Hafta sonu, 90 bin fidanımızın 96.yılını anmak adına Sarıkamış’taydık. 3 gün boyunca süren bu törenlerde; Allahuekber’in yücelerinden, beyaz bir hüzünle yankılanan destanın, anıları canlandı sanki. Onların yaşamış olduğu inanılmaz zorlu ve yenik mücadeleyi, kolay şartlarda anmaya çalışırken bile, iliklerimize kadar titreten hatırlatmalar 1914’ten izler taşıdı. O zorluğu değil hissedebilmek, anlamak ya da anlatabilmek için ne eksi kırk derece de aç açık kalmak ne de vatan aşkıyla dolu olmak yetmezdi elbette. Umut adına çıkılmış bir yolun sonunda, kara gömülü bir tarihin, sessiz kahramanlarının fedakarlığını anlamak, anmaktan çok daha öte bir anlam yüklemişti bizlere. İlk iki gün, şehitlerimizi anmak için hazırlanmış organizasyondan sonra üçüncü gün de, Allahuekber Dağları’ndaki Kızılçubuk Köyü’nde başlayıp, 5 kilometre uzaklıkta bulunan Yukarı Sarıkamış Köyü’ndeki şehitlikte son bulacak olan “Sarıkamış Şehitlerini Anma Yürüyüşü” için düştük yola. Kalın giysiler içinde olsak dahi, yoğun karlar içerisinde, eksilere varan soğukta ilerlemenin ne kadar güç olduğunu söylemek bile insanın içini acıtmaya yetiyor. Organizasyonun adı; “Türkiye Şehitlerine Yürüyor”olmasına rağmen, bu tören adına yapılmış rezervasyonun, kimilerine göre tatil gibi düşünülmesi ve bunun keyfini çıkaranların sıcak otelden çıkıp bu yürüyüşe iştirak etmemesi oldukça düşündürücü. Her yıl bu tarihte yapılan bu törenle anılan şehitlerimizin yaşadığı inanılmaz mücadeleyi hatırlatan bu yürüyüşle, baş açık, ayak yalın yola düşmüş Mehmet’leri hatırlayıp, geceyle beraber eksi ellilere varan soğukta neler yaşamış olabilecekleri hissetmeye çalışmak, Sarıkamış’ta bulunmanın en anlamlı nedeni olmalıydı. İnanılmaz bir fedakârlığın, bir beyaz hüzne dönüşünün dramını hatırlatmakta ayaz geceler ve o ürkütücü geceler boyunca, inadına yağan karlar. Hüzünler mevsimine göre değişirmiş. Baharsa filizlenir, kışsa eğer, hüzün de ayaza çalarmış. İşte 90 bin fidanı, 96 yıldır koynunda saklayan Allahuekber Dağları’nın ayaza çalan hüznünün filizlendiği aydır Aralık... Her kış eksi ellilere varan dondurucu soğuklarla beraber yığar karları üzerine Allahuekber Dağları..Tekrar ama tekrar bağrına basarcasına 90 bin evladını sarar sarmalar kar örtüsü yorganıyla. Ana olur yiğitlere, paylaşırcasına derdini. Baba olur kimi zaman derman ararcasına.. 96 yıl öncesinin yaşanmışlığını paylaşamayan, 96 yılın yok sayılmışlığının acısını haykıramayan, sessiz ve çaresiz bir dertlidir Allahuekber. 90 bin yiğidin 90 bin Kardelen’e dönüşünün üzerinden, tam 96 yıl geçti. Saklı tutulmuş bu kahramanlık örneğinin su yüzüne çıkmasının üzerinden ise henüz birkaç yıl. Çünkü bu can yakıcı gerçek; bir ülkenin, kaderini, bir kalemde değiştirmek isteyenlerin, yalan yanlış kararlarla, 90 bin canı, amansız ve karlı dağlara, aç açık sürükleyişinin acı ve kanlı gerçeğidir. Üç beş dakikada atılan imzalara bir boyun eğiştir. O en çok hatırlanması gereken ama kimilerinin ellerinde silinerek unutturulmuş, Enver Paşa imzalı tarihin, Allahuekber Dağları’nda karlarla kefenlenişidir. Sonu bilinen bu harekât planı ile hırs ve ihtirasa kurban verilmiş 90 bin fidanın vatan uğruna gerçekleştirdiği bir destanın çelikleşmiş ifadesidir. Kimse hesap sormadı. “Söz vatandır” diyerek, evlatlarını teferruat sayan analar bile sustu ama bir karardan eşi görülmemiş bir destan yaratan bu yiğitlere koskoca bir ülkenin uçsuz bucaksız coğrafyasında hatırı sayılır bir yer bulunamadı. Çanakkale için haykırarak coşan sesler, Sarıkamış için sustu ve onların geride bıraktıkları onları acımasızca yok saydı. Bir tek o andı yıllar yılı üç beş kişiyle. Bir tek o unutmadı, unutamadı onca yiğidin inanılmaz fedakârlığını. İşte bu nedenledir ki 90 bin yiğide vefa, sadece Allahuekber’e kaldı. Koskoca bir ülke dramını bir tek o üstlendi. Yaşanmamış sayılan bir gerçeği bir tek o sahiplendi. Ve şimdi günah çıkarmakta tüm tarihçiler geç kalınmış bu gerçeğe. Arşivler açılmakta aranmakta yok edilmiş belgelerden bir iz, bir fotoğraf diye ama 90 bin yiğit 96 yılın yok sayılmışlığını affeder mi acaba? Onlar affetse bile, geri dönmeyeceklerini bile bile kınalı kuzularını vatana feda edip uğurlayan 90 bin ana affedebilir mi? “Üçüncü ordunun azığıdır” yazılı bez çantalarda dağıtılan birkaç parça kuru ekmek ile bir avucu bile doldurmamış buğday bile, o günlerin çaresizliğini hatırlatan ve onları binlerce kere anmak ve onlardan af dilemek adına yeterli olacak en anlamlı ifadeydi. Tarih, şimdi 2011. Yer, yine o günü andırıcasına ürküten amansız ve karlı dağlar. Bu günün soğuğunu, o günlerin hatıralarıyla dondurup eksi ellilerde hissetmemizi sağlayan ayaz da aynı ama yüzler aynı değil.Üstelik 90 bini anmak için gelenler 9 bin bile değil. Sadece tam bir Mehmetçiğe yakışır donanımla “Vatan sana canım feda” diyen Mehmetler aynı. 90 candan farklı olarak; karınlar tok, giysiler kalın, silahlar dolu olsa da, yürek atışlarının sesi de aynı. Zaman zaman bilek, zaman zaman diz boyu karlar da yürümek imkânsız. Kalın giysilerde dahi hissedilen buz gibi hava fırsat vermiyor adım atmaya. İşte bu nedenle, zirveye kadar yürüyemeden dökülüyor insanlar birer birer. Oysa sadece 5 kilometre yol yürünecek, 90 bin asker gibi yüzlerce kilometre değil. Bu eşi görülmemiş dramın ev sahipliğini yapan bir Türk olarak gözüm arıyor herkesi. Bir vefanın asla ödenemeyecek borcuna küçük de olsa bir minnet duygusu düşüncesiyle bekliyor insan. Bu günün önemini anlayamamış ve anmaktan çok ağırlanmak maksadıyla otele takılmışlar yerine, bu günün anlam ve önemini gerçek anlamda yüreğinde hissedebilenleri görmek istiyor bu yerlerde. Aynı vatan toprağı aynı bayrağın savunucusu olarak Allahuekber Dağları’nda can verenlerden öğrenilmesi gereken çok ders var aslında. Allahuekber’in karlı dağlarına, vatanseverlik ve kardeşlik dersi yazarak gidenlerin bıraktığı mesajı anlamamış olanlar, bu destana yeniden göz atmalı. Her yıl bu tarihte tüylerim ürperir. Bir beyaz hüzün olan bu destan, çeker götürür beni hüznünün içine. En duygulu sözleri yazmak adına, düşünmeye bile gerek kalmaksızın dökülse de cümleler; anlatılamaz elbette gözü yaşlı donarak can vermenin nasıl bir şey olduğu. Yapılamaz sıcak ellerle donmuş bedenlerin tarifi. Böyle anlamlı bir günde sıcak yerler bile insanda suçluluk duygusu yaratıyorken, çizilebilir mi hiç dağ başında aç- açık, koyun koyuna tükenmişlerin resmi?. Bu acı drama ev sahipliği yapmış bir doğulu olarak artık biliyorum ki; 90 bin şehidi anarken henüz yeterince olmasa dahi biraz daha duyarlıyız. Ve artık eminim ki acı bir tarih kan uykusundan uyanmakta. Onları bağrına basan bu dağlar azıcık vefa diyorsa eğer, sadece ve sadece geçmişi yok sayanlara çünkü; geçmişine sahip çıkmayan, gelecekten de bir şey beklememeli. Evet, bir tarih uyanmakta artık. O tarihi inanılmaz bir özveriyle gün ışığına çıkaran ve her yıl nerede olursa olsun bu törenlerde mutlaka burada bulunan ve şehitlerimize gönülden sahip çıkmış olan Kalp Cerrahı Bingür Sönmez’e şükranlarımı sunarak selam ve saygı gönderiyorum. Bağrına 90 bin yiğidi basmış Alahuekber’i yası ve evlatlarıyla baş başa bırakarak döndük.. Bahar yaza dönüp karlar eriyince yeniden orada olacağız. Mehmet’lerin ortaya çıktığı ve toprağa verildiği tarihi anmak için..Bu tarih bizim. Mehmet’ler hepimizin. Onları yerinde anmak bambaşka bir duygu. Bu duyguyu tatmak için 3. orduya bağlı 90 bin vatan evladına sırtınızı değil yüzünüzü dönmeniz yeterli. Yaslı Allahuekber Dağları, bağrından asla koparmadığı kardelenleriyle beraber, bir vatan aşkının en yüce simgesi olarak sizleri bekliyor. Karlara gömülü bir tarihin kahraman evlatlarını saygıyla anıyorum