ON MUHARREM ve ÂŞURÂ GERÇEKLERİ 2
Oğuz Çetinoğlu: Çağdaş Abdullah bin Sebe’ler fitneye devam ediyorlar denilebilir mi?
Prof. Dr. Adnan Demircan: Müslümanlar arasında fitne çıkarmak isteyen insanların, kurumların ve hatta devletlerin olduğu muhakkaktır. Zira bizim ihtilaflarımız, başkaları için çıkar elde etme kaynağı olarak kullanılıyor. Bu sebeple eskiden olduğu gibi fitneden nemalanan insanlar, bugün de İslâm dünyasında ihtilaflar çıkarma ve ayrılıkları derinleştirme çabası içinde olacaklardır. Bunu ifade ettikten sonra, bir bahs-i diğer olarak şunu da söylemek isterim ki, fitnenin sembolü olarak görülen Abdullah b. Sebe’nin tarihî kişiliği hakkında ciddî şüpheler taşıyan insanlardan birisiyim. Bir tarihî kişilik olarak Abdullah b. Sebe yoksa da Müslümanların ihtilaflarından beslenen insanlar, her zaman olmuştur. 

Çetinoğlu:
Büveyhîlerin baskılarından kurtulan Abbasilerin,On Muharrem gününde bayram şenlikleri düzenlediklerine dair bilgilere bazı kaynaklarda rastlanıyor. Öyle mi olmuş?
Prof. Demircan: On Muharrem yas etkinliklerinin ilk defa Şiî bir hanedan olan Büveyhîler döneminde Muizzüddevle’nin emirliği döneminde resmî olarak düzenlendiği kaynaklarda anlatılır. Bu âdet, hicrî 352 (miladî 963) yılında başlamış. Rivayetlerden anlaşılmaktadır ki, Büveyhîlerden önce de halk arasında bir yas geleneği vardı. Hatta Hz. Hüseyin’in şehadetinden hemen sonra Kûfe’ye götürülen aile fertleri Kûfeli hanımların ağıtlarıyla karşılanmış; buna şâhit olan Hz. Hüseyin’in oğlu Ali Zeynelabidin kendilerine saldıran ordunun Kûfelilerden müteşekkil olduğunu hatırlatarak hayretini ifâde etmiştir.
Günümüzde Şiî dünyanın birçok bölgesinde abartılı gösterilerle icra edilen törenlerin başlangıcı, Büveyhîler dönemindeki törenlerdir. Bununla birlikte Şiî dünyanın her tarafında bu törenler icra edilmemektedir. Mesela Şîa’nın bir kolu olan Yemen ZeydîlerindeKerbela ile ilgili mutantan yas törenleri yapılmamakta, sadece birkaç salon etkinliğiyle anma yapılmaktadır.
Büveyhîler döneminde hem Kerbela yas törenleri, hem de Hz. Ali’nin velayetinin ilan edildiği gün olduğuna inanılan 18 Zilhicce günü Gadir bayramı olarak kutlanmış; bu kutlamalar sırasında zaman zaman meydana gelen taşkınlıklar sebebiyle Şiîlerle Sünnîler arasında tartışma ve kavgalar, hatta öldürme olayları meydana gelmiştir.
Tarihçi İbn Kesîr Sünnîlerin Gadir bayramına alternatif olarak -Hz. Ebû Bekir’in Sevr mağarasında Hz. Peygamber’le bulunduğu günün hâtırâsına- bir hafta sonra ‘Gar [Mağara] Bayramı’ denen bir bayram ihdas ettiklerini ve iki tarafın câhillerinin iç savaşı andıran kavgalara giriştiklerini anlatır.
Abbasîlerin, Büveyhîlerin baskılarından kurtuldukları 10 Muharrem günü şenlikler yaptıkları iddiası doğru değildir. Abbasîleri Büveyhîlerin nüfuzundan kurtaran Selçuklulardır. Bu dönemde dahi ahalinin önemli bir kısmının Şiî olduğu hesaba katılırsa böyle bir kutlamanın gerçekçi olmaması gerekir. Kaldı ki, Sünnî gelenekte esas olan 10 Muharrem günü, bir gün öncesi ya da sonrasıyla birlikte oruç tutmaktır. Oruç tutma ise, bayram ve kutlamanın değil, olsa olsa hüznün ifâdesi olabilir. Ancak Sünnî dünya bu orucu Hz. Peygamberin sünneti olarak tutmaktadır.

Çetinoğlu:
Günümüz Türkiye’sinde durum nedir? 
Prof. Demircan: Ülkemizde Alevî ve Caferîkardeşlerimiz, Kerbela yasını farklı etkinliklerle tutarlarken Sünnîlerde Kerbela ile ilgili son yıllarda görülen bazı anma programları dışında bir etkinlik yoktur.  Sünnîlerin tuttukları orucun veya pişirilip dağıtılan aşurenin Kerbela veya Hz. Hüseyin’in şehadetiyle ilgisi olmadığı herkesçe malumdur.

Çetinoğlu:
Aşure pişirip dağıtma geleneği, Nuh Aleyhissalam’ın gemisindeki son erzak kalıntılarıyla yapılan aş ile başladığı bilgisi güvenilir hangi kaynakta yer alıyor? 
Prof. Demircan: Bu bilgi, bir efsane olarak halk arasında anlatılagelmiştir. Hz. Nuh’un gemisinin Cudi Dağı’naindikten sonra aşure aşı pişirildiği hususu bir kaynakta yer alsa bile Hz. Nuh döneminde meydana gelen bir olgu ile ilgili bilginin binlerce yıl sözlü gelenek içinde korunabilmesi mümkün değildir. Bu sebeple buna efsane olarak bakmak yerinde olur. 

Çetinoğlu:
Nuh’un gemisinin Cudi Dağı’nda 10 Muharrem günü veya muharrem ayının herhangi bir gününde demir attığına dair bilginin kaynağı nedir?
Prof. Demircan: Bizim en eski siyer ve tarih kaynaklarımızdan biri olan hicrî 230 (miladî 845) yılında vefat eden İbn Sa’d’ın Kitâbü’t-Tabakâti’l-Kebîr adlı eserinde Hz. Nuh’un gemisinin Cudi dağına 10 Muharrem günü demir attığı rivayet edilir. Kitapta geçen ifade şöyledir: ‘Muharrem’in (onunda) Âşurâ(20) günü gemiden çıktılar. Bu yüzden isteyenler Âşura günü oruç tutarlar.’ Buna göre Hz. Nuh ve kavminden inananların altı ay kadar yükselen su üzerinde dolaşan gemiden kurtuluşlarına karşı bir şükür ifadesi olarak oruç tutulmaktadır.
Büveyhîler döneminde resmî kutlama törenleri başlamadan 120 yıldan fazla bir zaman önce vefat eden İbn Sa’d’ın kitabında yer alan bu bilgi, Hz. Nuh dönemi ile ilgili anlatılanların doğru olduğunu ispatlayamayacak bir rivayet olsa da âşurâ kültürünün Büveyhîlerin iktidarından önce İslâm toplumunda mevcut olduğunu gösterir. Ancak dikkat edilirse burada aşure pişirmekten değil, oruç tutma geleneğinden söz edilmektedir ki, bunun da Hz. Hüseyin’in şehadeti vesilesiyle sevinç duyma ile ilişkilendirilmesi mümkün değildir.

Çetinoğlu:
Musevilerin 10 Muharrem günü oruç tuttukları bilgisi doğru mu?
Prof. Demircan: Bugün Musevîler 10 Muharrem’de oruç tutmamaktadırlar. Kaynaklarımız Yahudilerin Hz. Musa’nın liderliğinde Mısır’dan çıkışlarının hâtırâsına Âşurâ günü oruç tuttukları, bunun üzerine Hz. Peygamber’in de Medine’ye hicret ettikten sonra bunu öğrendiğinde kendilerinin Musa’ya sahip çıkmada daha çok hak sahibi olduklarını söyleyerek Müslümanlara bugün oruç tutmayı emrettiği, ancak Ramazan orucunun farz kılınmasından sonra Müslümanları Âşura orucu tutup tutmama hususunda muhayyer bıraktığını naklederler. Ancak bu rivayette şöyle bir problemli durum var: Yahudilerin Mısır’dan kurtuluş günü bir etkinlik yapmaları gerekirse bu günü bayram olarak kutlamaları gerekmez mi?
Musevîler Yom Kipur’da oruç tutarlar. Bu isim, dilimize ‘Kefaret Günü’ şeklinde çevrilebilir. Yahudi takvimine göre Tişrî ayının 10. günü tutulan bu oruç, Eylül/Ekim ayının 10. gününe tekabül eder. Muharrem ayı kamerî takvimin birinci ayı olduğu için şemsî takvime göre her yıl 11 gün kısadır. Dolayısıyla şemsî takvimdeki gün ile kamerî takvimdeki günün aynı zamana denk gelmesi pek mümkün değildir veya nadirattandır. Yom Kipur’un Yahudilerin Mısır’dan kurtuluşuyla ilgisi kurulmamaktadır. Onların kurtuluş günü Pesah Bayramı olarak kutlanmaktadır. Pesah ise Yahudi takvimine göre Nisan’ın 15’inde kutlanmaktadır. Ancak bugün, bir oruç tutma günü değil, bayram günüdür. Bu açıklamalar muvacehesinde Hz. Peygamber’in Medine’ye hicretinden sonra Yahudilerin Mısır’dan çıkışla ilgili tuttukları söylenen oruç hususunda ya kaynaklarda bir karıştırma yahut Medine’deki Yahudilere mahsus bir uygulama vardır.

Çetinoğlu:
Musevilikteki oruç ile Müslüman orucu arasındaki benzerlikler ve farklılıklar nelerdir?
Prof. Demircan: Yahudilerin tuttukları Yom Kipur orucunda oruç süresi bir tam günden yani yirmi dört saatten fazladır. Benzerlikleri yanı sıra farklılıklar da vardır. Mesela oruçluyken deri elbise giyilmez. Çalışmak, ticaret yapmak ve yıkanmak gibi faaliyetler yasaktır. Oruç devam ederken cinsel beraberliğin yasak olması gibi benzerlikler de vardır.

Çetinoğlu:
Peygamber Efendimiz (sav), 10 Muharrem günü oruç tutmayı, Musevilerden mi görüp uyguladı? Daha açık ifadesiyle, Hz. Muhammed, 10 Muharrem orucu konusunda, bir miktar değişiklik yaparak da olsa, Musevileri taklit mi etti?
Prof. Demircan: Âşura orucunun Hz. Peygamber’in Medine’ye hicretinden önce Cahiliye Arapları arasında bilinen bir oruç olduğuna dair rivayetler vardır. Buhârî’de geçen Hz. Âişe’den nakledilen bir rivayet şöyledir: ‘Âşurâ [10 Muharrem] Kureyş’in Cahiliye döneminde oruç tuttuğu bir gündü. Resûlullah da buna riayet ediyordu. Medine’ye hicret edince bu orucu devam ettirmiş ve başkalarına da emretmişti. Fakat Ramazan orucu farz kılınınca kendisi âşurâ gününde oruç tutmayı bıraktı. Bundan sonra Müslümanlardan dileyen bu günde oruç tuttu, dileyen tutmadı.’ Bunun yanı sıra Hz. Peygamber’in Yahudilerin oruç tuttuğunu duyduğunda bu oruca sahiplendiğine dair rivayet de vardır. Bu iki rivayeti birlikte düşündüğümüzde şöyle bir değerlendirme yapmak mümkündür: Cahiliye Arapları, -kendilerince yakıştırmalar yaptıkları- ancak bizim bilmediğimiz bir sebeple eskiden beri 10 Muharrem’de oruç tutuyorlardı. Hz. Peygamber de hicretten önce bu orucu tutmuş ve Müslümanlardan da tutmalarını istemiştir. Hicretten sonra Yahudilerde de benzer bir orucun olduğunu görmüş ve ilk iki yılda aynı orucu tutmaya devam etmiş; ancak ikinci yılda orucun farz kılınmasıyla birlikte bu orucu tutmayı bırakmış ve Müslümanları da tutup tutmama hususunda serbest bırakmıştır.

Çetinoğlu:
On Muharrem günü cereyan ettiği söylenen olaylar gerçekten yaşanmış mıdır? Bu bilgiler, güvenilir kaynakların hangilerinde yer alıyor?  
Prof. Demircan: Zikrettiğiniz olaylarla ilgili sağlam bir kaynak mevcut değildir. Geç dönemde telif edilmiş bazı kaynaklarda bu bilgiler varsa da bunların tarih bilimi açısından hakikati ifade açısından bir değeri yoktur. Ancak şunu söylemek mümkündür ki, insan muhayyilesi, 10 Muharrem’in önemini ortaya koymak için inşa faaliyetine devam etmiştir. Bir kere zikredilen onlarca hadisenin hep 10 Muharrem’de meydana gelmiş olması nasıl mümkün olabilir? Bunlar, tamamen sonraki dönemlerde insanların muhayyilesinde üretilmiş efsanelerdir.

Çetinoğlu: Tarih boyunca 10 Muharrem gününde cereyan ettiği ileri sürülen olayların, Emevilerin sebebiyet verdiği Kerbela Faciasını gölgede bırakmak için uydurulmuş tevatürler olduğu görüşünü yorumlar mısınız? 
Prof. Demircan: Yukarıda değindiğimiz olayların insan muhayyilesinin ürünü olarak ortaya çıktığını, ancak bir kısmının çok eski dönemlerden beri mevcut olduğunu ifade etmeye çalıştık. Kanaatimize göre bunların Hz. Hüseyin’in şehadetiyle bir ilgisi olmamalıdır.
Emevîler döneminde, Hz. Hüseyin’in şehadetiyle doğrudan ilişkilendirmeden bugün bazı etkinliklerin yapıldığı ifade edilir. Muhtemelen Emevîler, tarihî kökeni olan bu âdetin geliştirilmesini teşvik etmişlerdir.

Abdullah İb’n Sebe: Müslümanlar arasında fitne çıkaran ve Musevi asıllı olup da Müslüman gibi göründüğü iddia edilen kişi. Böyle bir şahsın mevcut olup olmadığı tartışmalıdır.  
Büveyhîler: Büveyhoğulları olarak da bilinir. 932-1055 yılları arasında, Güney İran ve Irak'ta devlet kuran bir hanedandır. Sasani kökenli olduklarına dair izler görülmektedir. Bağdat’ı hâkimiyeti altına aldılar, Abbasi halifesine her istediklerini yaptırmışlardır. Büyük Selçuklu Sultanı Tuğrul Bey, Büveyhileri tarih sahnesinden sildi.  
Sasani: 224-651 yılları arasında, günümüzdeki İran topraklarında hüküm süren bir hânedan. 
Abbasiler: İslam Devleti’nin yönetimine Emevileri devirmek suretiyle hâkim olan ve 750-1258 yılları arasında hüküm süren Arap hânedânı. 
Kûfe: Eskiden İslam dünyasının ilim beşiği olan Kûfe şehri günümüzde Irak Devleti’nin sınırları içinde ve güney bölgesindedir. Hz. Ömer’in emri ile kurulmuştur. Bâbil harabelerinin güneyinde, Necef şehri ile Kerbela arasındadır. Bağdat şehri kuruluncaya kadar, bir süre Abbasilerin yönetim merkezi idi. Dönemin tefsir, hadis, dil, tarih, fıkıh ve kıraat âlimleri bu şehirde yetişmiştir.   
Ali Zeynelabidin: Peygamber Efendimizin amcasının oğlu ve dâmâdı olan Hz. Ali’nin oğlu Hz. Hüseyin’den doğan torunudur. Büyük bir İslam âlimi idi, pek çok eser telif etmiştir. Doğum tarihi bilinmiyor. 712 yılında vefat etti. 
Zeydîler: Hazer Denizi’nin güney kıyılarını teşkil eden Taberistan, Hazer Denizi’nin doğusunda yer alan Deylem ve Hazer Denizi’nin batı kısmında yer alan topraklarda 864-1526 yılları arasında hüküm süren devlettir. Abbasi Devleti yönetiminde kaçan Şia mensupları içerisinde Hz. Ali evladından bâzı kimseler bulunmaktaydı. Bölge halkının isteği üzerine Hz. Hasan soyundan Hasan b. Zeyd liderliği kabul etti. Ve Zeydiler Devleti’ni kurdu. Bu devlet, Safevîler tarafından tarih sahnesinden silindi. 
Safevîler: 1501 yılında kurulmuş, 1736 yılına kadar Azerbaycan, İran, Ermenistan, Irak, Afganistan, Türkmenistan ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde hüküm sürmüş Şi’î inanışa sâhip bir Türk Devleti’dir. Safevi Devleti, Şahların basiretsizlik ve başarısızlıklarına rağmen yıkılmak üzereyken aslen Afşar Türklerinden olan Safevi Ordu kumandanı Nadir Şah’ın devlet yönetimini inisiyatifi altına almasıyla son demlerini yaşamaya başladı. Devrin en büyük kumandanlarından ve askerî dehalarından biri olan Nadir Şah, hükümdar vekili olarak devletin idâresini eline aldıktan kısa bir süre sonra Safevi Devletini tasfiye edip kendi Şah’lığını ilan ederek 1736 yılında Safevi Devletine son verdi, kendi hânedanını kurdu ise de 1747 yılında Şi’î inancının Sünniliğe en yakın kolu olan Câferiliğe geçtiği için öldürüldü. 
Gadir Bayramı: Peygamber Efendimiz, Mekke ile Medine arasındaki Cuhfe Mevkii’nde  yolculuğuna ara vermiş ve berâberindekilerle sohbet etmişti. Sohbet sırasında Hz. Ali’yi kendisine halef tâyin ettiği iddia edilir. Sohbetin yapıldığı Hicrî takvime göre 18 Zilhicce günü, Alevilerin Gadir Bayramı’dır. 
İbn Kesîr: 1301-1373 yılları arasında yaşayan İslam tarihçisi, Kur’an-ı Kerim tefsircisi, hadis uzmanı ve Şâfi’i İslam hukukçusu. 
Mağara Bayramı: Sünni Müslümanlar tarafından, Şi’î Müslümanların Gadir Bayramına karşılık olarak çıkardıkları iddia edilen bayram. Hakikatte böyle bir bayram yoktur.  
Caferî: Şi’î Müslümanların, Sünni Müslümanlara en yakın olan kolu.  
Nuh Aleyhisselam:Büyük ’ olarak vasıflandırılan 6 peygamberden biridir. 
Cudi Dağı: Nuh Peygamberin gemisinin karaya oturduğu dağdır. Ağrı Dağı ile özdeşleştirilmekle birlikte kesin olarak neresi olduğu bilinmemektedir. 
İbn Sa’d: Miladî 777-845 yılları arasında yaşayan Arap tarihçi ve hadis uzmanı
Kitâbü’t-Tabakâti’l-Kebîr: Değişik meslek gruplarında isim yapmış kişilerin hayat hikâyelerini anlatan kitaplardan biri. 
Âşurâ: Muharrem ayının 10. Gününe ‘âşurâ’ denilir. ‘Şerefli on’ mânâsındadır. 
Yom Kipur: Yahudiler için yılın en mukaddes ve dini ağırlığa sahip günüdür. Günü ana temaları kefaret ve tövbedir. Yahudiler genel olarak bu günü 25 saatlik bir oruç ve bol dualarla büyük kısmını sinagogda geçirirler.
Kameri Takvim: Başlangıcı 16 Temmuz 622 olan ve ay'ın dünya etrafındaki dolanımını esas alan takvimdir. ‘Hicrî takvim ’ tabiriyle daha çok bu takvim kastedilir. 
Pesah Bayramı: ‘Hamursuz Bayramı’ olarak da söylenir. Mısır’da kölelikten kurtarılan antik İsrailli’lerin göç hikâyesine dayanır.. Pesah, Yahudi takvimindeki Nisan ayının 15. günü başlar, bu tarih Kuzey Yarım Küre’de bahara denk gelir ve bayram 7 veya 8 gün kutlanır. Yahudi bayramları arasında en çok kutlanan bayramlardan biridir.
Câhiliye Arapları: İslamiyet’ten önce yaşayan Araplar. 
Buhârî: Özbek Türklerinden hadis âlimi. 810-869 yılları arasında yaşadı. 
Hz. Âişe: Peygamber Efendimizin zevcelerinden.
Kureyş: Peygamber Efendimiz’in mensup olduğu Arap kabilelerinden biri. 
Kabile: Aynı bölgede yaşayan ve aynı soydan gelen aillerin meydana getirdiği insanlar topluluğu.
(DEVAM EDECEK)