Avrupalılar arasında nezaket, iç yüzü örten bir perdeden ibaretti. Yani görünüşteydi, içten değildi. Eski Türkiye’de ise son derece samimiyetle yapılagelen bir alışkanlıktı. Toplumdaki terbiye ve nezaket gözle görülen, genel bir manzara derecesine yükselmişti.

     Eski Türkiye’de terbiye ve nezaket bakımından sınıf farkı yoktu. Halk terbiyesiyle aristokrat yani soylu grupların daha doğrusu yüksek tabakanın terbiyesi aynı şeydi. (a.g.e., s. 39 - 40)

     (Çünkü bir şehzade de, bir Anadolu köyündeki sıradan bir çocuk da -eğer okuyacaksa- aynı temel bilgiler verilerek yetiştiriliyordu.)

     İşte bundan dolayı İstanbul’a gelen Batı araştırıcıları kayıkçıların terbiye ve nezaketine bile hayran olmuşlardır. (a.g.e., s. 39 - 40)

     (Ben şahsen bir dağ köyü olan köyümün medrese kalıntılarını hatırlıyorum. Nitekim babam o medresede okumuştu.) Bu bakımdan Eski Türkiye halkı, kâinatın en kibar milleti ve Avrupa’nın en nâzik ve en terbiyeli toplumu sayılmıştır. (a.g.e., s. 39 - 40)

     Şehirlerde silâh taşımak âdeti yoktu. Düello meçhuldü. İntihar Allah’a ve mukadderata isyan sayılırdı. (Çünkü herkes biliyordu ki, Kader’e inanan kederden emîn olur.) Kumar dînen yasak olduğu için kesinlikle oynanmazdı. Şayet binde bir kumar oynayan biri çıkacak olursa, o kumarbazın şahitliği kabul edilmezdi. Yalnız hoş bir vakit geçirmek için bâzı oyunlar parasız olarak oynanabilirdi.

     İntikam yani öç almak hissi beslemek İslâm esaslarına aykırı olduğu için, kin ve garaz meçhuldü. Düşmanlar daima affedilirdi. Kin, garaz ve intikam hisleri yalnız din ve devlet düşmanlarına karşı beslenebilirdi. 

     Eski Türkiye’de cinayet meçhuldü. Sokaklarda da evlerde de küfür kelimeleri duyulmazdı. Küfürbazlık yoktu. İçki dînen yasak olduğu için sarhoşluk ender görülen olaylardandı. İçki düşkünü olan kimse esrarkeş gibi bir şey sayılırdı.

     Şer’an yani din bakımından yasak olan hîle (zira en büyük hile hileyi terketmektir. Yani hilesizliktir. Olduğun gibi görünmek, göründüğün gibi olmaktır), yalan, koğuculuk ve iftira bilinmezdi. Yalnız savaşta düşmana karşı hile caizdi. Yalan da iki kişiyi veyahut karı kocayı barıştırmak için söylenebilirdi.

     Tıpkı kumar gibi, bahse tutuşmak da yasaktı. Yalnız ilmî mükâfatlar uygun görülürdü. Dalkavukluk dînen yasak olduğu için nefret edilirdi. Haklı tenkit uygun görülür ve hattâ dînen özendirilirdi. (Nitekim boynumuzda akrep olduğunu söyleyen birine karşı ancak teşekkür etmemiz gerekir.) (a.g.e., s. 50 - 51)

      Eski Türkiye’de namuslu ve yüksek karakterli milletimiz, kendisine nasıl davranılmasını isterse kendisi de başkalarına öyle davranmakla bilinirdi. Bu hususta cins ve mezhep ayrımı yapmazdı.

     Eski Türkiye’de vurgunculuk, tefecilik bilinmezdi. Millet ticaret nâmusuyla tanınırdı. Millet dinlerine son derece bağlıydı. Seciye ve ahlâkı yüceydi. İşte bütün bu vasıfları İslâm esaslarından alıyordu. Ve böyle bir İslâmiyeti bütün cihana yaymayı da millî bir gaye edinmişti.

     Eski Türkiye’de, İslâmiyetin yasakladığı sarhoşluk, kumar, düello, cinayet, kibir ve azamet, cimrilik, kıskançlık, oburluk, hiddet ve şiddet, tembellik, koğuculuk ve zina gibi edepsizlik ve alçaklıklardan milletimiz tamamiyle uzaktı.

     Millet, aralarındaki şahsî anlaşmazlıkları genellikle hakeme bırakmak suretiyle halletmeyi âdet edinmişti. Bu hakem, anlaşmazlık sırasında önlerine çıkan her hangi bir kimse bile olabilirdi.

     Eski Türkiye’de halk alçak gönüllü idi. Namuslu yaşıyordu. Günahtan uzak kalıyordu. İbadet, hayrât ve hasenât gibi İslâm esaslarına son derece uyuyordu. Bütün bunlardan ötürü halk, gürültülü maddesel aşırı istek ve hırslardan uzaktı.

     Eski Türkiye’de aile bir fazilet kurumudur. İşte bundan dolayı çocuklarımız, atalarının yüksek ahlâkını ana baba aşılamasıyla değil, aile çevresini görmek suretiyle almıştır. Nitekim bazı eski medeniyetlerde görülmüş yüksek faziletleri Avrupa milletleri değil, bizim milletimiz devam ettirmiştir. (a.g.e., s. 61 - 62)