajlarını kaleme aldı. ‘Tercüman Kadın Ansiklopedisi’, ‘Tercüman Görgü Ansiklopedisi’, ‘Tercüman- Alltıntabak Büyük Yemek Ansiklopedisi’nin genel koordinatörlüğünü yaptı.

Yirmi yılı aşkın süre Tercüman Gazetesi’nde çalışmış, Sürekli basın kartı sâhibi bir gazetecidir. İngilizce, İtalyanca ve Fransızca başta olmak üzere üç yabancı dil bilen yazarın telif ve tercüme eserleri bulunmaktadır.

Telif eserleri:

1-Yaşama Sanatı Görgü, 2-Sağlıklı Beslenme ve Diyet / Sağlığınız Çatalınızın Ucunda, 3-Keşke (Hikâyeler), 4-Bir Millet Mistiği: Ziya Nur Aksun, 5-Yaşlılığa Methiye, 6-Sadece Yaprak Döktük. 

Tercümeleri:

1-William Peter Blatty’den: Lejyon,  2- Seymour M. Hersh’ten: Samson’un Tercihi: İsrail, Amerika ve Bomba, 3-Muhammed Salah Mzali’den: Tunuslu Hayrettin Paşa’nın Hatıraları, 4-Erik Frank’tan …Ve Sonra Hiç Kalmadı, 5-Robert Sheckley’den: Mevki Uygarlığı, 6-Daniel Defoe’den: Robinson Crusoe,  7-Panait Istrati’den: Akdeniz, 8-Daniel Defoe’den: Robinson Crusoe’un Yeni Maceraları, 9- Panait Istrati’den: Nerrantsula.

KUŞBAKIŞI:

OSMANLI’NIN KAYIP ATLASI:

Târih meraklılarının ekseriyeti, târihçilerin de bir kısmının, yanlış bir niteleme ile ‘İmparatorluk’ olarak andıkları Osmanlı Cihan Devleti, dünya târihinin en büyük siyâsî ve medenî kuruluşlarından biridir. Ötüken’den Mâverâü’n-Nehr’e, Oradan 1071’de Anadolu’ya; Kayı Alp, Sarkuk Alp, Gök Alp, Kaya Alp, Gündüz Alp ve Ertuğrul Gazi önderliğinde devam eden bu uzun ve yıllar süren yolculuğun sebepleri tam olarak bilinemiyor. Kafile, Ahlat’ta kök salmışken, 2 asırdan fazla bir zaman diliminden sonra, onları daha batıya yönlendiren sebebin, Cengiz Han Moğolları olduğu tahmin ediliyor. 

Cenâb-ı Allah’ın sual edilemeyecek hikmetidir: bulundukları yerde kalsalardı, belki de kuvvetli istilacılar karşısında direnemeyecekler, eriyip yok olabileceklerdi. Selçuklu Sultanı’nın talebi üzerine göç edip, kuş uçuşu 900 kilometre uzaklıkta bulunan, Kütahya-Bursa-Bilecik illeri sınırlarının kesiştiği 1000 kilometrekare genişliğindeki araziye yerleştiler. Çevredeki halkın bir kısmıyla dostâne ilişkiler kurdular, bir kısmıyla savaştılar. Bizanslılardan fethettikleri Söğüt kasabasında, cihan devletinin temelini, bismillahlarla ve ‘Osmanlı Beyliği’ adı ile attılar. 1308 yılında Selçuklular târih sahnesinden çekilmek mecburiyetinde kalınca, Anadolu’nun makus tâlihini değiştirme görevini Osmanlı Beyliği üstlendi.  

1329 yılında İznik’in fethi, Cihan Devleti’nin müjdecisi idi. 124 yıl sonra 29 Mayıs 1453’te İstanbul fethi ile Osmanlı Cihan Devleti, târih sahnesindeki yerini almıştı. 1595 yılına gelindiğinde 19.000.000 kilometrekarelik alana hükmediyordu. 159.000.000 kilometrekare olan dünyanın 8‘de biri fiilen, bir o kadarı da dolaylı olarak Osmanlı yönetiminde idi. 

1699 yılında imzalanan Karlofça Antlaşması ile toprak kayıpları başladı. 

Târihçi Mustafa Armağan, ‘Osmanlı’nın Kayıp Atlası isimli eserinde, kaybettiğimiz büyük haritayı anlatıyor. Bu harita, üç kıtaya yayılmış, üç semâvî dinin, onlarca inanç kültürünün mensubu olan tahminen 15.000.000 insanı, 6 asır boyunca huzur içinde yaşatmış bir cihan devletinin hazin akıbetinin neticesidir. 

Hıristiyan batı, Osmanlı özlemi ile yaşayan üç kıtadaki evlâd-ı fâtihan torunlarının arzularını sezinlediği için yeni senaryolar hazırlamış, tatbike koymak için fırsat kollamaktadır. 

Asıl eğitimi ve mesleği, târih ilmi dışında olmakla birlikte kuvvetli bir târih şuuruna sâhip hukukçu Ziya Nur Aksun (1930-2010); 

Osmanlının yıkılış sebepleri değil, O’nu 600 küsur sene ayakta tutan sebepler araştırılmalı ve ortaya konulmalı.’ Diyor. Teşhisini de şöyle açıklıyor:  

Batılı Hıristiyanların sopayla, yağma ile çapulla girdikleri yerlere biz medeniyet götürmüşüz! Sırplar, Bulgarlar, Arnavutlar hâlâ; ‘Siz gittiniz, huzurumuz gitti!’ diyorlar. Aslında bu, muhteşem devletin madde planında yok edildiği halde, kafa ve kalplerde hâlâ yaşadığının bir ispatıdır. Hâlâ sökülüp atılamamıştır; ortada olan bir vâkıa bu…’

Hıristiyan Batı, bu vakıanın korkusunu yaşıyor. Yeni senaryo hazırlanışının sebebi budur.

Mustafa Armağan’ın eserinde,  merhum Ziya Nur Aksun’un târih şuurundan izler bulmak mümkün.  

13,5 X 21 santim ölçülerinde, karton kapaklı 328 sayfalık eser, Temmuz 2018’da yayınlandı. 

KETEBE YAYINLARI:

Maltepe Mahallesi, Fetih Caddesi Nu: 6/2 Topkapı, İstanbul. Telefon: 0.212-612 29 30 e-posta: [email protected]  //  www.ketebe.com  

YESEVÎ DOSTLARI 5:

Hoca Ahmed Yesevî (1093-1166) Türkistan’da İslâmiyet’i tanıtmak maksadıyla ilk Türk tarîkatini kuran ve ‘Pîr-i Türkistan / Hazret-i Türkistan’ olarak anılan bir Türk büyüğüdür. İslâmiyet’i sâdece kendi çevresinde ders halkası oluşturanlara anlatmakta iktifa etmemiş, yetiştirdiği alp erenleri, gazi dervişleri, fetih ordularında görevlendirmiş, Türkistan’da, Anadolu’da ve Rumeli’de İslâmiyet’in tanınıp gelişmesi için çalışmıştır. Aynı zamanda insanların inançları ile birlikte ahlâk anlayışlarını da yüceltmek maksadıyla sâde bir Türkçe ve Türk’e has hece vezniyle dörtlükler yazarak ‘Hikmet’ adı verilen şiirlerle hizmetlerini devam ettirmiştir. 

O, Türk Milletini diliyle ve diniyle tanıştıran ve barıştırandır. Çünkü Türk boyları ve obaları Farsça ve Arapça bilmedikleri için onlara kendi diliyle yâni Türkçe olarak seslenmiştir. 

Kadim Türk toplumu İslâm'la tanışınca birçok yeni değerlerle karşılaşmış ve sosyal hayat tarzı için gerekli olan öğretiyi Hoca Ahmed Yesevî’de bulmuştur.  

Hoca Ahmed Yesevî, Türk boy ve oymaklarına ‘şunu şöyle, bunu böyle yapın’ demek yerine yapılması gerekenleri kendi davranışlarıyla anlatmıştır.

Böylece Türk toplumunun yeni benimsediği inanç ve düşüncelerin özde değişimin de öncüsü olmuştur.

Hoca Ahmed Yesevî geçmişini inkâr etmeden ilmî ve millî değerleri aklın süzgecinden geçirerek Hikmetlerini Kur'ân-ı Kerîm, sahih hadisler ve halkın kültürüyle bütünleştirmeye çalışmıştır.  

O’nun felsefesini günümüz insanlarına anlatmak maksadıyla Hoca Ahmed Yesevî  Vakfı, 1993 yılında Erdoğan Aslıyüce (1946- ….) tarafından kuruldu. 1994 yılında, ‘Aylık Sevgi Dergisi Yesevî’ Dergisi’ni yayınlamaya başladı.  Dergi, kesintisiz olarak Ağustos 2018’de 296. sayıya ulaştı. 

Aslıyüce, ‘Yesevi Dostları Kahvaltılı Pazar Toplantıları’nı 20 Aralık 2009 târihinde başlattı. Hiç aksamadan 15 günde bir yapılan toplantıların 188’incisi 12 Ağustos 2018 târihinde idi. 

Bu toplantılardaki konuşmaların genişçe bir özeti, kitap hâlinde yayınlanıyor. İlk kitap 2015 yılında, 5. Kitap, Temmuz 2018’de Yesevî Dostlarına sunuldu. 

YESEVÎ YAYINCILIK: 

Küçük Ayasofya Mahallesi, Küçük Ayasofya Caddesi, Hüseyin Ağa Medresesi Nu: 13. Sultanahmet, Fatih, İstanbul. Telefon: 0.212-63850 12, Belgegeçer: 0.212-63835 47 e-posta: [email protected]  

REHBER'E REHBERLİK: 

Osmanlı târih kaynakları ile alâkalı arşiv ve kütüphane malzemesine dayalı yayınların sayısında artış olduğu görülüyor. Ancak her yayının ilmî değerinin tartışmasız olduğu söylenemez. Maksadın doğru olarak ortaya konulmadığı, ilmî usul hatâlarının bolca görüldüğü makale ve kitap şeklindeki yayınlar hiç de az değildir.

İlmî standartları düşük seviyede eserlerin ortaya çıkmasının en temel sebeplerinden biri tenkit edici düşünceye yeterince yer verilmemesidir. Bütün ilimler özellikle târih ilmi tenkitsiz düşünülemez. İlmî gelenek temelinde yapılacak ölçülü ve yol gösterici tenkitler son derece faydalıdır.

Târih ilminde tenkit düşüncesine işlerlik kazandırılması daha kaliteli ürün elde etmek için yapılan aşı gibidir. Vasıflı neşriyat için bu aşıya ihtiyaç vardır.

Prof. Dr. Necdet Öztürk’ün ‘Rehber'e Rehberlik’ isimli 13,5 X 21 santim ölçülerinde 189 sayfalık kitabında Prof. Dr. Erhan Afyoncu’nun ‘Tanzimat Öncesi Osmanlı Târihi Araştırma Rehberi’ adlı eser tenkit konusu yapılmıştır.

Necdet Öztürk’ün ifâdesine göre ‘Rehber'e Rehberlik’ isimli eserde, ‘el kitabı’, ‘başvuru eseri’ ve ‘araştırma rehberi’nin nasıl olması gerektiğini ortaya konuluyor. (Tanıtım bülteninden)

BİLGEOĞUZ YAYINLARI: 

Alemdar Mahallesi Molla Fenarî Sokağı Nu: 35/B Cağaloğlu, İstanbul. Telefon: 0.212-527 33 65 

Belgegeçer: 0.212-527 33 64  e-posta: [email protected]  www.bilgeoguz.com.tr 

KISA KISA / KISA KISA…

1- BAŞ YASTIKTA GÖZ YOLDA / Sivas Türküleri: Selahattin Beki. Kitabevi Yayınları / Mehmet Varış. 

2- HAKAS DESTANLARI: Han ORBA, Erhan Aktaş:  Türk Dil Kurumu Yayınları. 

3- KUR’AN-I KERİM MUCİZESİ: Mâlik bin Nebi. Boğaziçi Yayınları: 

4- MALTA ESİRLERİ: Hazırlayan Cemil Çiftçi. Kitabevi Yayınları / Mehmet Varış. 

5- ERKEN MODERN AVRUPA’DA KÜLTÜREL ÇEVİRİ: Peter Burke, R. Rochia. Çeviren: Ferit B. Aydar. Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları. 

DERKENAR:

FRANSIZCALAŞTIRILANLAN TÜRKÇEMİZ

Yrd. Doç. Dr. Ş. ALPARSLAN YASA

Türkçede, bir asra yaklaşan bir zamândır, yeni mefhûmlar için kelime türetmekten ziyâde, bir takım ideolojik sâiklerle, asırlardır târîhî Türkçenin malı olmuş İslâm Medeniyeti kaynaklı kelimeleri dilden tasfiye gayreti içinde, mütemâdiyen ve planlı bir şekilde onların yerine yeni kelimeler ortaya atılmakta ve bunlar resmî dayatmalarla yaygınlaştırılmaktadır. Üstelik bunların büyük bir kısmı Uydurma kelimelerdir. Çünkü türetme veyâ teşkîl kaidelerine aykırıdırlar. Hattâ -sAl, -mAn, -Ay, -v gibi Fransızcadan devşirme eklerle ve Fransızcaya benzeterek uydurulmaktadırlar. Dahası, Fransızca, dış-, eş-, iç-, ön-, öz-, tek-, yad- gibi bir takım ön ekler ihdâsıyle dahi taklîd edilmektedir. Bu Uydurmalarla berâber, ayrıca, menşei 19. asır ortalarına kadar çıkan “Güneş-Dil Sahte-Teorisi" (daha doğrusu stratejisi) ile, Türkçenin kapıları ardına kadar Fransızca kelimelere açıldığı, bunlar -“Öztürkçe” oldukları iddiâsıyle- “okul” kitaplarına konulduğu, hattâ cümle kuruluşu dahi -devrik cümlelerle- Fransızcaya benzetilmeye çalışıldığı için, Türkçe, yapısı, zevki ve kelime hazînesi îtibâriyle büyük ölçüde Fransızcalaşma sürecine sokulmuş, -1960 Balyoz Darbesinin ardından- bu Fransızcalaşmış, istikrârsızlaşmış, köksüzleşmiş, nesepsizleşmiş "Türkçe"ye, “Öztürkçe" adı altında, resmî dil statüsü kazandırılmıştır. O târîhten beri, “Türkçe” fetret devrini yaşamaktadır.

Türkçenin Istılahı Meslesi, Kurtuba Yayınları, Ankara 2013