Abdullah, remzini kullanan Pek Değer’li Kardeşim. 

Azîz Kardeşim. Yaşınızı, tahsilinizi, ihtisasınızı ve müktesebâtınızı bilmiyorum. Bunun için de, sizi hangi seviye’de muhatap alacağımı da kestiremiyorum. Tartıştığı-tartışmak istediği konu-konular hakkında derîn bilgisi, bırakınız derîn bilgiyi, sathî bilgisi, bilgiye dayanan metîn bir fikri bulunmayanlar, işi hakârete tezyîle vardırırlar. “Sallama, Yaranma, gayb’dan haber gelme” gibi, ta’birler, sokak kopillerinin ağızıyla konuşmaktır. “Uslub-u Beyân, Aynıyla İnsan,” demişlerdir. Bendeniz sizin üslubunuzla size hitap ederek seviyenize inmek istemem. Aksi takdirde, hakâreti, tezyili, yine üslubuma dikkat ederek en fasih ve beliğ şekilde yapardım. 

Merhûm Mehmed Akif Bey’le alakalı olarak aşağıda yazacaklarımı anlayabilecek idrâk kâbiliyyetinde olmadığınızı tahmin ediyorum. Sizin için değil, ama mevzu’a alaka duyanlar için yazıyorum. 

Merhûm Mehmed Akif Ersoy Bey: 

Şevval 1290’da (Aralık 1873) İstanbul Fatih’te Sarıgüzel Mahallesinde doğdu. Babası, küçük yaşlarında tahsil için, Arnavutluk-İpek Kazası, Şuşisa Köyü’nden İstanbul’a gelmiş, Fatih Medresesi müderris’lerinden, Mehmed Tahir Efendi, annesi aslen Buhara’lı olup, Tokat’a yerleşmiş bir aile’den Emine, Şerife Hanımdır. Emir Buhârî Mahalle mektebinde ilk öğrenimine başlayan Akif Bey, burada iki yıl okuduktan sonra, Fâtih muvakkithanesi’nin yanındaki ibtidâ mektebine yazıldı (1879)... “Hem babam hem hocamdır, ne biliyorsam ondan öğrendim,” dediği babası, o yıldan i’tibâren kendisine Arapça öğretmeye başladı. Aynı zamanda Mühürdâr Emin Paşa’nın oğulları, İbnülemîn Mahmud Kemal ve Ahmed Tevfik’in husûsî hoca’ları olan Tahir Efendi derslerini, yazın Emin Paşa’nın Yakacık’taki köşkü’nde devam ettirmekteydi. Ailecek köşkün bir dairesinde kaldıklarından, Akif’te bir taraftan bu kardeşlerle birlikte derslere katılmakta, diğer taraftan bu kardeşlerle arkadaşlık yapmakta ve kardeşlerin büyüğü, Mahmud Kemâl ile birlikte manzumeler (şiir’ler) yazmaya çalışmaktaydı. Fâtih Merkez Rüştiyesinden me’zun olan Mehmed Akif Bey, (1885) Mülkiye Mektebinin, İdâdî kısmına yazıldı. Edebiyat hocalığını Muallim Naci’nin yaptığı bu okul’un üç yıllık ilk dönemini tamamlayıp yüksek kısmının birinci sınıfında okurken (1888), babasının vefatı üzerine kısa yoldan bir meslek sahibi olmak, hayata atılmak üzere, o sıralarda yeni açılmış bulunan, Mülkiye Baytar Mektebi’ne girdi. (1889)... Bu okulu birincilikle bitirdi (1893)... Mehmed Akif Bey Baytar Mektebinden me’zun olduktan sonra, Ziraat Nezâretinde muhtelif vazifelerde bulunmuştur. 

İkinci Meşrûtiyet’in ilânından sonra Ebûl’ulâ Zeynelabidin (Ebûl’ulâ Mardin), Eşref Edip Fergan ile birlikte bütün şiir’lerinin ve nesir yazılarının neşredileceği Sırat-ı Müstakîm mecmua’sının başyazarlığını da yaparak yayınlamaya başladı (27 Ağustos 1908). Aynı yıl, İstanbul Dârulfünûnu Edebiyat Fakültesi’nde Osmanlı Edebiyatı Müderrisliğine ta’yin edildi. Dönemin aydınları arasında, Arapça’yı en iyi bilenlerden birisi olan Akif, bir taraftan da İttihad ve Terakkî’nin Şehzâdebaşı Kulubünde Cemiyyetin Hey’eti İlmiye azası olarak Muallakât ve Lâmiyyetü’l-Arap gibi eserleri okutup Arap Edebiyyatı ve tercüme usulü dersleri verdi. Dârûledep adlı özel okulda da hocalık yaptı. Baytar Mekteb-i Âlisî Me’zûnîni Cemiyeti Başkanlığı’nda bulundu (1910), Dârü’l-hilâfet-i âliyye Medresesinde Türkçe Edebiyat muallimi oldu (1914)... 

Buraya kadar yazdıklarımız, Mehmed Akîf Bey’in objektif bir değerlendirmesidir; bu bilgileri herhangi bir Ansiklopedi’de bulabilirsiniz. 

Merhûm Mehmed Akif Bey, Devlet-i Aliyye’mizin izmihlâline müncer, Selânik Merkezli-Mahreçli, Yahûdî, Ermeni, gayrimillî bir fitne ve fesad hareketinin içinde, İttihad ve Terakkî Cemiyetiyle içiçe-kolkola hareket etmiştir. 

Otuz üç yıllık Saltanatı müddetince, anne-baba kâtili birisinin idam’ından başka, hiçbir kimsenin idamına onay vermeyen, Amcası Abdülaziz’i şehid edenleri bile, afvedip, sürgüne gönderen, dünya’nın en merhametli, en zekî ve akıllı, en müdebbir hükümdarı, Sultan 2. Abdülhamid Hân Hazretlerine en şen’î iftiralarda bulunanlar arasına girmiş, devrine, Devr-i İstibdâd, kendisine de müstebîd demiştir. 

“Yıkıldın gittin amma ey mülevves devr-i İstibdad, 

Bıraktın milletin kalbinde çıkmaz bir mülevves yâd! 

Diyor ecdâdımız makberlerinden; “Ey sefil ahfâd, 

Niçin binlerce ma’sûm öldürürken her gelen cellad, 

Huruş etmezdi, mezbuhâne olsun, kimseden feryâd? 

“O birkaç hayne halkından cihangirâne bir devlet 

Çıkarmış, bir zaman dünyayı lerzan eylemiş millet; 

Zaman gelsin de görsün böyle dünyalar kadar zillet, 

Otuz üç yıl devam etsin, başından gitmesin nakbet... 

Bu bir ibrettir amma olmayayadık böyle biz ibret.’ 

Semâ Peymâ iken râyâtımız tuttun zelil ettin; 

Mefâhir bekleyen âbâdan evlâdı hacîl ettin; 

Ne âlî kavm idik; hayfâ ki sen geldin sefil ettin; 

Mehmed Âkif Bey Merhûm, 1918 yılının Temmuz ayında, Mekke Emiri Şerif Ali Haydar Paşa’nın da’veti üzerine, İzmir’li İsmail Hakkı Bey ile birlikte (unutulmasın, İzmir’li İsmail Hakkı Bey, mason’du), Lübnan’a gitti ve bir müddet burada (Âliyye)’de kaldı. 

Döndükten sonra aynı yıl, Şeyhulislâm’ın teklifiyle kurulan, Şeyhulislâmlığa bağlı, dinî-akademik bir kuruluş olan Dârü’l-hikmeti’l-İslâmiyye’nin Başkâtipliğine ta’yin edildi (Ağustos 1918). Daha sonra bu kuruluşun aslî aza’lığına ta’yin edilir (Ocak 1920), bu müessesenin yayın organı olan, Cerîde-i İlmiyye’nin idaresini de üstlenir. 

1920 yılının şubatında Balıkesir’e gider (Balıkesir’in o zamanki adı, Karasî idi). Burada başta, Merhûm Hasan Basri Çantay olmak üzere Kuvâ-yi Milliyecilerle görüşür, Zağanoş Paşa Cami’i ve muhtelif yerlerde halkı birlik ve beraberliğe çağırır, direnmeye teşvik eder. Büyük Millet Meclisi’nin açılışından bir gün sonra Ankara’ya varır. Hasan Basri Çantay ile birlikte Meclis Binasının önünde Mustafa Kemâl ile karşılaşırlar. Mustafa Kemâl kendilerine, Burdur ve Karesi meb’usluğunu teklif eder. (05 Haziran 1920) tarihinde, Burdur Meb’usu seçilir. Daha doğrusu ta’yin edilir. 

Millî Mücadele’nin zaferle neticelenmesi üzerine, Büyük Millet Meclisi seçim kararı alır. Yeniden teşekkül eden ikinci dönem’de, diğer muhâlif millet vekilleri gibi Mehmed Âkif Bey de Meclise seçilemez. 

Ekim 1923’de, Abbas Halim Paşa’nın da’veti üzerine Mısır’a gider. İki yıl kışları Mısır’da geçirip yazları Türkiye’ye döndüyse de, 1925’in sonundan i’tibâren sürekli olarak Mısır’da kaldı. 

1935 yılında Mısır’da rahatsızlanan Mehmed Âkif Bey, 17 Haziran 1936’da İstanbul’a döndü. Nişantaşı Sağlık Yurdunda tedâvi gördükten sonra yaz aylarında Said Halim Paşa’nın Alemdağ’daki Baltacı Çiftliğinde oğlu Prens Halim tarafından misâfir edildi. Son günlerini de, aynı ailenin Beyoğlu’ndaki Mısır Apartmanında kendisine tahsis edilen dairede geçirdi ve orada (27 Aralık 1936)’da vefat etti. 

Edirnekapı Mezarlığında, dostu Babanzâde Ahmed Naim Bey’in yanı başında defnedilmişti. 

1960 yılında yol inşaatı sebebiyle her iki mezar, Süleyman Nazif Bey’in Mezarı ile birlikte, Edirnekapı Şehid’liğine nakledilmiştir. 

HABERLEŞMEYİ VE İRTİBAT KURMAYI ÜMİD ETTİĞİMİZ KARDEŞLERİMİZ: 

1) Mehmed Sönmez/Yusuf/Sinop/1947/Boyabat/Asarcık Camili

2) Hüseyin Can/Fehmi/Kırklareli/1946/Vize/Küçükyayla

3) Nedim Yürük/Şaban/Tekirdağ/1946/Saray/Kurtdere Köyü 

4) Behlül Karak/Mehmet/İstanbul/1947/Silivri/Fener Köyü 

5) Halil Ural/İbrahim/Kütahya/1947/Altıntaş/Dalcıdamı