(ACIYLA NOKTALANMIŞ YAŞAMLARA) Yaşam nedir? diye sorsalar, gelecek cevaplar herkes için farklıdır. Yaşamla yaşayabilmek arasındaki farklılıklar, solumakla nefes alabilmenin ayrıntısını açan parantezlerle özetlenir. Genellikle umutla açılıp hüzünle kapanan parantezler, gelgitlerle dolu yaşamın acı yada tatlı sürprizlerini anımsatır. Yaşam; dünya üzerinde yaşamış, yaşayan ve yaşayacak olan her canlının farklılıklarla da olsa nefes alabilmesi olayıdır. Yaşamak ise hayatta kalabilme adına yapılması gereken zor yada kolay mücadelenin adıdır. İnsanlar için yaşamanın en özlü tanımı, insanca yaşayabilmenin ayrıntılarını açan parantezlerde saklıdır. Sıralarını savmış nice insanlar gibi bizlerde yaşamak adına girdiğimiz sırada, ne zaman ayrılacağımızı bilmeden adımlamaktayız hayatı, kimi yavaş kimi hızlı. Sıradan ayrılanlar için o son adım, o son bakış ve son kez nefes alış, geride kalan yakınların ciğerine düşen ateştir aynı zamanda. Arkada bırakılan ne kadar yakınsa o kadar büyüktür ateş ve sönmeyecektir belki de. Bu günkü yazımın; geçtiğimiz gün Kız Meslek Lisesi önünde, gözü dönmüş bir genç tarafından pompalı tüfekle yaşamı durdurulan Seda Sürmeli ile yakından alakası var. Ölüm herkes için. Gelmiş, geçmiş yada gelecek her insanın tadacağı bu gerçek elbette ki kaçınılmazdır. Ama böylesi erken, böylesi acımasızca değil. Ölüm gence, ölüm çocuğa yakışmıyor. Onlar büyümeli. Onlar yarınlara sevgiyle yürümeli. Hayata merhabalar hep umutla başlar. O ilk ağlayış, nefesle ilk tanışmanın şaşkınlığıdır aslında. Günler hatta aylar ve ona eklenen uzun veya kısa yıllar, kimi zaman tüketse de umutları, her gülümseyiş bir umut yükleyiştir yeniden hayata. Hayata vedalar ise yaşamın acımasızlığının en hüzünlü parantezlerini açar. Ölümün şekli, gidenin yaşı ve geride kalanın yakınlığı hüznü acıyla katmerleştirerek yükler omuza. Tıpkı Seda’nın annesine yüklediği gibi. Okul önünde son verilmiş yaşamların ne ilkidir nede sonu olacaktır Seda. Bazı acılar tanıdık gelir insana. Görünüşte küllenmiş zannedilen ateşlerin aslında için için yanmakta olduğunu hatırlatır. Düştüğü yeri yakan ateşin yıllar geçse de asla sönmeyeceğini yaşayarak öğrenmiş her insan için, toprağa verilmiş bir can sönmeyecek ateştir aslında. Hayatının baharındayken acımasızca kıyılmış bir canı toprağa vermek acı verdi elbette. Gözyaşlarına eşlik eden ağıtlar, asla dönmeyeceğine inanamayan bakışlarla uğurlandı genç bir kız. 17 yıllık bir yaşamı üstelik sıkıntılarla dolu bir yaşamın acıyla noktalanışı yürekleri dağlamıştı. Dönüşü olmayan erken gidişler, geceye doymadan kayıp giden yıldızlara benzer. Ansızın çekip giderken arkada bıraktıkları için yaşam, zaman denilen ilaca rağmen yarım yamalak gülüşlerle devam eder. Ne gökyüzünün pırıltılı maviliği, nede suların tanıdık serinliği ile ferahlatılamaz yanan yürekler. Öğretmen olmak istemişti Seda. Umut yüklü koşmaktaydı her sabah okuluna. Asla dönmeyeceğini bilmeden koşan ve masalları yarım kalmış her çocuk gibi kanatlandı birden uçtu gökyüzüne. Masalları bitmişti belki ama umutları yarım kalmıştı. Kısacık bir hayatın, 17 yıllık misafiri olmuştu. Umutla açılan bir parantez hüzünle kapanmıştı bir kez daha. Hoşça Kalın bu ülkenin çekip gitmiş çocukları. Güle güle erken kanatlanmışları. Korunamamış yavruları. Kimi kurşunla, kimi yumrukla vurulmuşları. Umutları yarım kalmışları. Hoşça Kalın. Artık ihtimaller arasına girmiş yaşama umuduna inat yaşamalı çocuklar. Büyüyebilme ihtimaline tutunmuş tüm çocukların bu ülkeden beklentisi var. Umutlarının yarım kalmaması; erken noktalanmış yaşamların arkada bıraktıkları acılara belki de tek teselli olacaktır.