Kim demiş ‘Asker katı kalplidir’ Diye. Korkusuz subaylarımız da duygulanır.
‘O kan ağzımdan değil parçalanan yüreğimden geliyordu.’ 
Kıbrıs Barış Harekâtına Katılan Emekli Yarbay ve Yazar  ‘Gazi’ ATİLLA ÇİLİNGİR Savaşın Sıcak Yüzünü Anlatmaya Devam Ediyor.

Oğuz Çetinoğlu: 21 Temmuz 1974 sabahı Kıbrıs Adası’na iner inmez savaşın sıcak yüzü ile karşı karşıya geldiniz. Mehmetçiklerimizin durumundan söz eder misiniz?
Atilla Çilingir:
Anlatayım. Anlatacağım kahramanlık hâdisesi Mehmetçiğin gerçek yüzünün ta kendisidir. Tarih sayfalarında yazılanlar işte burada canlanmış ve bu hâdisenin tanığı olarak böyle bir askerin komutanı olmaktan daima gurur duyacağım bir gerçeği yaşamıştım. Yine bu olay bir zamanlar liselerimizde okutulan Milli Güvenlik ders kitaplarında bir savaş hâtırâsı olarak yerini almış olup, yetişen kuşaklar tarafından ibretle okunmaktaydı… (Ta ki, milli güvenlik dersi son dönemde okullarımızdan kaldırılıncaya kadar..!)
Harekât bölgesine Piyade Kıdemli Yüzbaşı Süha Baykara ile birlikte aynı helikopterde gelmiştik. Havan mermileri düşmeye başladığında yine aynı helikopterden inen Siirt'in Şırnak ilçesinden Er Salih Kabul, mermilerin savurduğu toz yığınları arasında toprağa gömülmüş gibiydi.
Yüzbaşım, ben ve tabur doktorumuz Üsteğmen Taner Göde o istikamete doğru fırladık. Mehmetçiğin kızgın güneşten kavrulan sakallı yüzü yeşilimsi bir renk almış, tebessüm eder gibiydi. Gözlerinin canlılığı kaybolmamıştı. Sağ bacağı hemen dizinin altından kopmuş, bir karış kadar kemik parçası bıçak gibi ucunda duruyordu. Sağ eli ile potininin içinde kanlı et yığını gibi duran kopuk ayağını sımsıkı tutuyordu. Kopuk bacaktan fışkıran kutsal temiz kanı toprakta köpürüp fokurduyordu. Doktor ilk müdahaleyi yaptığı sırada ben ve Yüzbaşım telaşla emirler veriyor ve bir araç bulunmasını istiyorduk. Bu sırada Salih başını kaldırdı ve yaşaran gözlerimize bakarak:
‘Niçin telaş ediyon gomutanım? Gözlerinizdeki yaşlar niye ki! Anamız bizleri bu günler için doğurmadı mı? Hele bir cigara verin’ diye mırıldandı ve bayıldı.
Hiçbir şey söyleyemedim, dudaklarımı öyle bir ısırmışım ki; biraz sonra yanımdaki er:
‘Komutanım ağzınızdan kan geliyor, bir şey mi oldu?’ dedi.
‘Hayır!’ diyebildim.
O kan ağzımdan değil parçalanan yüreğimden geliyordu.
Kahraman Salih'i, temin edilen bir Land-Rover tipi araç ile Lefkoşa Boğaz Bölgesine kurulan sahra hastanesine gönderdik. Araç giderken üzerindeki Kızılay bayrağına rağmen Rumlar tarafından açılan makineli ve uçaksavar ateşini büyük bir üzüntü ile gördük.
‘Mehmetçiği tanımak için okumak değil yaşamak gerek’ diyordum ve büyük Atatürk'ün ‘Muhtaç olduğumuz kudret damarlarınızdaki asil kanda mevcuttur.’ sözlerini daha iyi anlıyordum. Artık savaşın sıcak yüzü bizi de yakmaya başlamış ve ilk ağır yaralımızı vermiştik. İnşaallah zayiatımız bu kadarla kalırdı.
Bütün birlikler çepeçevre yerlerini almışlardı. Güneş, Beşparmak dağlarının üzerinden yavaş, yavaş kaybolmaya başlamıştı. Saat 19:00 civarında Ceylanpınar - Fotta köyü istikametinden Rumların zırhlı araç ve tanklar ile indirme bölgesine taarruz başlatacakları haberi geldi. Gerçekten de gelen araçların ve tankların gürültüsü duyulmaya başlamıştı. O istikamette 2. Piyade Bölüğü bulunuyordu.

Çetinoğlu: İlk ‘Ateş!’ komutu ne zaman verildi?
Çilingir:
İşte tam o sırada adanın burnu istikametinde ay yıldızlı çelik kanatların sesi duyuldu. Anlaşılan gelişen durum karşısında hava desteği istenmişti.
Uçaklarımızın, Rum zırhlı araç ve tanklarının bulunduğu bölgeyi hallaç pamuğu gibi atmalarını büyük bir sevinçle izledik. Uçaklarımız, ada üzerindeki görevlerini bitirerek yurda dönmüşlerdi. Ama bizleri bundan sonraki saatlerde neler bekliyordu acaba?

Çetinoğlu: Gelişen ve yaşadığınız hâdiseler sebebiyle herhalde ne durumda olduğunuzun farkında değildiniz…
Çilingir:
18 Temmuz'dan beri gözümüzü kırpmamıştık.
Herkes çok yorgundu. Fakat bizlerin uyuması demek, büyük bir felaket ile karşılaşmamız demekti ki, bu da birliğimizin bir baskın ile büyük kayıplar vermesine sebep olabilirdi. Gecenin karanlığı her yanı kaplamıştı. Beşparmak dağlarındaki birliklerimizin çarpışması bütün şiddeti ile devam ediyordu. Bizler de dağların eteklerinde bu ateş düellosunun seyircileriydik sanki. Namlunun ağız alevleri bir sağ tarafa, bir sol tarafa doğru ilerliyor, atılan izli mermiler, aydınlatma mermileri sanki beşparmak dağlarını bayram yerine çeviriyordu. Ne yazık ki, neşeli bir bayram gününün gecesini değil, muharebenin en şiddetli saatlerini yaşıyorduk. Bu arada yanımda Üsteğmen Kamil Arslan ile uykuya karşı büyük bir mücadele vermeye başladık. Saat gece yarısını çoktan geçmişti ve hafif bir rüzgâr çıkmıştı. Sallanan ağaçlar yürümeye, uzaklarda görünen ışıklar üzerimize doğru gelmeye başlamıştı bile. Evet, hayal görüyorduk ve uyumamak için son gayretlerimizi harcıyorduk artık. Yarı uykulu, yarı uyanık bir vaziyette sabahı bulduk. Korkunç yorulmuştuk, hiçbir şey hatırlamıyordum. Bu sırada Tabur Komutanımız beni yanına istedi. Tugay komutanının çağırttığını söyledi ve birlikte Sabri Paşa'nın yanına gittik.

Çetinoğlu: Savunmadan taarruza geçiş mi var?
Çilingir:
22 Temmuz 1974 günü, saat 11:30 civarıydı. Geriye dönerek taburun toplanması için gerekli emir verildi. Bölükleri taarruzun başlayacağı bölgeye götürmek üzere sivil otobüsler görevlendirilmişti. Bölükler araçlara biniş sırasına göre dizilmeye başladılar. Tam o sırada helikopterlerimizin sesi duyuldu. Adaya yeni bir birlik getiriyorlardı belki de. Saat 13:00 civarında helikopterler, tam taburumuzun bulunduğu tertiplenme bölgesine yeni birlikler indirmeye başladılar. Yeni gelenler tesadüfe bakın ki bizim alayın geri kalan unsurları idi. Alay komutanımız ve diğer arkadaşlarla kucaklaştık. Bu sırada da taburumuz taarruza iştirak etmek üzere araçlara binmeye başlamışlardı. Tam bir karışıklık olmuştu. Fakat duruma kısa zamanda hâkim olarak yeni gelenlerin aramıza karışmaları önlendi. Taarruz emri aldığımız Dikoma'lara sapan yol kavşağında birliklerimiz araçlardan inmeye başlamışlardı…

Çetinoğlu: Kıbrıslı mücâhitler neredeler?
Çilingir:
Mücahit Taburu Koçtepe denilen bölgede bulunuyordu. O bölgeden taarruz yapılacak olan arazi çok iyi görünüyordu. O bölgeye gittik, gerçekten de hâkim yüksek bir araziydi, ancak Yukarı Dikoma Bölgesi de bizim bulunduğumuz yeri kuşbakışı görüyordu ve taarruz edilecek arazi devamlı olarak Rumların havan ve topçu ateşi altında idi. Yani hâkim yüksek tepeler Rumların elindeydi. Bulunduğumuz yerde, Koçtepe'de, mücahitlere ait küçük bir birlik vardı.
20 Temmuzu 21 Temmuza bağlayan gece, bu mücahit birliği, Rumların baskınına uğramış ve bir hayli zayiat vermişlerdi. İşte burada ellerinde bulunan 81 mm'lik tek bir havan ile karşı sırtlara görerek ateş ediyorlar, ellerinden geldiğince bir şeyler yapmaya çalışıyorlardı. Saat 16:30 sularıydı, Aşağı Dikoma’ya taarruz edecek olan taburumuzun birinci hat birlikleri araziye yayılmış ilerliyorlardı. Bölüklerin havan kısımları hedeflerini ateş altına almışlardı.
22 Temmuz günü saat 16:30'dan itibaren taburumuz Aşağı Dikoma bölgesine taarruza geçmişti. Üsteğmen Mehmet Sözmen'in l. Piyade Bölüğü ile Üsteğmen Mesut Akyar'ın 2. Piyâde Bölüğü birinci hatta, Üsteğmen Taner Uygun'un (savaştan kısa bir süre sonra kaybettiğimiz Taner ağabeyi rahmetle anıyorum.) 3. Piyade Bölüğü ise ihtiyatta idi. Ben Tabur S-3’ü olarak üsteğmen Mehmet Sözmen ile birlikte idim.
Bu cehennem sıcağında mürettebatla kullanılan silahların taşınması çok zordu. Bu silahlar Mehmetçiğin omuzunda, kucağında nasıl olursa olsun mutlaka taşınacaktı. Hem savaşacak hem de bu ağır silahları beraberimizde taşıyacaktık. İşte burada fizik gücü, moral kondisyonu, iman bütünlüğü hepsi bir arada ortaya çıkıyordu. Eğitimin etkisi buydu

Çetinoğlu: Eratın hepsi eğitimli miydi?
Çilingir:
Acemiler de vardı. Fakat tecrübeli ve vatanı korumaya azimli erlerimiz onlara çok mükemmel örnek oluyorlardı. Mürettebat komutanı olduğu anlaşılan kısa boylu, yağız bir çavuşun mürettebatını şevke getirebilmek için uçaksavar mermilerinin şeritlerini çaprazlamasına vücuduna doladığını gördüm. Çavuşun kucaklamış olduğu uçaksavar makineli tüfeğinin gövdesinin sıcaklığının yanı sıra; muharebe heyecanından vücuduna şeritler halinde doladığı 12,7 mm’lik mermilerin sivri uçlarının boğazına ve ensesine batmasına kanatmasına ve cehennemi sıcağa aldırış bile etmeden, silahın gövdesini çelik gibi pençeleriyle kucakladığı halde diğer dört arkadaşına bağırıyordu: Haydi kardeşlerim, şu tepeyi de aldık mı Rum’un işi tamam!
Taşıdığı yük neredeyse kendi ağırlığının bir misli fazlasıydı. Mehmet’im buydu işte!
Bölüklerin havan kısımları, cephane sandıklarının çoğunu Boğaz bölgesinin Dikomalara doğru sapan asfalt yolun başındaki Çeşme civarında bırakmışlardı.
Yanımdaki Yiğit Çavuş ile birlikte bu cephane sandıklarını, civardan bulduğumuz bir kamyonete yükledik ve bölüklerin havan kısımlarının mevzilendiği yere getirdik. Burada 2. Bölüğün Silah Takım Komutanı üsteğmen Burhan Özgür vardı. Cephaneyi O’na teslim ettikten  sonra  Üsteğmen  Mehmet Sözmen’in yanına gittim. Burada 81 mm'lik havan kısımları hedefi görerek atışa başlamışlardı.
Bulunduğumuz yer Beşparmakların yamacında ve bir yarın üst tarafı idi... Buradan havan mermilerinin nereye düştüğünü çok iyi görebiliyorduk. Sanki havan ileri gözetleyicisi konumundaydık. Kısa bir süre sonra Yukarı Dikoma bölgesinde tespit etmiş olduğumuz Rum mevzilerini havan ateşi altına almış, bir nebze de olsa; taarruz eden piyadelerimize rahat bir nefes aldırmıştık…

Çetinoğlu: Rum tarafı ateş etmiyor mu?
Çilingir:
Tabii ki, Rumlar bulunduğumuz bölgeyi yoğun bir havan ve topçu ateşi altına almışlardı… Özellikle en hâkim noktadan yüksek bir yerden de, devamlı uçaksavar ateşi yiyorduk. Bu sırada ben Pala diye takıldığımız Üsteğmen Mehmet Sözmen'in bölüğünün yanında ve onunla beraberdim. Ateş edilen yeri tespit etmiştik. İş susturulmasına kalmıştı. Üsteğmen Sözmen bir 57 mm'lik geri tepmesiz top getirtti ve ilk atımda o mevziiyi darmadağın etti. Bizler de ilerlemeye devam ediyorduk. Yanımda yazıcılarım ve telsizcilerim vardı. Beşparmakların yamacından aşağıya doğru inerken... Önümdeki kayalıklara peş peşe üç mermi geldi
İlk defa ölümle karşı karşıya geliyordum ve şanslı idim. Atılan mermiler isabet ettikleri yerde bir daha patlıyordu. Meğer ki Rumlar dum dum kurşunu atıyormuş. Birlikler ilerlemeye devam ederken hava kararmaya başlamıştı bile. Ben, Tabur Komutanının yanına gelmiştim. Bu sırada Süha Yüzbaşı da oraya gelmişti. Bir de nereden katıldığı belli olmayan, bize kılavuz olarak gönderildiğini söyleyen Abdullah isminde şişman bir mücahit çavuşu geldi yanımıza… Doğu istikametinde bir kireç ocağı vardı, oraya girdik, geceyi orada geçirecektik. Bir ara çok acıktığımızın, ama yanımızda bir şey olmadığının farkına vardık. Mücahit Abdullah Çavuş, Boğaz bölgesine giderek bir şeyler bulabileceğini söyleyerek ayrıldı. Döndüğünde yanında büyük bir karpuz ve hellim peyniri getirmişti.
Karpuzu kasaturayla parçalara bölerek paylaştık. Elimdeki parçayı çekirdekleri dökmek için bir silkeleyeyim dedim parmağımdaki alyansım fırladı gitti. O an içime bir endişe oluştu. Sanki ertesi gün ölecekmişim gibi bir hisse kapıldım. Uzun bir süre el yordamıyla kireçlerin arasında eşimin ismini taşıyan yüzüğümü aradım ama gecenin karanlığında bulmam imkânsızdı.
Ertesi sabah erkenden taburu toplayıp yola devam etmek için o gece hazırlıklarımızı tamamladık.
Geceyi bu kireç ocağında geçirecektik. Bulunduğumuz yeri tabur habercileri ile çevremizdeki birliklere ilettik.
22 / 23 Temmuz gecesi, karşılıklı aydınlatma mermilerinin atılmasıyla her iki taraf da birbirlerinin yerlerini tespit etmeye çalışıyorlardı. En ufak bir belirtide cehennemi bir ateş yığını o bölgeye çöküyordu. Rumlar araziyi çok iyi tanıyorlardı. Yıllarca yaşadıkları bu yerlerde, en ufak bir taşın yeri bile bilgileri dâhilindeydi. Doğrusunu söylemek gerekirse gece muharebelerinde de bir hayli iyiydiler. Bizler bu yerlere çok yabancıydık. Günün aydınlık saatlerinde belirleyebildiğimiz kadarı ile hedefler seçmiş ve bütün gece boyunca buraları ateş altında tutmaya çalışıyorduk.

Çetinoğlu: Gece nasıl savaşıyordunuz?
Çilingir:
Gece boyunca Rumların ateş ettikleri silahların namlu ağız alevlerini izleyerek onlara karşılık veriyorduk. Saat 23:30 sıralarında kolordu karargâhından gelen bir haberci tabur komutanını kolordu komutanının yanına istediğini belirtti.
Turgut Binbaşım ve ben, gelen habercinin arabasıyla kolordu karargâhına hareket ettik. Kolordu- karargâhı, kendisine muharebelerin sevk ve idare yeri olarak Boğaz bölgesinde iki katlı bir binanın bodrum katını seçmişti…
00:30'da Korgeneral Nurettin Ersin'in yanındaydık. Kolordu komutanımızın yanında kurmayları vardı. İçlerinden hatırlayabildiğim kadarıyla ve sonradan 2. harekât sonunda üst birlik ile tek irtibat sağlayabileceğimiz komutanım Kurmay Albay Sabahattin Akıncı, Bayraktarlık Karargahı'ndan subaylar vardı.
Korgeneral Nurettin Ersin Paşa, Tabur Komutanıma:
‘Binbaşım, 23 Temmuz sabahı erkenden Sihari-Vuno istikametine taarruz ederek, akşam karanlık basmadan, bu iki köyü alacaksınız.’ Dedi.
Ersin Paşam, gerekli bilgileri verdikten sonra hedeflerin en kısa zamanda ele geçirilmesi gerektiğini tekrarlayarak, birliğimizin başına gitmemizi istedi. Gece 01:30 civarında kolordu komuta merkezinden ayrıldık.

Çetinoğlu: Sabahleyin neler oldu?
Çilingir:
23 Temmuz günü sabahının ilk saatleri. Herkes çok yorulmuştu. Korkunç bir sıcaklık vardı. Susuzlukla birlikte personelin çoğu ishal olmuştu. Yakıcı sıcak altında ilerlemeye başladık. Hedefimiz Sihari ve Vuno köyleriydi. Taburda susuzluk had safhadaydı. Rastlanılan kuyulardan su içmek yasaktı.

Çetinoğlu: Neden?
Çilingir:
Rumlar bölgeden kaçarken, kuyulara zehir, pislik ve özellikle şehit ettikleri Kıbrıslı sivil Türklerin cesetlerini atmışlardı.
Sihari köyü uzaktan görününce tabur araziye iyice yayıldı. Kısa bir çatışmadan soma Sihari köyünü ele geçirdik.
Tabur komutanımız gecenin bu bölgede, ancak köyün dışındaki zeytin ağaçları ile kaplı arazide geçirilebileceğini söyledi.
Ertesi gün öğleden sonra Vuno köyüne geldik. Köyün içinde pek çatışma olmadı. Ancak Beşparmak dağının en yüksek yerine kurulmuş olan Bufavento Kalesi denen bir yer vardı, buradan epey ateş açıldı üzerimize. Dağdan kaçan ve sayıları 30-40 civarında Rum Milli Muhafız askeri buraya sığınmışlardı. Bunların yakalanmasını ertesi güne bırakarak, taburu yeni mevzilerine yerleştirdik.

Çetinoğlu: Kısa bir çatışmadan sonra iki köyü aldınız. Rumlar savaştan çekilmişler miydi?
Çilingir:
Hayır Rumlar çatışmadan çekilmemişlerdi. (aslında 24 Temmuz 1974 sabahı ateş kes ilan edilmişti ama Rumların bu ateş kese uymaya hiç niyetleri yoktu..!) Rumlar özellikle geceleri bölgeyi ateş altına alıyorlar, gündüz saatlerinde de uzun menzilli silahlarıyla bölgeyi ateş altında tutuyorlardı. Zaten hâkim yüksek araziyi ellerinde bulunduruyorlardı. Bize yakın hangi birliklerin nerelerde olduğunu tam olarak bilmiyorduk; çünkü bölge hem dağlık, hem de meskûn mahal idi. Yani hem dağ muharebesi, hem de meskûn mahal muharebesi yapıyorduk… Bunun yanı sıra bizim taburumuz Dikomalara taarruza başlarken kolordu komutanımız Korgeneral Nurettin Ersin Paşa’dan Beşparmak dağlarındaki temizlik harekâtını ve dağdaki ilerlemeyi Hava İndirme Tugayı'na bağlı komandoların yapacağı emrini vermişti. Bizim tabura genel olarak, Beşparmak Dağlarının yamaçlarını, Aşağı ve Yukarı Dikoma Köylerini Sihari ve Vuno Köylerini ele geçirme emri verilmişti. Ya güneyimizde hangi birlikler vardı? Bütün bu bilinmeyen durumlar içerisinde hava yavaş yavaş kararıyordu.
(DEVAM EDECEK)